ZEYNEP SILA SARIKAYA*
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, 1 Ocak 2021 günü Prof. Dr. Melih Bulu’yu Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör olarak atamasının ardından başlayan protestoların 33. gününde, Medya ve Hukuk Çalışmaları Derneği (MLSA) olarak Güney Kampüsteydik. “Altı ayda bitecek” denilen bu süreci, pandemiye rağmen eylemlerini farklı biçimlerde sürdüren öğrencilerle konuştuk.
Üniversite bileşenleri 6 Şubat Cumartesi sabahına, bir Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle Boğaziçi’nde Hukuk ve İletişim Fakültelerinin kurulduğu haberiyle uyandı ve aynı gün içerisinde Boğaziçi direnişine destek verdikleri gerekçesiyle dört öğrenci daha tutuklanarak cezaevine gönderildi.
İktidar çevreleri tarafından “terörle iltisaklı” olmakla suçlanan ve “bir avuç insan” diye nitelenen eylemcilerin talepleri aslında oldukça net. Bu atamayı protesto edenler, eylemler sebebiyle gözaltına alınanlar ile tutuklananların serbest bırakılmasını, Melih Bulu dahil tüm kayyım rektörlerin istifa etmesini ve tüm üniversite rektörlerinin üniversite bileşenlerince demokratik seçimlerle belirlenmesini talep ediyor.
Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyelerinin 5 Şubat Cuma günü saat 12:00’de gerçekleştirdiği eyleme katılım oldukça yüksekti. Yarım saat süren nöbet, alkışların ardından “Kayyım rektör istemiyoruz,” “Melih Bulu istifa” sloganlarıyla sona erdi. Basın açıklamasının ardından, akademisyenler nöbet süresince ellerinde tuttukları dövizleri Rektörlük Binası önüne bıraktı.
“Kayyım meselesi Boğaziçi’yle sınırlı değil”
“Kayyım meselesi yeni değil” diyerek söze başlayan Sosyoloji bölümü yüksek lisans öğrencisi
Akanda Taştekin, bu uygulamanın Boğaziçi Üniversitesi’yle sınırlı olmadığını hatırlatıyor. Akanda, “Antidemokratik ve hukuksuz uygulamalar; belediyelere, üniversitelere tepeden dikteyle inen kayyımlar artık Türkiye’nin bir gerçeği” diyor.
Toplumsal mücadelelerin de bu çerçevede devam ettiğini vurgulayan Akanda, Boğaziçi’nin makro siyasetin gündemine oturmasını nasıl yorumladığını sorduğumuzda ise durumu şöyle açıklıyor: “Burada kazanılmış hakları geri vermeye gönüllü olmayan öğrencilerin ısrarı esas bence. Kimse kabul etmiyor, ne hocası ne öğrencisi.”
“Kadın hareketi, pandemiye rağmen sokakta söz üretiyordu”
Türkiye’de toplumsal muhalefetin üzerindeki tabiri caizse “ölü toprağı,” Boğaziçi eylemleriyle atılmış gibi görünüyor. Bunu Sosyoloji bölümü lisans öğrencisi
Beha Yıldız’a sorduğumuzda, “Aslında evet, belki de gerçekten Gezi’den beri bugünküne benzer eylemliliklerle karşılaşmıyoruz. Ama kadın hareketine bu konuda hakkını teslim etmek lazım, çünkü onlar İstanbul Sözleşmesi tartışmaları yapılırken, pandemiye rağmen sokağa çıkarak söz üretmeye devam ediyordu” diyor.
“İktidar yeni bir söylem üretemiyor”
Sosyoloji bölümü lisans öğrencisi
İsmail Gürler, halihazırda süregelen kayyım geleneğinin, iktidarın yönetememe durumunun, yani artık siyaset zemininde yeni bir söylem üretemeyişinin bir göstergesi olduğunu savunuyor. “İktidar yanlısı olmayan herkesin terörist ilan edilmesi de bu siyaset anlayışının çoraklığını gözler önüne seriyor” diyen İsmail, toplumsal muhalefet açısından bu hareketliliğin neden şimdi yaşandığına ise: “Muhalefetin de söylem üretme konusunda iktidar kadar beceriksiz olmasına bağlıyorum bunu” şeklinde cevap veriyor.
“Bir nevi ‘hareketler hareketi’ gibiyiz”
Toplumsal muhalefetin başını öğrencilerin çektiği bu süreçle dirildiğine işaret ettiğimizde İsmail, bu durumu kendi içlerindeki yatay örgütlenme biçimiyle ve tüm siyasetlerin söylemlerine eşit şekilde alan açıyor olmalarıyla ilişkilendiriyor: “İktidar ve muhalefetten farklı olarak bizim gücümüz popülist söylemlere dayanarak siyaset yapmaktan ziyade, farklılıklarımıza saygı duymaktan ve bu sesi hiç korkmadan yükseltmekten geçiyor. Bir nevi ‘hareketler hareketi’ diyebilirim bizim bu toplamımıza.”
“Yasalar, adeta bir baskı aracı haline gelmiş durumda” diyen İsmail, iktidarın çıkarlarına hizmet eden bir hukuk sistemiyle karşı karşıya olduğumuzu söylüyor: “Anayasa ile güvence altına alınan çoğu hakkın, yeni çıkartılan uydurma yasalarla çeliştiğinin de altını çizmek gerekiyor. Yani kanun önünde elbette hepimiz bir değiliz. Pandemi yasakları da böyle, bu konudaki keyfi uygulamaları zaten hepimiz biliyoruz.”
Muhalefetin otoriter anayasacı [
constitutional authoritarianism] iktidar karşısında mücadeleyi tamamiyle yasalcı bir zeminde siyaset yapmaya çalışmasını “güdük bir siyasi anlayış” olarak yorumlayan İsmail, öğrenciler olarak haklarını savunurken “terörist” olarak nitelendirilmeyi, hedef gösterilmeyi, tehdit edilmeyi göze aldıklarını vurguluyor. İsmail, “Tüm ezilenlerin ve ötekileştirilenlerin haklarını savunmamız bu durumu ülke siyasetinin gündemine oturttu” diyor ve ekliyor: “Korku duvarını böyle yıktık!”
“Öğrenciler olarak birbirimize sahip çıkıyoruz”
Kampüste rektör atamasına karşı başlayan bu direnişin Türkiye genelinde ve hatta dünya çapında destek bulduğunu da vurgulayan Akanda, direnişin nasıl ilerlediğine ilişkin ise en baştan beri kolektif olarak, farklı mücadele yollarını tartıştıklarını söylüyor: “Öğrencilerin kendi içinde hemfikir olmadığı konular olmuyor mu? Oluyor elbette, diyalog sürdüğü sürece kimse çözümsüz kalmıyor. Öğrenciler olarak birbirimize sahip çıkıyoruz ve kimseyi arkamızda bırakmayacağız.”
Geçtiğimiz hafta boyunca süren gözaltı dalgası ve tutuklamalar, kampüste öğrencilerin direniş kapsamında organize ettikleri bir sergide gösterilen bir resim ile başladı. Söz konusu resimde, bir Kâbe fotoğrafının ortasında bir şahmeran figürü ve resmin köşelerinde LGBTİ+ hareketinin sembolleri yer alıyordu.
Anaakım medya tarafından süratle hedef tahtasına oturtulan resim sebebiyle beş öğrenci gözaltına alındı, iki öğrenciye ev hapsi verilirken, iki öğrenci ise tutuklanarak cezaevine gönderildi. İktidar çevrelerinin konuya ilişkin açıklamaları ise hep benzer eksendeydi. Cumhurbaşkanı, rektör atamasını protesto eden öğrencilere, “Siz öğrenci misiniz? Siz talebe misiniz? Siz rektörün odasını basmaya kalkışan, işgale kalkışan terörist misiniz?” diye seslendi ve ekledi: “LGBT, yok böyle bir şey bu ülke millidir, manevidir ve bu değerlerle geleceğe yürümektedir.”
İktidar, makro siyasal meseleleri sıklıkla sekülerizm ve milliyetçi-siyasal İslam arasında sıkıştırmaya çalışıyor. Sergilenen resim özelinde patlak veren tartışma da bu doğrultuda çerçevelenmeye çalışıldı. Rektör atamalarını protesto eden öğrencilere, bu ikiliğin Boğaziçi Üniversitesi bileşenlerinde bir karşılığı olup olmadığını sorduğumuzda, bu siyaset yapma biçiminin Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümeti öncesinde de olduğunu hatırlatıyorlar.
“Tartışmaları sekülerlik ve inanç ikiliğine sıkıştırmak iktidarların işine geliyor”
Akanda, tartışmaları bu ikiliğe sıkıştırmanın iktidarın işine geldiğini söylüyor ve ekliyor: “Bu, hem alternatif tüm tartışmaları görünmez kılıyor hem de meseleyi iktidarın çizdiği dar çerçeveye hapsediyor. Başörtülü bir öğrencinin, ‘Kayyım rektör istemiyoruz’ diyerek itiraz etmesi ve eylemlerde görünür olması dengeleri bozuyor tabi. Çünkü bu öğrenciler tahayyül edilen profile uymuyor, bu ikilikten taşıyorlar. Farklılar ama birlikteler, tüm bu öfke ve saldırganlığın bir sebebi de bu aslında.”
“Bir sanat eseri nasıl olur da ‘halkı kin ve düşmanlığa’ sevk edebilir?” diye soran İsmail, Türkiye’nin ifade özgürlüğü konusunda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi nezdinde de karnesinin ortada olduğunu hatırlatıyor ve, “İktidar kendi siyasi pozisyonunu sarsabilecek tüm tartışmaları kazanabileceği zemine, “yani popülizme yaslanarak, kendi ‘güvenli alanına’ çekmeye çalışıyor” diyor.
“Kutuplaştırıcı söylemle rejim krizinin üstü örtülüyor”
Bu doğrultuda, eylemlerin başında ortaya çıkan “elitlik” tartışmasına da değinen Beha, Boğaziçi bileşenlerinde bu tartışmanın bir karşılığı olmadığını, kampüs yapısının heterojen olduğunu ve farklı sosyoekonomik arka planlardan gelen çok sayıda insanın bu direnişte ortaklaştığını aktarıyor. “Boğaziçi’nde yaşananları, daha genel bir çerçevede konumlandıracak olursam, Türkiye’de bir rejim krizi olduğunu ve iktidarın bizim üzerimizden yürüttüğü kutuplaştırma stratejisinin de bunu örtmeyi amaçladığını düşünüyorum.”
“Her şeyi konuşup tartışabileceğimiz bir noktadayız”
Beha son olarak, tartışma yaratan resim ve Boğaziçi hakkında çokça dile getirilen mevcut çoğulcu ortam ile diyalog kültürüne ilişkin şöyle diyor: “O resimden rahatsız olanlar oldu, fakat hiçbir Boğaziçi öğrencisi o resmi düşünce özgürlüğü kapsamı dışında değerlendirmedi. Biz bunun üzerine konuşabileceğimiz, tartışabileceğimiz bir noktadayız. Ve bu konuşma, tartışma ihtimali aslında muktedirleri rahatsız ediyor.” Bu duruma örnek olarak ise Bulu’nun üniversitede ilk icraatı olarak BÜLGBTİ+ öğrenci kulübünün aday kulüp statüsünü iptal ettiğini hatırlatan Beha, hem Türkiye’deki hem de Boğaziçi’ndeki LGBTİ+ komünitesi açısından kulübün yürüttüğü tartışmaların değerini vurguluyor ve “BÜLGBTİ+ onurumuzdur” diyerek sözlerine son veriyor.
Ne olmuştu?
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Bulu’yu Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör olarak atamasının ardından 4 Ocak itibariyle başlayan protestolar çeşitli biçimlerde sürerken, kampüste düzenlenen bir sergi kapsamında sergilenen bir resmin “milli ve manevi değerlere hakaret” niteliğinde olduğu gerekçesiyle ülke gündemine girmesinin ardından iki öğrenci “halkı kin ve düşmanlığa tahrik” suçlamasıyla tutuklanarak cezaevine gönderildi. 1 Şubat Pazartesi günü saat 17:00 civarında Güney Kampüs çevresinde iki öğrencinin tutuklanmasını protesto etmek amacıyla düzenlenen eylemler sırasında 108 kişi şiddetli bir polis müdahalesiyle gözaltına alındı. Aynı akşam, Güney Kampüs içerisindeki Rektörlük Binası önünde eylem yapmaya başlayan öğrenciler, arkadaşlarının serbest bırakılmasını ve Bulu’nun istifa etmesini talep etti. Öğrencilerin sosyal medya hesapları (
Instagram,
Youtube,
Twitter) üzerinden canlı olarak yayınladıkları eylem, 21:30’da kampüs içerisine yüzlerce polisin girmesiyle ve 51 öğrencinin gözaltına alınmasıyla sona erdi. İlk dalgada gözaltına alınan 108 kişiden 98’i 2 Şubat Salı günü sabaha karşı serbest bırakılırken, kampüs içerisinde gözaltına alınan 51 kişi ise üç gün gözaltında kaldıktan sonra, 4 Şubat Perşembe günü sabaha karşı yurt dışına çıkış yasağı ile serbest bırakıldı. Son gözaltı operasyonu ise 4 Şubat Perşembe sabaha karşı evlere yapılan polis baskınları ile birçok kişi gözaltına alınırken, iki kişi hakkındaki gözaltı kararının ise henüz uygulanmadığı belirtildi. Son olarak 6 Şubat Cumartesi günü, Kadıköy protestolarına katıldıkları iddiasıyla, 5 kişi tutuklama talebiyle, 1 kişi ise ev hapsi talebiyle sulh ceza hakimliğine sevk edildi, dört öğrenci tutuklanarak cezaevine gönderildi. Böylece, Boğaziçi protestoları sebebiyle tutuklanan kişi sayısı sekize yükseldi.
İçişleri Bakanı Yardımcısı İsmail Çataklı’ya göre, 4 Ocak’tan bu yana eylemlerde 38 ilde toplam 528 kişi
gözaltına alındı.
*Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji yüksek lisans öğrencisi.