SİBEL YÜKLER
Geride bıraktığımız yıl, toplanma hakkı, ifade ve basın özgürlükleri açısından hayli çetrefilli geçti. 2021 yılı, siyaset kürsülerinden sahaya, üniversitelerden parklara, medyadan STK’lara kadar temel hak ve özgürlükler noktasında sınanarak, ifade vererek, gözaltına alınarak, tutuklanarak geçen bir yıl oldu desek mübalağa etmiş olmayız. Geçen yıla iz bırakan, deyim yerindeyse damgasını vurup yukarıda bahsini geçtiğimiz gayri hukuki tutumlardan en çok nasibini alanlardan biri de LGBTİ+’lar oldu.
Bir önceki sene, yani 2020 yılında Diyanet'in LGBTİ+’lara dönük nefret söylemleri ve yaptırımları sınır tanımamış, İçişleri Bakanı gibi devlet otoriteleri ve milletvekilleri hedef gösterme sırasına girmiş, bu duruma tepki gösteren başta barolar olmak üzere çeşitli kurumlar ve hak savunucuları da ayrı ayrı hedef gösterilmişti. 2021 yılı da bu siyasetin katlanarak devam ettiği bir yıl oldu.
Bu noktada medyadan siyasete, toplumsaldan yargıya 2021 yılının LGBTİ+’lar açısından nasıl geçtiğini ve
Kaos GL 2021 Medya İzleme Raporu’nun sonuçlarını, Kaos GL Derneği Medya ve İletişim Program Koordinatörü, gazeteci Yıldız Tar ile konuştuk.
‘Gazetecilik tarihimin en tuhaf spot cümlesini yazdım’
Tar, 2021 yılına öncelikle Boğaziçi Üniversitesine atanan kayyum rektör Melih Bulu protestoları ile girildiğini, bu protestoların nasıl da hızlıca ve elbirliğiyle LGBTİ+’ları hedef gösterme kampanyasına dönüştüğünü hatırlatarak, süreci şöyle aktardı:
“LGBTİ+’lar bu protestolarda yer alıyordu ve bunun üzerinden senelerdir siyaset ve medya eliyle sürdürülen LGBTİ+ düşmanı kampanyanın hız kazandığına şahit olduk. Boğaziçi Üniversitesinde açık çağrıyla gelen eserlerin yer aldığı sergideki bir kolaj çalışmasının Boğaziçi İslam Araştırmaları Kulübü (BİSAK) tarafından sosyal medyada hedef gösterilmesiyle başlayan süreç, LGBTİ+’lara dönük nefret söylemi ve hedef göstermelerin arttığı bir kampanyaya dönüştü. İçişleri Bakanı, İstanbul Valiliği, Diyanet İşleri Başkanı, Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü ve CHP Parti Sözcüsü’nün hedef gösterdiği Boğaziçili öğrencilerden ikisi tutuklandı. Sene içerisinde serbest bırakılsalar da dava devam ediyor. Protestolar devam ederken, bir gece yarısı kararıyla Boğaziçi Üniversitesi LGBTİ+ Çalışmaları Kulübü kapatıldı. Eş zamanlı olarak gökkuşağı bayraklarının medya ve siyaset eliyle suçlulaştırıldığını, neredeyse her eylemde gökkuşağı bayrağı taşıyanlara polisin saldırdığını gördük.”
Tar, bütün bu süreci özetlerken, yaşananların kendi gazetecilik tarihine de nasıl tezahür ettiğini şu sözlerle ifade etti:
“Öyle ki artık haber yazarken ipin ucunu kaçırmaya başladığımı hissettim ve gazetecilik tarihimin en tuhaf spot cümlesini yazarken buldum kendimi: ‘Boğaziçi Üniversitesinin LGBTİ+ bayrağı taşıyan bir öğrenciye soruşturma açmasını protesto eden öğrencilerin gözaltına alınmasını protesto eden öğrencilere gözaltıları protesto edenlerin de gözaltına alınmasını Çağlayan’da protesto edenler de gözaltına alındı.’”
Nefret söylemi, en çok ‘İstanbul Sözleşmesi’ ve ‘Boğaziçi’ ile üretildi
2021 yılının en önemli olaylarından biri de kuşkusuz İstanbul Sözleşmesi’nin bir gecede Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile feshedilmesiydi. Sözleşme, hükümet başta olmak üzere Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da son iki yıldır, “kaldırılması, sonlandırılması, yok edilmesi” noktasında gündemindeydi. Bu “gerekliliğin” otoriteler nezdinde iki sebebi vardı: “İstanbul Sözleşmesi aileyi yıkıyor ve eşcinselliği meşrulaştırıyor.” Öyle ki yalnızca AKP hükümeti içerisinde değil, hükümete baskı yapan “İsmailağa” gibi dini tarikat ve cemaatler tavanı ve tabanında da karşılığı çok netti: “Eşcinselliği meşrulaştıran İstanbul Sözleşmesi bir an önce kaldırılmalı.”
LGBTİ+’lar için bir diğer önemli gündemin İstanbul Sözleşmesi olduğunu söyleyen Yıldız Tar da sözleşmesinin kaldırılmasına gerekçe olarak LGBTİ+’ların gösterildiğini ve hal böyle olunca her geçen yıl baskının arttığını söyledi:
“İktidarın senelerdir LGBTİ+ düşmanı siyasetlerinin bir parçası olarak gündeme getirdiği İstanbul Sözleşmesi de gece yarısı kararıyla kaldırıldı ve iktidar buna da gerekçe olarak yine LGBTİ+’ları gösterdi. Polis saldırıları, Onur Yürüyüşü’nde devam etti. Şu an İstanbul Onur Yürüyüşü’ne katılanlara açılan altı ayrı dava var. 2021 yılı, LGBTİ+ düşmanı siyasetin araçlarını çeşitlendirdiği bir yıl oldu. Hedef göstermenin ötesinde, LGBTİ+ kimlik ve varoluşunun suç olarak değerlendirildiği, polis şiddeti ve yargılamaların arttığı bir yıl oldu.”
Peki bahsini ettiğimiz LGBTİ+'lara yönelik nefret söylemleri ve hedef göstermeler medyaya genel olarak nasıl ve ne boyutta yansıdı? Tar, ortaya çıkan ilginç bir tabloyu şöyle açıkladı:
“Nefret söylemi ve/veya ayrımcı dil içeren metinlerin başlıkları incelendiğinde en çok kullanılan kelimenin ‘İstanbul’ olduğu (145 kere), hemen ardından ‘Sözleşmesi’ kelimesinin (99 kere) geldiği görülüyor. Boğaziçi, 79 kere kullanılarak İstanbul Sözleşmesi’ni takip ediyor. Bu durum, 2021’de LGBTİ+’lara yönelik nefret söyleminin en çok İstanbul Sözleşmesi ve Boğaziçi Üniversitesindeki kayyum rektör protestolarına ilişkin haber, köşe yazısı ve söyleşilerde üretildiğini gösteriyor. Geçtiğimiz yıllardaki araştırmalarımıza paralel bir şekilde, nefret söyleminin siyaset eliyle de medyada kendisine yer bulduğunu söyleyebiliriz.”
Derneklere kapatma çağrıları yayıldı, örgütlenme özgürlüğü hedef gösterildi
Rapora göre, 2021 yılında yazılı basında LGBTİ+’larla ilgili haber, söyleşi ve köşe yazılarının yüzde 29’unda nefret suçu işlendi. “Bu durum, nefretin söylemle kalmadığına ve hedefsiz olmadığına işaret ediyor” diyen Tar, nefret haberlerinin neredeyse hepsinde gerçek kişi ya da kurumların işaret edildiğini, hedef gösterildiğini ve haklarının ihlal edildiğinin altını çizdi.
2021’de LGBTİ+’larla ilgili gazetelerde yer alan haber, söyleşi ve köşe yazılarının yarısından fazlasının ayrımcı olduğunu vurgulayan Tar’a göre, “ayrımcılık yapmak haberin yazılma amacına dönüştü.”
Dernek, kurum ve kuruluşların da hedef gösterildiğini söyleyen Tar, LGBTİ+’ların düşünce ve örgütlenme özgürlüğünün ihlal edilmesine yönelik çağrıların medyada sıklıkla yer aldığının altını çizerek, şunları aktardı:
“Bütün metinlerin neredeyse yarısında LGBTİ+’ların düşünce ve örgütlenme özgürlüğünü ihlal etmeye çağrı vardı. ‘LGBTİ+ Dernekleri Kapatılsın’ üst başlığıyla yıllardır sürdürülen karalama kampanyaları, Boğaziçi Üniversitesi protestoları ve İstanbul Sözleşmesi gündemleri ile birleşerek hız kazandı. Yazılı basında LGBTİ+’larla ilgili metinlerin neredeyse yarısında LGBTİ+ örgütlenmeleri hedef gösterildi, LGBTİ+ derneklerinin kapatılması çağrısı yapıldı veya yaygınlaştırıldı, LGBTİ+’ların varolmaları dahi hedef gösterildi ve LGBTİ+’ların ifade özgürlüğüne saldırıldı. Bu durum, LGBTİ+ karşıtlığının artık medyada kemikleşmiş bir hal aldığını, gündem ve olaylar değişse de LGBTİ+ düşmanlığının sürdüğünü gösteriyor.”
Alternatif/muhalif medya: Haklarına saygılı ama özne görmüyor
Peki bütün bu tabloda anaakım ve muhalif/alternatif medya arasında bir fark var mı? Tar’ın bu soruya cevabı şöyle oldu: “Hak haberciliği kapsamında değerlendirilen 1707 metni detaylı bir şekilde incelediğimizde haberlerin önemli bir bölümünde sadece LGBTİ+’ların temel insan haklarına saygılı bir habercilikle yetinildiği açığa çıkıyor. Ortaya çıkan tablo, LGBTİ+’ların haklarını ihlal etmeden, objektif bir temsil güden haberlerin sadece hakkı ihlal etmemekle sınırlı kaldığını gösteriyor.”
“LGBTİ+’lar ancak ve ancak bir nefret saldırısı ya da ayrımcılığa maruz bırakıldıklarında gazete sayfalarında yer alabiliyor. LGBTİ+ örgütlerinin çalışmaları ve görüşleri yazılı basında kendisine yer bulamazken; başarı hikayelerini haberleştirme konusunda da büyük bir eksiklik göze çarpıyor” diyen Tar, LGBTİ+’ların hak haberciliği yapan medyada da özne olarak yer alamadığını söyledi.
Bu tabloda LGBTİ+’ların olumlu ya da olumsuz temsil fark etmeksizin ancak ve ancak haberin konusu olarak yer alabildiğini söyleyen Tar, şöyle devam etti:
“Medya, LGBTİ+’ları, hayatlarını, fikirlerini, mücadelelerini temsil etmiyor. Onun yerine LGBTİ+’lar hakkında konuşmayı tercih ediyor. LGBTİ+’ların kendi seslerini medyadan okuyabilmek mümkün olmuyor. Bu durum da medyada LGBTİ+’ların insandışılaştırılması anlamına geliyor. LGBTİ+’lar medyada hayatları, iradeleri ve hakları olan özneler olarak temsil edilmek yerine; deyim yerindeyse üzerine konuşulan bir ‘sorun’ olarak yer alıyor.”
Nefret söylemi içermeyen haber, söyleşi ve köşe yazılarına bakıldığında en çok yinelenen kelime öbeğinin “Kadın ve LGBTİ” olduğunu söyleyen Tar, alternatif/muhalif medya açısından oluşan tabloyu ise şöyle özetledi: “Bu durum, nefret üretmeyi yayın politikasına dönüştüren gazetelerin LGBTİ+’ları adıyla sanıyla hedef gösterirken; hak haberciliğine veya LGBTİ+’ların haklarına saygı göstermeye gayret eden gazeteler açısından LGBTİ+’ların ‘ve’ ekiyle eklendiğini ve yayın politikalarının merkezinde yer almadığını bir kez daha gösteriyor.”