Onların “büyük suçları” yaptıkları haberlerdi. Birçoğu daha önce de cezaevine girdiğinden bir daha bu riski göze alamayarak geçmişlerini bir sırt çantasına sıkıştırıp düştü yola. Zorlu yolların ardından ulaştıkları Avrupa’ya geldikleri günden bu yana ise kendilerine hep şu soruyu soruyorlar: “Cezaevi mi, sürgün mü?” Hepsi mesleklerini devam ettirmenin koşullarını arıyor ve devam etmek istiyor. Ama en çok istedikleri mesleklerine ülkelerinde devam edebilmek, başka bir yerde değil. Mülteci gazeteciler yazı dizisinin dördüncü ve son konuğu Nuri Akman.
Çağdaş Kaplan / ATİNA
“Mülteci Gazeteciler” dosyasının dördüncü ve son gününde 5 ay önce ülkesini terk ederek Yunanistan’a geçmek zorunda kalan gazeteci Nuri Akman ile konuştuk.
Yaşının 3 katı hapis cezaları
Nuri Akman (24) meslek yıllarının henüz başındaki genç Kürt gazetecilerden biri fakat mesleğe verdiği yıllardan ve yaşından büyük hapis cezaları ile yargılanıyor. Akman, gazeteciliğe 2014 yılında Malatya İnönü Üniversitesi’nde öğrenciyken Dicle Haber Ajansı’na haber geçerek başladı. Kentteki öğrencilerin sorunları ve toplumsal olaylarla ilgili takip ettiği haberler kısa sürede kendisine soruşturma olarak döndü. Haber takibi sırasında boynunda fotoğraf makinası ve elinde not defteri ile çekilmiş bir fotoğrafı açılan bir soruşturmada “örgüt üyeliği” iddiasına delil olarak sunuldu ve hakkında dava açıldı. Akman, 2015 yılından itibaren Dicle Haber Ajansı’nın Diyarbakır Bölge Temsilciliğine bağlı olarak Diyarbakır başta olmak üzere bölgenin birçok kentinde muhabir olarak çalıştı. Bölge kentlerinde ilan edilen sokağa çıkma yasakları sırasında Cizre, Nusaybin, Silopi, Derik gibi birçok ilçede zor koşullara rağmen kamuoyuna haber aktardı. IŞİD’in saldırdığı Suriye’nin Kobani kentine girerek haber takibi yaptı. Yetkililerin gerekli izni dahilinde geçtiği Kobani ile sokağa çıkma yasaklarının ilan edildiği merkezlerde yaptığı haberler ve sosyal medya paylaşımları gerekçe gösterilerek hakkında “örgüt üyeliği” iddiasıyla ikinci bir dava açıldı. Yalnızca gazetecilik faaliyetleri gerekçe gösterilerek 2015 yılında başlatılan soruşturma kapsamında ifade vermek üzere gittiği Malatya'da hakkında tutuklama kararı verildi. Malatya 2. Ağır Ceza Mahkemesinde devam eden davanın ilk duruşmasında tahliye edildi, ancak sonrasında 6 yıl 3 ay hapis cezasına mahkûm oldu. Tahliye edildikten sonra bölgede muhabirlik yapmaya devam etti. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Afrin'e yönelik operasyon hazırlığında bulunduğu 2017 yılının Haziran ayında cihatçı grupların üssü haline gelen Hatay'da haber takibindeyken gözaltına alındı. İşkence altında geçirdiği 15 günlük gözaltı sürecinin ardından adli kontrol tedbiri ile serbest bırakılsa da hakkında “askeri casusluk” ve “örgüt üyeliği” suçlamalarıyla 45 yıla varan hapis istemiyle üçüncü bir dava açıldı.
Akman’ın sürgünü
Türkiye’de gazetecilik yaptığı ve karanlıkta bırakılmak istenen bölgelerdeki gelişmeleri kamuoyuna duyurduğu için hakkında açılan 3 ayrı davada toplamda yüz yıla varan hapis istemiyle yargılanan Akman, davaların karar aşamasına gelmesinin ardından Ocak ayında ülkesini terk ederek Yunanistan’a geçti. Akman, Yunanistan’a geçişini hakkındaki yurt dışı yasağı nedeniyle Meriç Nehri üzerinden illegal yollarla yapmak zorunda kaldı.
Geçişi hiç de kolay olmadı. Yoğun kar ve tipi nedeniyle donma tehlikesi atlattı. Akman yaşadığı o anları şöyle anlatıyor:
“Tipi yürümemizi engellediği için balta girmemiş bir ormanı andıran ağaçlık bir alana girdik. Ancak buradan çıkmak çok zordu. Beş saati aşan bir süre boyunca buradan çıkmaya çalıştık. Kar ve devam eden tipi donma tehlikesi yaratıyordu. Uzun uğraşlar sonucu köy yoluna çıkabildik. Gün ağarmaya başlarken bizi saatlerce sürecek yeni bir yol bekliyordu. Sabaha doğru bastıran sağanak yağmur altında sınıra yaklaşık 20 km uzaklıktaki Feres ilçesine yürüdük. Burada polis merkezine giderek teslim olduk. Ancak burada da hep eleştirilen ve artık işkence merkezi olarak adlandırılan, Türkiye'deki gözaltı merkezlerinden hiçbir farkı olmayan bir yerde tutulacaktık. Ülkesini terk etmek zorunda kalan yüzlerce kişi karanlık nezarethanelerde, pislik içerisinde tutuluyordu. Gerekli işlemleri yapan polisler basın kartımı görünce bana daha dikkatli davranmaya çalışsa da Ortadoğu'nun farklı ülkelerinden gelen mültecilerin çıplak arama ve fiziksel şiddete varan insanlık dışı muamelelere maruz kaldığına şahit oldum. Yunan yetkililerin bu merkezleri AB yetkililerinin gelmesinden önce hukuka uygun koşullara getirdiğini ancak ziyaretin hemen ardından yine eski işkence merkezlerine dönüştürdüğünü sonradan öğrendim.”
Akman 5 aydır zorunlu olarak ikamet ettiği Yunanistan’ın Atina kentinde gazeteciliğe profesyonel olarak devam etmek istese de henüz bunun koşulları yok. Suriye’den yayın yapan ANHA’nın Türkçe servisinde yarı zamanlı olarak çevirmenlik yapmaya devam eden Akman, geçimini Yunanistan’da hiçbir sosyal yardımdan yararlanamadığı için kendisi gibi siyasi mültecilerle oluşturdukları dayanışma sayesinde sağlıyor.
Akman, yurt dışına çıkmasının ardından uluslararası basın meslek örgütleriyle de iletişime geçmiş fakat onlara da eleştirileri var. Akman şunları söylüyor: “Bizleri önceden tanıyan ve defalarca iletişim kurabildiğimiz bu basın kuruluşu temsilcilerine deyim yerindeyse gazeteci olduğumuzu kanıtlamaya çalışıyoruz. Gazetecilik, akşam 17:00'dan sonra biten bir memuriyet değil, bir yaşam biçimidir. Böyle gördüğümüz ve yaşadığımız için her alanda şahit olduğumuz haber niteliğindeki olayları duyurabilme refleksi gelişiyor. Ancak bu sefer de basın kurumlarının devletin griliğine benzeyen ‘resmiyetine’ takılıyoruz. ‘Türkiye- Yunanistan sınırını aştıktan sonra geride sadece ülkemizi değil yaşam biçimimizi, gazeteciliğimizi de bıraktırmak istiyorlar’ desem yerinde olur. Kimi arkadaşlarımız edindiği çarpıcı haberleri yayımlayacak hiçbir basın kuruluşu bulamıyor, kimisi de ancak uzun uğraşlar sonucu bulabiliyor. Burada gördüğüm, beraber kaldığım gazeteci arkadaşlarımın hepsi hiçbir maddi destek ya da beklenti içinde olmadan haber yapmak, yani yaşamak istiyor. Öyle ki biz gazeteciler üretebildiğimiz, duyurabildiğimiz kadar varız, kendimizi ancak öyle yaşamış sayarız ama uluslararası basın kuruluşları başta olmak üzere birçok kurum ve kuruluş ilk etapta bizden gazeteciliğimizi resmî belgeler ile kanıtlamamızı istiyorlar. O yüzden ne kadar istesem de buraya geldiğimden beri geçen dört aylık sürede mesleğimi henüz profesyonel bir şekilde icra edemedim.”
‘İki yaka iki farklı canavar’
Akman, yurt dışına çıkmak zorunda kaldıktan sonra, “Ülkede cezaevi mi yoksa sürgün mü?” sorusunun muhasebesini de yapmış. Akman bu muhasebeye ilişkin şunları söylüyor:
“‘Türkiye'de gazeteci olmak zor ama Kürt gazeteci olmak çok daha zor’ denilip duruluyor. Bu söylem yoğun baskı ve saldırıların yaşandığı son dönemde bir hayli arttı. Ülkesini terk eden gazetecilerin tek bir avantajı varsa o da zor koşullarda çalışmaya alışık olması. Burada rengi değişen zorluklar ve engelleme girişimlerini bir nebze de olsa daha kolay aşabilir belki. Kürt bir gazetecinin ise engellenen gazeteciliğinin yanı sıra yüzüne çarpan bir başka durum var. Bu da sınırların gereksizliği ve bu sınırların yarattığı acı. Daha önce de sınır aşarak Kobani'ye geçmiştim. O sınıra örülen tellerin seni boğmak, kimliğini, dilini, acını, gülüşünü yok etmek isteyen bir canavar olduğu gerçekliği ile ilk kez orada en çarpıcı şekilde karşılaşmıştım. Bu tel bu sefer de Meriç Nehri’nin suyu oldu. Doğaya, canlılara tüm dünyaya ve evrene can veren su, bu sefer de seni boğmak, yaşayış biçimini, insanlığını yok etmek isteyen bir canavara dönüştü. Meriç suyunun iki farklı yakası iki farklı canavar aslında. Bunu görmemi sağladı ülkemi terk etmek. Ya cezaevinde bir canavarın pençeleri, dört duvar arasında mesleğimi, dilimi, inancımı, insanlığımı korumak için direnecektim ya da Meriç'in diğer yakasındaki canavarın her gün seni daha fazla saran pençeleri arasında etrafında dört duvar olmadan mesleğimi, dilimi, inancımı, insanlığımı korumak için mücadele edecektim. Bu yüzden kendime “cezaevi mi sürgün mü?” sorusunu sorduğumda uzun yıllar dört duvar arasında kalmaktansa etrafımda dört duvar olmadan bu canavar ile mücadele etmeyi seçiyorum. Cezaevinden kaçışımın sebebi biraz da bu.”
Medya ve Hukuk Çalışmaları Derneği (MLSA) haber alma hakkı, ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğü alanlarında faaliyet yürüten bir sivil toplum kuruluşudur. Derneğimiz başta gazeteciler olmak üzere mesleki faaliyetleri sebebiyle yargılanan kişilere hukuki destek vermektedir.