Arşiv

Gazeteciliğin ‘yurtsuz’ hali: Sınır polisleri, açlık, işkence

Gazeteciliğin ‘yurtsuz’ hali: Sınır polisleri, açlık, işkence
BURCU ÖZKAYA GÜNAYDIN
Türkiye Gazeteciler Sendikası’nın (TGS), 1 Nisan 2020 ile 1 Nisan 2021 dönemini kapsayan Basın Özgürlüğü Raporu’na göre; Türkiye’de 43 gazeteci, gazetecilik faaliyetleri nedeniyle cezaevinde. Son bir yıl içinde 57 gazeteci toplam 144 gün gözaltında kaldı, altı gazeteci gözaltındayken darp edildi. Aynı sürede 128 farklı davada 274 gazetecinin yargılandığı aktarılan rapora göre, bu davalar sonucunda da gazetecilere toplam 226 yıl 8 ay 25 gün hapis cezası verildi.  Cezaevi, gözaltı, fiziksel ve psikolojik şiddet en başta gelse de, ekonomik şiddet ve güvencesizlik de Türkiye’de gazetecilik yapmak isteyenlerin önünde büyük bir engel. Kimisi kendisi ve çocuğuna her anlamda daha iyi bir gelecek için, kimisi de sadece yaşamak için düştü göç yollarına... Bazen aç kaldılar bazen şiddete uğradılar bazen sınırlarda ölümden döndüler. Şimdi hepsi kısmen “güvenli” alana ulaşıp mesleklerini yapıyor olsalar da, “yurtsuzluk” ve “ait olmama” hâli her daim onlarla olacak. Mülteci gazetecilerle neden ve nasıl gittiklerini, Avrupa’nın göbeğinde dahi olsalar Türkiye-Ortadoğu gündeminin nasıl bir parçası olduklarını konuştuk.

“Defalarca ölüm tehdidi aldım”

Leyla Uyar şu an Almanya’da yaşıyor; Siyasi Haber ve Avrupa Forum’da gazeteciliğe devam ediyor. Türkiye’de Bölge ve Güney’de Uyanış gazetelerinde çalıştı. 2015 yılından sonra başta Suriye’deki savaş süreci olmak üzere, Lübnan ve Ortadoğu’yu bir gazeteci olarak yakından takip etmek isteyen Uyar, Irak Süleymaniye merkezli Ortadoğu gazeteciliği yaptı.  Leyla Uyar, sağda. Defalarca ölüm tehdidi aldığını söyleyen gazeteci Uyar, o günleri şöyle anlatıyor: “Arapça bildiğim için Ortadoğu muhabirliği yapmak istedim. Süleymaniye’de 3 yıl kaldım. Ortadoğu Forum temsilciliğini yaptım. Üç yıl içinde, Türkçe konuşan insanlardan telefonda defalarca ölüm tehdidi aldım. Arabam kurşunlandı. Kurumu kapatıp Süleymaniye’den çıkmam lazım, Türkiye’ye gelemiyorum, mesleğim sebebiyle çok tehdit aldım. Avrupa’ya çıkmaktan başka çarem yoktu; çıkma kararını böyle aldım.” Uyar, Almanya’ya varışının beş buçuk ay sürdüğünü vurguluyor: İki defa sınırda ölümden döndüm. Sınırda üzerimden 40 kişi koşarak geçti. Her yanım yara bere içinde kaldı. Travmaydı benim için. Hâlâ da bir başka şekilde sürünüyorum. Oturum alamadım, gazeteci olduğumu ispatlamaya çalışıyorum.”

“Gidişim tercih değildi, ölmemek içindi”

Uyar, her ne kadar Almanya’da olsa da Türkiye ve Ortadoğu eksenli haberler yapıyor, bölge siyasetini takip ediyor, bolca da özlüyor. Aslen Hatay Samandağlı olan gazeteci, gidişini şöyle anlatıyor: “Ben ve benim gibi ölmemek, cezaevine girmemek için gelenlerin kalbi, yüreği hep Türkiye, Ortadoğu coğrafyasında atıyor. Belki buraya bir tercih yaparak gelseydim durum daha farklı olurdu. Ama yaşamak için gelince, güne geldiğiniz yerle başlıyorsunuz, geldiğiniz yeri düşünerek uyuyorsunuz. Benim gibi tercih olmadan gelenlerin hepsi böyle biliyorum, dili bile öğrenmeyenler var. Her an ülkeye bir demokrasi gelir de biz de döneriz gibi yaşıyoruz. Belki de bu umut bizi ayakta tutuyor.”

Sokağa çıkma yasakları sırasında sahadaydı; örgüt üyeliğinden 6 yıl 3 ay hapis cezası aldı

Nuri Akman, Avrupa’da Medya Tv’de gazetecilik yapıyor. 2013 yılında Malatya İnönü Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi okurken kapatılan Dicle Haber Ajansı’na (DİHA) haber yaparak gazeteciliğe başlayan Akman hakkında, yaptığı haberler gerekçe gösterilerek “örgüt üyeliği” iddiasıyla 12 yıla kadar hapis istemiyle dava açıldı. Akman, dava sürecinden sonra Diyarbakır DİHA bürosunda çalışmaya başladı; bölgede birçok farklı ilde gazetecilik yaptı. IŞİD’in Kobane’ye saldırdığı süreci yerinde takip etti. Akman, 2015 yılından sonra Cizre, Silopi, Şırnak, Nusaybin ve Derik gibi ilçe ve kent merkezlerinde yaşanan sokağa çıkma yasaklarındaki çatışma sürecinde de sahadaydı.  Şubat 2016’da ifade vermek için gittiği Malatya Adliyesi’nde sokağa çıkma yasağında takip ettiği olaylar ve IŞİD’e ilişkin yaptığı haberler gerekçe gösterilerek tutuklanan Akman, bu süreci şöyle anlatıyor: “Dava dosyamda ilgili merkezlerde çektiğim haberler dışında hiçbir şey yoktu. Altı ay tutuklu kaldıktan sonra ilk mahkemede tahliye oldum ancak, 2019 yılı içerisinde bu davam tamamlandı ve hakkımda 6 yıl 3 ay hapis cezası verildi.”

Hatay’da 14 gün IŞİD’lilerle kaldım”

Akman tahliye olduktan sonra da mesleğe devam etti. Ancak Akman’ın çalıştığı DİHA da, 15 Temmuz sonrasında çıkarılan kanun hükmünde kararnamelerden (KHK) nasibini alarak kapatıldı. Akman, yeni kurulan Dihaber’de gazeteciliğe devam etti. Hatay’da yaptığı haberlerden dolayı, meslektaşı Erdoğan Alayumat’la birlikte darp edildi: “Islahiye yolunda bayılana kadar darp edildim. Haber bilgilerime el konuldu. Hatay’a geri getirildik. Burada meslektaşım Erdoğan Alayumat ile 14 gün DAİŞ üyesi oldukları şüphesiyle gözaltında tutulan kişilerle aynı nezarette tutulduk. 14 günün ardından “örgüt üyesi olmak” ve “askeri casusluk” gibi suçlamalarla mahkemeye çıktık. Haberlerimiz dışında hiçbir gerekçenin bulunmadığı mahkeme sonucunda gazeteci arkadaşım Erdoğan Alayumat tutuklandı, ben ise haftanın üç günü polis karakoluna imza atmak şartıyla adli kontrolle serbest bırakıldım.” Nuri Akman Yaptığı haberler sebebiyle üç ayrı dava ile karşı karşıya kalan Nuri Akman hakkında, 100 yıla varan hapis cezası istendi. Hayatının geri kalan kısmını cezaevinde geçirmek istemeyen Akman, Türkiye’den çıkmaya karar verdi. Akman da tıpkı Uyar gibi bunun bir tercih olmadığını vurguluyor: “100 yıla varan hapis tehdidi ile karşı karşıyaydım. Doğup büyüdüğüm toprakları, ailemi, sevdiklerimi, alışkanlıklarımı terk etmek zorunda kaldım. Aslında bir karar değil, bir mecburiyetti. Belki de yaşama sarılma içgüdüsüydü. Yurtdışında yaşama kararı almadım, yaşayabilmek için yurtdışına gitmek dışında bir seçeneğim kalmamıştı.”

“Meriç’i geçerken dönüp arkama baktım, son bakışım olabileceğini hissetmek çok ağırdı”

Kaçak yollardan Türkiye’den çıkan Akman, birçok mülteciye mezar olan Meriç nehrini geçti. Göç yoluna çıkışını Akman’ın ağzından dinleyelim: “Meriç’i geçmek için bindiğim bottan dönüp sınırın arkamda kalan kısmına baktım. Bunun son bakışım olabileceğini hissetmek çok ağır geldi. Nehrin karşı yakasına bizi bırakan kişiler geri döndü ve iki arkadaş hiç bilmediğimiz, dilini dahi hiç duymadığımız bir ülkenin kara topraklarında yapayalnızdık. Yoğun bir tipi vardı. Ormanda yolumuzu kaybettik ve yaklaşık beş saat boyunca yol bulmaya çalıştık. Donma tehlikesi geçirdik. Feres’te polise gidip iltica talebimizi ilettik.” Yirmi ay boyunca Atina’da kalan Akman, Yunanistan’ın Türkiye ile sınırı olmasından kaynaklı kendini güvende hissetmediği için Sırbistan’a geçti. Bu yolculuk bazen yürüyerek bazen de insan kaçakçılarının kalabalık araçlarında, her türlü tehlikeyi göze alarak gerçekleşti: “Sırbistan’dan Romanya’ya geçerken sınır hattında Romanya polisine yakalandım. Üzerimizdeki tüm paraya, telefonlarımıza el kondu, çantalarımız ateşe verildi. Şu ana kadar binlerce mülteci Frontex denilen Avrupa Birliği polislerinin fiziki işkencelerine, tecavüzüne, gaspına uğradı.”

“Dayanışma sayesinde serbest kaldım”

Romanya polisi tarafından Sırbistan topraklarına sınır dışı edildikten bir hafta sonra Akman ve beraberindeki diğer mülteciler bir kez daha Romanya’ya girebilmek için şanslarını denedi. Bu sefer Romanya topraklarına girebilirler, ama kaldıkları otel Romanya polisi tarafından basılır ve yine gözaltı süreci başlar. Üç gün aç ve susuz bırakıldığını, soğuk havada emniyet bahçesinde beton üzerinde bekletildiğini söyleyen Akman maruz kaldıkları kötü muameleyi şöyle anlattı: “Beş günlük tutsaklığın ardından koronavirüs testine götüreceğiz dediler ve polisler eşliğinde bizi başkent Bükreş’e götürdüler. Burada hastaneye gitmeyi beklerken havaalanına götürüldük. Türkiye’de ölüm ve hapis tehditleriyle karşı karşıya olduğumuzu belirttik ve iltica talebimizi yineledik.”  “Polis otobüs içerisindekilere fiziksel şiddet uygulamaya ve zorla uçağa götürmeye başladı. Biz beş kişi direndik. Otobüsten indiremediler. Ters kelepçelenip nezarete götürüldük. Şiddet burada devam etti. Bizi uçağa bindirmek için çabalar sürdü. Ama sonra bir ara bir telaşlanma oldu, ardından tekrara nezarete götürüldük. Sonra avukatımız ulaştı ve serbest bırakıldık.” Serbest kalmalarının, yaşananların kamuoyunda yankı bulması ve medyadaki dayanışma sayesinde olduğunu belirten Akman, dayanışmanın ve gerçekleri her koşulda yazmanın önemini o gün bir kez daha kavradığını vurguladı. Akman, Türkiye’ye iade konusunda baskının devam etmesi sebebiyle Romanya’da da fazla kalamayacaktı. Yine yeniden göç yollarına düşen gazeteci, bir başka bir Avrupa ülkesine vardı. Akman yaşamak için düştüğü yollarda sığınacak bir ülke bulmasına rağmen, mecburiyetten Avrupa’ya gidenlerin ‘hastalığı’na o da tutuldu: “Fiziken bu ülkedeyim ancak ruhum topraklarımda. Gözümüz, kulağımız oradaki gelişmelerde. Çünkü insan bağlarından fiziken kopmak zorunda kalsa da ruhen kopuşu yaşamak istemiyor. Ben şahsen bir misafir olarak görüyorum kendimi. Misafirliğe bu kadar uzaklara gelmişken, buralardan da bir şeyler öğrenme gayreti içerisindeyim.”

“Toprağını, anılarını bırakıp gitmek kolay değil”

Filiz Zeyrek Türkiye’de yedi yıl boyunca kadın haber ajansı JinNews’te çalıştı. Cezaevine de girdi, gözaltına da alındı. Gidiş nedeni diğer gazeteciler gibi yaşadığı baskı, sansür ve şiddet. Filiz’in gidişinde bir başka önemli etken de kızları: “Gitmek öyle bir çırpıda söyleniyor ama hiç kolay değil. Toprağını, anılarını, sevdiklerini, kurulu düzenini bırakıp başına ne geleceğini bilmediğin yola çıkıyorsunuz. Ama bu kadar baskının olduğu, özgürlüğün olmadığı bir ülkede kalmak istemedim. Yedi aydır kızlarımdan ayrıyım, bir anne için daha zoru yok, ama hem kendi geleceğim hem de onların geleceği için bunu yapmalıydım.” Filiz Zeyrek Bir Avrupa ülkesine ulaşmasının aylar sürdüğünü belirten Filiz, neler yaşadığını sorduğumda ayrıntıları anlatmak istemedi: “Duyduğunuz, bildiğiniz her türlü sıkıntıyı ben de yaşadım. Çok defa aç susuz kaldım. Göç yolları çok kötü.”

“Ne zaman biter bu mültecilik bilmiyorum, ama biz her gün o günü bekliyoruz”

Birkaç aydır Avrupa’da olan Filiz, burada da medya alanında çalışmaya başladı. Kendi gibi Türkiye’den zorunlu göçle çıkan herkesin Türkiye ile uyuyup Türkiye ile uyandığını belirten Filiz, “Gözümüz, gönlümüz hep Türkiye’de. Kendimi örnek göstereyim. Buraya alışmam lazım ama hep Türkiye’deki arkadaşlarımla irtibat halindeyim. Zaten sabah uyanınca burada ne olmuş diye değil Türkiye’de ne oldu diye ajanslara bakıyorum” diye konuştu. Filiz için mülteci kavramı daha eski ve derinlerde. Hayatı boyunca mülteci olduğunu kaydetti: “Ben Kürt bir ailenin çocuğuyum. Doğduğum topraklardan dilini, insanlarını, geleneklerini bilmediğimiz yere göç etmek zorunda kaldık. Bu zorunda olma hali çok kötü. Bir defa hiçbir yere ait değilsiniz. Tam Adana’ya alıştım derken yine mülteci oldum. Burada da mülteci olmak zor. Bu ülkenin de ırkçıları var ve bizi istemiyorlar. Yakın zamanda bir sağlık sorunu yaşadım; ırkçı bir doktora denk geldim ve bana çok kötü davrandı. Biz burada ırkçılıkla da mücadele ediyoruz. Ne zaman biter bu mültecilik ne zaman topraklarımızda özgürce yaşarız bilmiyorum ama biz her gün o günü bekliyoruz.”
Image

Medya ve Hukuk Çalışmaları Derneği (MLSA) haber alma hakkı, ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğü alanlarında faaliyet yürüten bir sivil toplum kuruluşudur. Derneğimiz başta gazeteciler olmak üzere mesleki faaliyetleri sebebiyle yargılanan kişilere hukuki destek vermektedir.