İstanbul – Suriye'de haber takibinde öldürülen gazeteciler Nazım Daştan ve Cihan Bilgin için 21 Aralık 2024’te düzenlenen anmaya katıldıkları gerekçesiyle haklarında dava açılan 10 gazeteci, iki siyasetçi ve iki gencin yargılandığı davanın ilk duruşması görüldü. İstanbul 25. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşmada mahkeme, esas hakkındaki mütalaanın hazırlanması için dosyayı 27 Mayıs’a erteledi.
Duruşmaya sanıklar, avukatları ve çok sayıda basın mensubu katıldı. Haklarında “örgüt propagandası yapmak” ve “Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet” suçlamalarıyla dava açılan gazeteciler Gülistan Dursun, Hayri Tunç, Enes Sezgin, Osman Akın, Can Papila, Pınar Gayıp, Serpil Ünal ile siyasetçiler Hacı Ugiş ve İmam Şenol mahkemeye savunma yaptı. Zeynep Kuray, Yadigar Aygün, Mahsun Sağlam, Pelin Laçin ve Yağmur Filiz hakkında ise yalnızca 2911 sayılı yasaya muhalefetten dava açıldı. Mahkeme bu beş kişi hakkında dosyaların ayrılarak asliye ceza mahkemesine gönderilmesine karar verdi.
"Anayasal hakkımız engellendi, darp edildik"
Duruşmada ilk savunmayı yapan gazeteci Can Papila, katıldıkları anma etkinliğinin anayasal bir hak olduğunu söyledi. “Gazetecilik halkın denetim ilişkisidir. Bu zemin önemlidir ve zeminin sağlanması gerekir. Bu anlamda Nazım ve Cihan’ın duruşmasına katıldık. Gözaltına alındığımız yerde uyarı yapılmadan müdahale edildi. Dağılacak bir alan da yoktu, süre de verilmedi. ‘Propaganda yaptınız’ deniyor ama kimin propagandasını yaptığımız belli değil. Bu nedenle beraatımı talep ediyorum” dedi.
Gazeteci Gülistan Dursun da anmanın anayasal bir hak olduğunu vurguladı. “Öldürülen iki gazeteciyi anmak anayasal hakkımızdır. Eylem başlamadan darp edilerek gözaltına alındık. Atılan sloganların ise bir suç teşkil etmediğini düşünüyorum” diye konuştu. Dursun, polislerin basın açıklamasına varmadan önce kimliklerini aldığını, alana ulaşamadan ablukaya alındıklarını ve gözaltına alındıklarını belirtti.
Gazeteci Hayri Tunç ise gözaltı sırasında fiziksel şiddet uygulandığını söyledi: “İşkence ve darp edilerek gözaltına alındık. Suriye’de iki gazetecinin öldüğünü ulusal ve uluslararası basın kuruluşlarından öğrendim. Dağılın çağrısı yapılmadı. Eylem alanına uzak bir yerde kimliğimiz alındı. Ters kelepçe yapıldı, küfür ve hakaret edildi. Boynum sıkıldı.”
Siyasetçi Hacı Ugiş, gazeteci Nazım Daştan ve Cihan Bilgin’in haberini sosyal medyadan öğrendiklerini ve bu nedenle anmaya katıldıklarını belirtti. “Katledilen kişilerin sadece gazeteci olduklarını biliyordum. Bu yüzden oradaydım” dedi.
İmam Şenol da müdahaleye ve gözaltı sürecine tepki gösterdi. “Polis normalde herkesin duyacağı şekilde uyarı yapar. Ama burada tam tersi oldu. Herkesi orada tuttular. Resimleri polisler yere atıyordu, biz topladık. Biz Aleviler olarak kim olursa olsun, bir zulüm varsa karşısında dururuz." ifadelerini kullandı.
Yeni Yaşam gazetesi çalışanı Enes Sezgin, Nazım Daştan ve Cihan Bilgin’in gazetecilik faaliyeti sırasında hedef alındığını belirtti. “Savaşlarda gazeteciler ilk hedef alınanlardır. Ukrayna, Rusya, Filistin’de de böyle oldu. Burada da katledilen gazeteciliktir. Bu yüzden orada bulunmam temel sorumluluğumdur. Biz gazeteciliği savunmaya devam edeceğiz. Ortada bir suç yok. Türkiye, gazeteciler için en güvensiz ülkeler arasında.”
Yeni Yaşam çalışanı Osman Akın, eylem alanında olmadığı halde kimliğinin alındığını, daha sonra abluka altına alındıklarını söyledi. “Amir olduğunu söyleyen biri dağılmamızı istedi ama dağılma alanı açılmadı. Hero Bahaddin’in pankartını taşıyordum. Tanıdığımız gazetecilerdi. ‘Terörize’ edilerek katledildiler. Ben de buna karşı durmak için oradaydım. Daha sonra kolluğun şiddetine maruz kaldık.”
ETHA editörü Pınar Gayıp da gözaltı sürecinde işkence ve kötü muameleye maruz kaldıklarını anlattı. “Kaldırımda bekliyorduk. Güvenlik koridoru açılmadı. Dakikalarca işkence ve cinsiyetçi küfürlerle gözaltına alındık. Dağılın anonsu yapılmadı. Nazım ve Cihan Rojava’da katledildi. Yayın araçlarının üstünde ‘basın’ yazıyordu. Türkiye’nin imza attığı Cenevre Sözleşmesi’nde gazetecileri koruyan maddeler var. Ama burada hiçbir işlem yapılmadı. Bir gün boyunca hiçbir ihtiyacımız karşılanmadı. Hapishane girişinde çıplak aramaya maruz kaldık. Gazetecilik suç değildir. Rojava’da da, Filistin’de de dünyanın her yerinde gazeteciliği savunacağız.”
Mücadele Birliği gazetesi muhabiri Serpil Ünal, “Nazım Daştan ve Cihan Bilgin’in gazeteci olduğunu bildiğimiz için onları savunduk. Eğer yargılanacak biri varsa bu yasak kararlarını verenlerdir. ‘Propaganda’ yapıldığı söyleniyor ama neyin propagandasını yaptığımız belli değil. ‘Özgür basın susturulamaz’, ‘Direne direne kazanacağız’ sloganları yasadışı değildir” dedi.
Sanık avukatları da müvekkillerinin ifade özgürlüğü kapsamında anayasal haklarını kullandıklarını belirterek beraat talebinde bulundu. Avukat Pelin Kımız, “Bu kişiler yalnızca öldürülen gazetecilerin fotoğraflarını taşıdı. Fotoğraflarda ellerinde kameralar var, herhangi bir amblem yok. Savcılık ‘arama kararı var’ diyor ama katılımcılar bunu bilemez. Ayrıca ‘Direne direne kazanacağız’, ‘Şehit namirin’ gibi sloganlar Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına göre suç değil” dedi.
Gülistan Dursun’un avukatı Bülent Kaya, “Eylem daha başlamadan gözaltı işlemi yapıldı. Müvekkillerin dağılması engellendi. Yasaklama kararı hukuka aykırı” dedi.
Hacı Ugiş’in avukatı Ferat Boğatekin, “Katledilenler gazeteci, müvekkiller de gazeteci. Bu nedenle eyleme katılmaları insani bir davranıştır. Eylemin kendisi yasaldır” ifadelerini kullandı.
Pınar Gayıp’ın avukatı Şükrü Alpsoy ise, “Devlet suç işledi. TSK suçtan azade mi? Bir kişi insan haklarıyla devlet arasında kalıyorsa, insan haklarından yana olmalıdır. Katledilen gazetecilerin ellerinde silah değil, kamera vardı. Bu bir suç değil. ‘Toplantı ve gösteri hakkı’ anayasal bir haktır. Yasaklama kararı suçluyu koruyan niteliktedir. Bu davada her iki suçun unsurları oluşmamıştır” dedi.
Mahkeme, yalnızca 2911 sayılı yasadan yargılanan beş kişinin dosyasını ayırarak asliye ceza mahkemesine gönderdi. Diğer sanıklar hakkında ise esas hakkındaki mütalaanın hazırlanması için duruşmayı 27 Mayıs 2025’e erteledi.