Av. HATİCE DEMİR
Alışverişin, alfabenin, iplik döküntülerinin ve her şeyi düzeltmeye kalkışmanın yok ettiği… - Terziler Geldiler, Turgut Uyar
Bu makalede, iktidarın “Dezenformasyon Yasası” olarak duyurup muhalif kamuoyunun “Sansür Yasası” olarak adlandırdığı, 7418 sayılı Basın Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile Türk Ceza Kanunu’nda (TCK) yapılan değişikliğin sivil toplum örgütlerine etkilerine ve yaratacağı risklere değineceğim. Çeşitli yasal düzenlemelerle sivil toplum örgütlerinin bastırılmaya çalışılan sesine, sansür yasası ve dezenformasyon bülteni de eklenince bu örgütlerin izleme, raporlama ve savunuculuk faaliyetlerinin ilgili ceza kanunu maddesinin kapsamına nasıl girebileceği ve olası risklerle nasıl mücadele edilebileceği noktaları bu yazının izleğini oluşturmaktadır.
7418 sayılı kanunun ne amaçladığı çok tartışıldı. İktidarın “Dezenformasyon Yasası” olarak duyurduğu kanunun siyasi ve toplumsal muhalefet tarafından ısrarla “Sansür Yasası” olarak adlandırılmasının çeşitli sebepleri var.
Öncelikle ilgili yasa, sadece hakikatin insanlara ulaşmasını engelleme riskini taşımakla kalmıyor, “hakikatin sadece iktidar tarafından yalanlanmadığı ve gayrı meşru ilan edilmediği zamanlarda” hakikat olabileceğini, yani gerçeğin tekelinin iktidarda olduğunu da topluma dayatıyor.
Bu da yasayı yalnızca basına yönelik bir müdahale olmaktan çıkarıyor. Öyle olsa dahi tereddütsüz bir karşı çıkışı gerektirirken, yasa bu haliyle “hakikatin duyurulmasına dair derdi olan herkesi” yakından ilgilendiriyor. İktidarın hakikat inşalarına karşı toplumsal muhalefetin önemli seslerinden olan sivil toplum örgütlerinin de bu yasayla birlikte sansürün ana hedeflerinden biri olacağı, hak savunucuları tarafından kaygıyla dile getiriliyor.
Sivil toplum örgütlerinin hukuki zeminlerinin son üç yılına kısa bir bakış
Son yıllarda yaşanan bazı gelişmeler, birçok sivil toplum örgütünü yan yana getirdi ve ortak bir tutum almaya zorladı. Bunların en yakıcısı
7262 sayılı Kitle İmha Silahlarının Yayılmasının Finansmanının Önlenmesine İlişkin Kanun oldu. Kanunun sivil toplum örgütlerini ilgilendiren kısmı, sivil toplum kuruluşları üzerinden terörün finanse edilmesini engellemek amacıyla dernekler kanunu ve yardım toplama kanununda yapılacak değişikliklere ilişkindi. Kanun henüz taslak halindeyken insan hakları savunucuları tarafından “
Sivil Toplum Susturulamaz” isimli bir internet sitesi kuruldu. 694 sivil toplum örgütü, ilgili kanun teklifinin anayasa ve bağlı olduğumuz uluslararası insan hakları sözleşmelerine aykırı olduğu beyanıyla dernekler, vakıflar ve yardım toplama ile ilgili maddelerin tekliften çıkarılmasını istedi. Ancak bu talep karşılık bulmadı ve
yasa meclisten geçti.
Kanun tartışılırken, yüzlerce sivil toplum örgütü denetlendi. Af Örgütü, kanuna dair hazırladığı
raporun girişinde, kanunun sivil toplum örgütleri üzerindeki etkisini “Yeni kanun, Demokles’in kılıcı gibi tepemizde sallanıyor” atfıyla özetliyordu.
Kanun hala Demoklesin kılıcı gibi tepemizde sallanadursun, Türkiye insan hakları savunucuları kapatma davaları ile iktidar ve ortağı tarafından sivil toplum örgütlerinin açıktan hedef gösterildiği yeni bir dönemece hızlıca girdi.
İktidar ‘Bitti’ deyince biter mi: Kapatma davaları
7262 sayılı kanunun yarattığı korku ve otosansür iklimi devam ederken, Türkiye geçen yıl iki önemli dernek kapatma davasıyla sarsıldı. Bunlarda ilkinde süreç Tarlabaşı Toplumunu Destekleme Derneği’nin (Tarlabaşı Toplum Merkezi- TTM) iktidara yakın basın tarafından hedef tahtasına konması, geçmiş faaliyetlerinin sistematik ve manipülatif şekilde haberleştirilmesiyle başladı. Devamında dernek denetim geçirdi ve “yokluğun tespiti” ve “derneğin feshi” talepli iki ayrı dava açıldı. Bu davaların “derneğin feshi” talepli olanı, tüm sivil toplum örgütlerini ilgilendiren meselelerin kapatma davasına konu edilmesi nedeniyle hak savunucuları arasındaki dayanışmayı artırırken, korku tohumlarını da filizlendirdi. (Bu konudaki ayrıntılı bilgiye
https://iyikivarsinttm.org adresindeki basın açıklamaları ve bilgi notlarından erişilebilir.)
TTM’ye açılan davanın etkisi sürerken bir başka kapatma davası haberi daha gündeme oturdu. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Derneği’ne (KCDP) “aileyi ve toplumu parçalamayı amaçladığı” ve “cumhurbaşkanına hakaret söylemlerinde bulunduğu” iddialarıyla
kapatma davası açıldı.
Yürüttükleri faaliyetler, izleme çalışmaları ve raporlamalarla Türkiye insan hakları hareketinde çok büyük yer kaplayan bu iki derneğe açılan kapatma davaları sivil toplumun imtihanının ne başı ne sonu oldu. Göç İzleme Derneği’ne kesilen para cezaları ve dernek yöneticilerine açılan davalar, dernek yöneticilerine dönük tutuklu yargılamalar; dernek çalışmaları nedeniyle İnsan Hakları Derneği Eş Genel Başkanına açılan davalar; Rosa Kadın Derneği gibi Kürt illerinde faaliyet gösteren kadın derneklerinin çalışan ve gönüllülerine dönük gözaltılar ve yargı tacizleri, LGBTİ+ derneklerine dönük sistematikleşmiş hedef gösterme ve çarpıtmalar ve çok daha fazlası Türkiye sivil toplumunun rutin mücadele gündemlerinden bazıları… (Gelişmeleri yakından takip etmek isteyenler için sürekli güncellenen bir kaynak:
https://ihsda.org/)
Sansür Yasası sivil toplum örgütlerini teğet geçer mi?
Sansür yasası, yeterince ses yükseltemezsek, sivil toplum örgütlerini susturmak için en kullanışlı enstrümanlardan biri olacak. Yasayla Türk Ceza Kanunu’na eklenen maddenin lafzı dahi hukuki öngörülebilirlikten ve belirlenebilirlikten yoksunluğu ortaya koyuyor:
Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma
MADDE 217/A- (1) Sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır.
(2) Fail, suçu gerçek kimliğini gizleyerek veya bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlemesi hâlinde, birinci fıkraya göre verilen ceza yarı oranında artırılır.
Anayasal konularda Avrupa Konseyi’nin danışma organı olan ve ülkelerdeki mevzuat konusunda öneriler ortaya koyan Venedik Komisyonu tarafından yasa teklifine ilişkin sunulan
görüşte yapılmak istenen değişikliklerin sivil topluma olası etki şöyle aktarılıyor:
“(TCK’ya eklenecek)…taslak hüküm ister gazeteci, ister siyasetçi, ister aktivist, ister uzman bir profesyonel, isterse de sade vatandaş olsun, her bireye uygulanabilecek niteliktedir. Ayrıca birey toplulukları, örgütler, medya kuruluşları, çevrimiçi platformlar veya diğer aracıları da kapsamaktadır.”
Ve yasa yürürlükte…
Burada bir parantez açıp
Dezenformasyon Bültenleri’ni de anayım.
Yasadan hemen sonra İletişim Başkanlığı tarafından hazırlanmaya başlanan bültenler, Türkiye’nin yeni
hakikat belirleyicilerinden biri oldu. Burada, bazen bir milletvekilinin attığı tweet yalanlanıyor, bazen bir tecavüz beyanının yalan olduğu dile getiriliyor, bazen de çeşitli raporlar ve istatistiklerin manipülatif olduğu beyan edilerek dezenformasyon yaydığı iddia ediliyor. Bültenlere konu iddiaları dile getiren sosyal medya kullanıcıları ya da haber siteleri de “yalan haberi yayanlar” olarak etiketleniyor. Bu bültenlerin yakın zaman içinde savcılık iddianamelerinde dayanak olacağını öngörmek zor değil.
Yasayı incelediğimizde, ilk etapta sivil toplum örgütlerini etkilemeyeceği, zira suçun failinin ancak bir gerçek kişi olabileceği akla gelebilir. Burada, sivil toplum örgütlerinin gerçek kişilerden oluştuğu, yayımladıkları raporların, yaptıkları basın açıklamalarının, kamuoyuna duyurularının gerçek kişilerce yürütülen faaliyetler olduğunu da hatırlayalım.
A derneği, toplumsal cinsiyet eşitliğine katkı sunmak ve kadın ve LGBTİ+lara yönelik şiddetle ilgili farkındalık yürütmek amacıyla kurulmuştur. Dernek, son 5 yılda LGBTİ+lara dönük işlenen nefret suçlarını raporlayabilmek ve kendi verileriyle devletin verilerini karşılaştırabilmek için ilgili bakanlıklara bilgi edinme başvurusu yapmış fakat yanıt alamamıştır. Bunun üzerine “X Bakanlığı nefret suçu verilerini gizliyor!” başlıklı bir duyuruyu sosyal medya hesaplarından yaygınlaştırmıştır.
Yukarıdaki örnekte yer alan durumda Dezenformasyon Bültenleri’nde derneğin bu paylaşımını görmemizin imkânsız olduğunu ve dernek yöneticileri/çalışanlarına TCK 217/A’dan asla soruşturma açılamayacağını söylemek en iyi ihtimalle iyi kalplilik olacaktır. Bir derneğin yöneticilerinin ya da çalışanlarının çeşitli sebeplerden açılmış soruşturma dosyalarının olmasının, derneğin kapatılması davasına gerekçe edilebildiğini de KCDP’ye açılan davadaki gerekçelerden biliyoruz. KCDP avukatlarından Sevda Bayram, dava dosyasındaki bu durum için “Derneğin adı diğer dosyalarda geçmiyor, kişilerin adı geçiyor. Detaylı beyan olarak sunacağız. Dosyalara konu olay tarihlerinde kişiler dernek yöneticisi mi, değil mi bir inceleme yapılmadı. Emniyetin hukuka aykırı biçimde elde tuttuğu kayıtlar aykırılığa rağmen istendi. Hiçbirinde derneğin adı geçmediği belirtildi. Hiçbirinde bir suç yok” diyor.
Sonuç niyetine: Sansüre dur de
İktidarın dezenformasyonla mücadele gerekçesiyle yürüttüğü cadı avıyla, yine iktidarın sürekli dile getirdiği “Türkiye özgürlükler ve güvenlikler ülkesi” anlatısı arasındaki makas yasayla iyice açılacak. Tüm bu ceza ve kapatma tehditlerine karşı önerebileceğim bir korunma sistemi ne yazık ki yok. Çünkü yasanın hiçbir
hukuki öngörülebilirliği yok. İlgili yasadan ve getirdiği cezalardan korunmanın tek yolu bütün bu “özgürlük ve güvenlik masalını” kabul etmek…
Sivil toplum örgütleri ve bünyelerindeki hak savunucularının tam da şimdi yapması gereken, iktidarın kurguladığı bu hakikat inşasına direnmek; gördüğümüzü, bildiğimizi, duyduğumuzu anlatmaktan; hakkımız olanı talep etmekten, izlemekten ve hesap sormaktan, sansüre dur demekten vazgeçmemek!
* Bu yazı dizisi, Almanya Federal Cumhuriyeti İstanbul Başkonsolosluğu tarafından desteklenmiştir.