Onların “büyük suçları” yaptıkları haberlerdi. Birçoğu daha önce de cezaevine girdiğinden bir daha bu riski göze alamayarak geçmişlerini bir sırt çantasına sıkıştırıp düştü yola. Zorlu yolların ardından ulaştıkları Avrupa’ya geldikleri günden bu yana ise kendilerine hep şu soruyu soruyorlar: “Cezaevi mi, sürgün mü?” Hepsi mesleklerini devam ettirmenin koşullarını arıyor ve devam etmek istiyor. Ama en çok istedikleri mesleklerine ülkelerinde devam edebilmek, başka bir yerde değil. Mülteci gazeteciler yazı dizisinin üçüncü konuğu Ezgi Özer.
Çağdaş Kaplan / ATİNA
“Mülteci Gazeteciler” dosyasının üçüncü gününde 6 ay önce ülkesini terk ederek Yunanistan’a geçmek zorunda kalan gazeteci Ezgi Özer ile konuştuk.
Ezgi Özer henüz mesleğinin ilk yıllarında sürgüne gitmek zorunda kalan gazetecilerden. Gazeteciliğe 2014 yılında Etkin Haber Ajansı’nda (ETHA) başlayan Özer, sonraki yıllarda Özgür Radyo haber merkezinde mesleğine devam etti. 15 Temmuz darbe girişimi sonrası KHK ile kapatılan Özgür Radyo’nun kapılarına kilit vurulmasından kısa bir süre önce ise eski çalıştığı kuruluş olan ETHA’da yeniden görev aldı.
Özer’in sürgünü
Meslek hayatı boyunca birçok kez haber takibi sırasında gözaltına alınan Özer, son olarak 21 Mart 2018 tarihinde ailesiyle birlikte kaldığı, Aydın’ın Didim ilçesinde bulunan evinden gözaltına alındı. Sosyal medya hesabından paylaştığı haber içerikleri hakkında “delil” olarak öne sürülen Özer, çıkartıldığı mahkeme tarafından tutuklandı ve 3,5 ay Şakran Kadın Kapalı Cezaevi’nde tutuldu. Tahliyesiyle birlikte 4 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırıldı.
Özer, bu cezanın ardından hakkında daha önce başlatılan soruşturmalar ve olası yeni soruşturmalara karşı bir önlem olarak yurt dışına çıkmaya karar verdi ve hakkında uygulanan yurt dışına çıkış yasağı nedeniyle yasadışı yollarla 6 ay önce Yunanistan’a geçmek zorunda kaldı.
Sürgün hikayesini anlatmaya “O kadar çok yol hikayesi dinledim ki, benimkini anlatmak tuhaf geliyor. Çünkü dinlediğimiz, gördüğümüz örnekler oldukça acı hikayeler içeriyor” diye başlayan Özer’in çıktığı bu zorunlu yolda işler planladığı gibi gitmemiş ama o yine de duruma iyi tarafından da bakmak istiyor.
Özer’in ilk planı kendi durumunda olan birkaç arkadaşı ile birlikte satın alacakları küçük bir tekne ile Ege Denizi üzerinden Yunanistan’a çıkmak olmuş. Fakat yolculuk hazırlıkları sırasında aldıkları tekneyi bağladıkları noktaya gittiklerinde teknenin battığını görmüşler ve bu ilk plan suya düşmüş. “Neyse ki tekne yola çıkmadan battı, daha kötüsü de olabilirdi” diyor Özer.
İlk plan başarısız olunca Özer, binlerce mültecinin kullanmak zorunda kaldığı Meriç Nehri üzerinden Yunanistan’a girme kararı alır ve bu kez başarılı olur. Özer, bu zorunlu yolculuğu şöyle anlatıyor: “Açıkçası Türkiye tarafında neredeyse hiç yürümedik. Nehri de geçmek zor olmadı hatta küçük bir kayıktayken parmak uçlarımla suya dokunarak kendimce bir romantizm bile yaşadım. İlginç olan şu ki, kaçakçılar bize ‘Türk olduğunuzu belli etmeyin, Suriyeli taklidi yapın’ dedi. Biz de öyle yaptık. Gerçi taklidimiz sadece 4-5 defa üst üste ‘Şükran’ demekten ibaretti. Geçtikten bir süre sonra bir yol bulup ilerledik ve Yunanistan polisi tarafından gözaltına alındık.”
Bir yanda haber, diğer yanda yaşam kavgası
Özer bu yolculuğun ardından Yunanistan’da yaşadığı kısa gözaltı sonrası Atina’ya vardı ve bir tanıdığının evine misafir olarak yerleşti. Altı aydır hiçbir sosyal yardım almadığı için çeşitli işlerde çalışarak ve kendi durumundaki mültecilerle birlikte ördükleri dayanışma ile yaşamaya çalışıyor. Mesleğini profesyonel olarak yapamasa da bırakmış değil. Onu hala Atina sokaklarındaki toplumsal olaylarda, Türkiyeli devrimci demokrat siyasi parti ve yapıların yaptıkları yürüyüş ve basın açıklamalarında haber takibi yaparken görebiliyorsunuz. Yaptığı haberleri eski çalıştığı basın kuruluşu ETHA’ya geçiyor. Kendi işine profesyonel olarak devam etmek istiyor ama henüz bunun koşullarını yakalayamamış.
Özer, Atina’daki yaşamıyla ilgili şunları anlatıyor:
“Burada herhangi bir geçim kaynağım yok. Yine devrimci mültecilerin, göçmenlerin ya da Yunan devrimci ve anarşistlerin dayanışmasıyla yaşamımızı sürdürmeye çalışıyoruz. Kendi imkanlarımızla en iyi koşulları oluşturmaya çalışıyoruz aslında. Hem kendimiz, hem de başkaları için biraz da yoktan var ediyoruz. Onun dışında devletin maddi ya da manevi hiçbir desteği yok. Tanıdık birinin evinde misafirim şu an için. İş bulmak için ise dil önümüzde büyük bir engel. Alternatif işler kovalıyoruz biz de. Birkaç kere ev temizliği işi çıkmıştı onlara gittim mesela. Bir ara da bir çocuğu okuldan alıyor eve getiriyordum haftalık 25 Euro karşılığında. Ancak annenin çalıştığı işyerinin işleri kötüleyince bu iş de sona erdi. Bu şekilde para kazanmaya çalışıyoruz diyebilirim.
‘Gazetecilik kimliğini ortaya koyan şeyin bir karttan daha fazlası’
Mesleğe kısmen devam ediyorum. Ekipmanlarım yok, henüz temin edemedim. Şimdilik telefonumla hallediyorum. Buradaki Türk, Kürt, Yunan devrimcilerinin eylemlerini takip etmeye çalışıyorum. ETHA ile birlikte yol alıyorum yine, ajansımın önerileri doğrultusunda ilerliyorum. Onun dışında buradaki bazı Yunan muhabirlerle tanışma fırsatım oldu. Şimdilik henüz alışma ve gözlemleme aşamasındayım diyebilirim. En nihayetinde basın kartım dava dosyasında kalsa da, gazetecilik kimliğini ortaya koyan şeyin bir karttan daha fazlası olduğunu düşünüyorum. Bu bakımdan isteğim, bundan sonraki süreçte de profesyonel olarak gazeteciliğe devam etmek.”
Özer’le sürgünün yarattığı duyguları ve çelişkileri de konuşuyoruz. Ülkeyi terk etmek zorunda kaldıktan sonra kendisine en çok “Nerede tutsağız, nerede özgür?” sorusunu yönelttiğini söylüyor Özer ve “Buraya gelerek cezaevine girmeyecek olmam, hiçbir zaman mutlu etmeyecek beni,” diyor.
Hatta Türkiye’ye kaçak yollarla dönmeyi bile düşünmüş. Özer yaşadıklarını şöyle anlatıyor: “Yaptığın ve gerçekleştirmek istediğin birçok plan varken her şeyi yarım bırakıp gitmek elbette kolay değil. Tecrübelerini, hatıralarını bir sırt çantasına koyup yeni bir başlangıca yürüyorsun. Seni sen yapan ne varsa artık karşı kıyıda. Dünyanın her yerine gidebilirsin ama karşı kıyı yasaklı yer. En azından uzun bir süre yasaklı. Pişmanlık yaşadığım zamanlar oldu. Geri dönmenin yollarını aradım, ülkeye dönmenin buraya gelmekten daha ucuz olduğunu öğrendim. Dönsem nelerle karşılaşacağımı düşündüm. Tüm bunları kendime dahi itiraf etmek biraz zor oldu, saklanması ve söylenmemesi gereken bir şey gibi geliyordu. Ama geriye dönmek, baştan başlamak en önce bana haksızlık olacaktı. Pişmanlık artık yerini derin bir üzüntüye bıraktı. Dün ne için çabalıyor isek bugün de aynı şey uğruna çabalamak için önümde büyük engeller olmadığı fikrindeyim.”
Özer, “En çok neyi özledin?” sorusuna ise şöyle yanıt veriyor: “Burada henüz 6 ayımı doldurdum ama son soruya sayfalarca yazabilirim şimdiden. Ailemi, yoldaşlarımı, dostlarımı ve oranın sokaklarını diyeyim kısaca. Bir de kavga etmeyi özledim, mesela sokaktayız olumsuz bir şey oluyor, ama dil bilmediğim için kavga edemiyorum rahat rahat. Vücut diliyle artık ne kadar olursa.”