CANSU ÇAMLIBEL
Başlarken
Klasik bir diplomatik kavram olarak “çok taraflı diplomasi” ikiden fazla devletin içinde bulunduğu bir ilişki ve müzakere formatını ifade eder. Ülkelerin ikili planda çözemediği sorunlar da zaman zaman çok taraflı platformlara taşınır, arabulucular devreye girer. Resmi olarak temas kurmayan komşu devletler ya da savaşan taraflar yeri geldiğinde bu çok taraflı kurumların imkanlarından faydalanır. Fonksiyonları, etkinlik ve yeterlilikleri 21. yüzyılda giderek tartışmalı hale gelmiş olsa da çok taraflı liginin üç büyüğü hala Birleşmiş Milletler, NATO ve Avrupa Birliği.
Oysa günümüzde, bu köşenin ismine ilham veren “çok taraflı diplomasi” için müzakeresi yıllarca süren anlaşmalar üzerine kurulmuş ağır bürokratik mekanizmalara çok da ihtiyaç olmayabiliyor. Dahası, küreselleşme ve hiper dijitalleşme nedeniyle iki ülke arası ilişkilerin sınırları sıklıkla o iki ülkenin egemenlik alanlarını aşıyor. Ülkelerin, ikili ilişkilerde dahi “çok taraflı” ve “çok boyutlu” hamle yapmadan diplomatik başarı elde etme ihtimalleri giderek zayıflıyor. Dehşetle takip etmekte olduğumuz Ukrayna’nın işgalinin sanırım bu açıdan pek çok sonucu olacak.
Çok uzattım.
Özetle, her şey çok taraflı aslında artık. Belki hep öyleydi. Şimdi daha çok.
Çok tarafı dinlemeden ulaşabileceğimiz bir gerçek kırıntısı da yok.
Çok taraf dinleyerek, tek bir kanaatin esiri olmadan bir dizi yazı kaleme alayım diye yaptıkları nazik davet için Barış ve Veysel’e teşekkürlerimle.
Ruh hali iyi, ilerleme sıfır
Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye raportörü Nacho Sanchez Amor iki hafta önce kapsamlı bir ziyaret için Türkiye’ye geldi. Ayağının tozuyla Çağlayan Adliyesi’nde tek tutuklu sanığı Osman Kavala olan Gezi Parkı davasının 21 Şubat’taki duruşmasını izledi. Tüm Avrupa’nın gözü kulağı 21 Şubat duruşmasındaydı. Avrupa Konseyi, Osman Kavala'nın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarına rağmen serbest bırakılmaması nedeniyle Türkiye aleyhine ihlal prosedürü başlatılmasına karar vermişti. Acaba Ankara bir sürpriz yapar da kurucu üyeleri arasında yer aldığı Avrupa Konseyi’nde dışlanmasına neden olacak süreci engellemek için Osman Kavala’nın serbest bırakılmasının önünü açar mıydı? Mahkeme heyeti şaşırtmadı. Kavala’nın tutukluğunun devamına hükmetti. Demek ki hükümet açısından bu dava üzerinden toplumun muhalif kesimlerine yapılacak manevi şantaj süreci henüz tamamlanmamıştı.
İspanyol raportör Nacho Amor Sanchez, İstanbul’un ardından Ankara’ya geçti. Dışişleri Bakanlığı’ndaki mutat görüşmeler dışında hükümetle bir teması olamadı. Randevulaştığı Numan Kurtulmuş, tam ziyaret öncesi Covid’e yakalandı. Devleti yöneten parti, Avrupa Parlamentosu Raportörü ile görüştürecek üst düzey başka bir isim bulamadı. Zira hepsi çok yoğundu. Pek çoğu zaten Afrika seferinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’a eşlik ediyordu. Daha önemli başka bir iş olamazdı elbette.
Nacho Amor Sanchez’i Ankara’dan ayrılmadan bizzat yakalayamadığım için kendisi Brüksel’e döndükten sonra Zoom üzerinden bir röportaj yaptım. Sanchez, AKP içinden kimseyle görüşememiş olmayı mesele etmediğini söyledi. Dolayısıyla yukarıdaki eleştirinin bana ait olduğunun altını çizmek isterim. Zira “AB üyeliği hala stratejik hedefimiz” diye bol keseden hamaset dağıtanların asıl gündemi gerçekten bu olsaydı önce AİHM kararları uygulanır, bir de AB kurumlarındaki zaten bir elin parmağını geçmeyen sayıdaki kilit muhatabın karşısına muhatap konurdu.
Garp cephesinde değişen bir şey yok anlayacağınız.
Aslında Ankara’nın boş vermişliği Avrupa Birliği’nin de işine geliyor. Şu an en son düşünecekleri şey Türkiye’nin üyeliği. AB tarafındaki genel havayı şu şekilde ifade etmek mümkün; madem katılım süreci, reform zaten konuşamıyoruz başka şeyler konuşalım, Türkiye’yi buralara çıpalı tutalım.
Zaten Amor’u asıl heyecanlandıran da muhalefet partilerinin liderleriyle yaptığı görüşmeler olmuş. Türkiye’nin artık daha canlı bir siyasi hayata sahip olacağını düşünüyor, “Seçim sathı mahalline girmişsiniz” diyor.
İyi okumalar.
Normalleşmeye dönüş, Doğu Akdeniz’de tansiyon düşünce başladı
Türkiye’ye 21-25 Şubat tarihleri arasında yaptığınız ziyaretin amacı neydi?
Bu son ziyaret her raportörün o seneki raporu hazırlamadan önce yürütmek zorunda olduğu misyonun bir parçasıdır. Her sene yapılması gerekir, normal prosedür bunu gerektirir. Senelik ziyaretin ardından dönüp izlenimlerimi Avrupa Parlamentosu’ndaki meslektaşlarımla tartışır ve ardından da Türkiye’nin katılım süreciyle ilgili yıllık raporu hazırlarız. Bu yılki raporun Mayıs ayında tamamlanması öngörülüyor. Belki Haziran’a sarkar ama muhtemelen Mayıs’ta olacak.
Ankara’daki temaslarım kapsamında Dışişleri Bakan Yardımcısı Faruk Kaymakçı ile görüştüm. AKP Genel Başkanvekili Kurtulmuş'la görüşecektim ancak kendisi Covid olduğu için görüşmeyi iptal etmek durumunda kaldık. Ama sorun yok. Endişelerimi hükümete iletmek için düzenli temas halindeyim. Kanallar açık. Telefon görüşmelerim oluyor. Brüksel'deki Türkiye’nin AB nezdindeki Temsilciliği ile sık sık temas halindeyim. O açıdan şikayet etmiyorum. Türkiye’deki resmi makamlar tarafından her zaman kibar ve güler yüzlü şekilde karşılandım. Bu sefer bazı bakanlarla randevu ayarlamak zor oldu çünkü Afrika'daydılar, bir kısmı da Türkiye içinde yoğundu.
Sayın Numan Kurtulmuş'un Covid olarak iptal etmek zorunda kalması elbette talihsiz bir durum. Öte yandan son 20 yıldır Türkiye-AB ilişkilerini yakından takip eden bir gazeteci olarak AKP'den bir üst düzey yetkilinin sizin konumunuzdaki bir AB yetkilisi ile görüşecek vakit bulamamasını tuhaf buluyorum. Dışişleri Bakan Yardımcısı Faruk Kaymakçı bir kariyer diplomatı. Elbette “bakan yardımcısı” unvanına sahip ama siyasi bir figür değil. Bu durum bir anlamda AKP hükümetinin AB ile ilişkileri bir öncelik olarak görmediği anlamına gelmez mi? Böyle bir duyguya kapıldığınız oldu mu?
Hayır hayır. Sayın Çavuşoğlu Brüksel'e geldiğinde onunla konuşma fırsatım oldu. Bana çok geniş zaman ayırdı. Hatta baş başa, birebir görüşme de yaptık. Türkiye ile AB arasındaki durum ne olursa olsun- iki yıl önceki en kötü dönemde bile- kanallar hep açık oldu. 11-13 Mart’ta Antalya Diplomasi Forumu’na gideceğim. Muhtemelen Çavuşoğlu'yla orada da konuşacağız. Kendisi bana karşı her zaman çok nazik olmuştur. Bu yüzden son Türkiye ziyaretimde hükümetten kimse ile görüşememiş olmama yönelik bir siyasi okuma yapmıyorum. Kanallar açık. İki taraf arasındaki ruh hali şimdi daha iyi.
Bu “daha iyi ruh hali” diye tanımladığınız durumu biraz açar mısınız? Zira Avrupa Parlamentosu için geçen yıl hazırladığınız raporda açıkça yargı bağımsızlığı, ifade özgürlüğü ve düşünce özgürlüğü gibi bilinen alanlarda ilerleme sağlanamaması halinde Türkiye ile müzakerelerin askıya alınması için çağrıda bulunuldu. O raporun üzerinden geçen 10 ay AKP hükümeti bırakın demokrasi ihlallerini düzeltme yönünde adımlar atmayı, üzerine yeni ihlallere imza attı. Ama siz, bugün Türkiye ile AB arasındaki havayı “daha iyi bir ruh hali” olarak görüyorsunuz. Avrupa’nın bakış açısını değiştiren nedir? Bunun Ankara'nın Rusya'nın Ukrayna'yı işgaline ilişkin politikasıyla bir ilgisi var mı mesela?
Ukrayna krizinin tetiklenmesinden önce de ben “daha iyi bir ruh halindeyiz” demiştim. Doğu Akdeniz'deki tansiyon hafiflediği için daha iyi bir ruh halindeyiz. Herhangi bir şey hakkında konuşmak için daha elverişli bir ortam var. Türk hükümetinin AB'ye yönelik küçümseyici hatta aşağılayıcı bir şekilde yaptığı açıklamaların bittiğini memnuniyetle not ediyoruz. Türk hükümeti, Türkiye'nin geleceğinin Avrupa'da olduğu yönünde bir söylem içerisinde. Bu mükemmel. Çeşitli alanlarda üst düzey görüşmelere yeniden başladık. AB ayrıca Gümrük Birliği'ni tartışmaya açık olduğunu gösterdi. Bu aynı zamanda benim de pozisyonum. Gümrük Birliği’ni müzakere etmek için herhangi bir ön koşul istemiyoruz. Ancak bu sürece siyasi reformların da eşlik etmesi gerekiyor. Çünkü eninde sonunda yeni bir Gümrük Birliği'nin kabul edilmesi konusunda son sözü söyleyecek olan Avrupa Parlamentosu olacaktır. Hukukun üstünlüğü ve insan hakları konusunda ilerleme olmazsa hiçbir sonuca varmayacağımızı en başından açıkça belirttik. Diğer koşul ise Avrupa Komisyonu tarafından açıklığa kavuşturuldu; Gümrük Birliği'nin mevcut çerçevesinden kaynaklanan teknik engelleri çözmemiz gerekiyor. Biz Avrupa Parlamentosu olarak Türkiye ile müzakere edilen yeni bir Gümrük Birliği'ni kabul etmeden önce somut reformları görmek isteyeceğiz.
Evet belli ölçüde normalleşmeye ve karşılıklı güven iklimine dönüyoruz. Ama bu resim neden tamamlanamıyor? Çünkü insan hakları ve hukukun üstünlüğü konusunda ilerleme yok. İnsan hakları ve hukukun üstünlüğü katılım sürecinin merkezinde yer almaktadır. Türk muhataplarıma “Bu yılki raporumuzda birçok alandaki adımlara yer vereceğiz ama katılım sürecinde ilerleme yok çünkü katılım sürecinin merkezinde insan hakları ve hukukun üstünlüğü var” dedim. Bu alanlarda sadece büyük bir gelişme değil, hiçbir gelişme yok.
Türkiye'nin AİHM kararlarına uyma konusundaki isteksizliği, gerçek reformlara girişme konusundaki isteksizliğin göstergesidir.
Avrupa Birliği tarafı diyalogun gidişatından memnun ancak bu katılım müzakerelerinin doğru yolda olduğu anlamına gelmiyor. Bu doğru bir yorum olur mu?
İlişkilerdeki iyi ruh halini ve ortak çalışma için elverişli ortamı takdir ediyoruz. Ancak insan hakları ve hukukun üstünlüğü alanlarında hiçbir gelişme yok. Bu, bizim tarafımız için büyük bir endişe kaynağıdır. Durum bu olduğu sürece Avrupa Parlamentosu olarak Türkiye’nin katılımını destekleyemeyiz de onaylayamayız da. Başka birçok alanda oturup konuşabiliriz ama insan hakları ve hukukun üstünlüğü ile ilgili fasılların açılması için gerekli adımlar atılmadığı sürece katılım süreci ilerlemeyecektir. Bu nedenle, Avrupa Parlamentosu'nun katılım müzakerelerinin resmi olarak askıya alınmasını talep eden geleneksel tutumu haline geldi.
Türkiye daha canlı bir siyasi hayata sahip olacak
Son ziyarette muhalefet partileriyle yaptığınız görüşmeler de dikkat çekti. Kimlerle görüştüğünüzü hatırlatır mısınız?
Sayın Kılıçdaroğlu, Sayın Akşener, Sayın Babacan, Sayın Davutoğlu ile görüştüm. Ekonomiden insan haklarına ve hukukun üstünlüğüne kadar Türkiye için ortak bir teklif koymak için yapılan çalışmaları anlattılar. Hepsi de bir sonraki seçimlerde elde edecekleri konum konusunda iyimserdiler. Önerdikleri ortak teklifin halk tarafından iyi karşılandığını hissettiklerini gördüm. Medyadan çok fazla ilgi görüyorlar. Sayın Davutoğlu'nun partisi gibi yeni kurulan partilerin bile artık toplumda karşılığı olmaya başladığını gözlemleme fırsatı buldum. Bu, Türkiye'nin muhtemelen daha canlı bir siyasi hayata sahip olacağı anlamına geliyor. Türkiye’nin seçim sathına girdiği açık. Seçimler planlandığı gibi önümüzdeki yıl yapılacaksa, uzun bir seçim öncesi ortamı olacak. Dolayısıyla bu ziyaret, muhalefetin tutumlarının ne olduğunu görmek için çok iyi bir fırsat oldu.
AB, seçimde taraf tutmaz
Dediğiniz gibi şimdi altı partiden oluşan muhalefet bloğu Türkiye’nin güçlendirilmiş bir parlamenter sisteme dönmesi yönünde bir teklif ortaya koydu. Seçimlere bu vaatle gidecekler. Öte yandan ortak deklarasyonlarında Avrupa Birliği’ni de yakından ilgilendiren taahhütler var. İlk ortak deklarasyonlarında tahayyül ettikleri Türkiye’den bahsederken “Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği normları çerçevesinde temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alındığı” ifadesini kullandılar. Siz de Türkiye ziyaretinizin sonunda düzenlediğiniz basın toplantısında “muhalefetin birleşmesi” olumlu deyince birçok hükümet yandaşı medya kuruluşunun hedefi oldunuz. “Avrupa Birliği, Türkiye'deki seçimler için siyasini tarafını seçti” diye yorumlar yapıldı. Bu doğru mu; tarafınızı seçtiniz mi?
Biz seçimlerde hiçbir zaman taraf olmadık, bugün de değiliz. Ancak Türkiye’yi ziyarete gelince elbette yeni siyasi durumu da değerlendirmemiz gerekiyor. Türkiye'de siyasi hayatta birçok yeni ses var. Muhalefetten dört liderle görüştüm, çalışmalarını kendilerinden dinledim ve bunu da basın toplantımda anlattım. Ama biz taraf tutmuyoruz. Bizim rolümüz bu değil. AKP iktidarını özellikle insan hakları ve hukukun üstünlüğü ile ilgili alanlarda çok eleştirdiğimiz elbette çok açık. Ancak gazeteciler Türkiye'de ziyaretimi anlatmamı istediğinde, muhalefet liderleriyle yaptığım görüşmeleri söylemeden geçmek olmaz. Yaptığım görüşmeleri anlatmak görüştüğüm kişileri onayladığım anlamına gelmez. Daha önceki yıllarda AP raportörü olmadan iki ayrı seçimde uluslararası gözlem heyetinin üyesi olarak Türkiye'ye geldim. Sahayı çok iyi biliyorum. Türkiye'deki bazı medya kuruluşlarının ne tür oyunlar oynadığını da çok iyi biliyorum. Örneğin, benim basın toplantılarımı haber yapıyorlar ama kritik şeyleri yani eleştirilerimi saklıyorlar. Sonra da hükümete baskı yaptığımı ya da taraflı davrandığımı söylemek için yer arıyorlar. Ancak bu medya mecralarının bu tutumuna pek takılmıyorum.
Kavala siyasi figür değildi, bu dava sayesinde siyasi figür oldu
O halde aynı çevrelerin Avrupalıların neden ısrarla Osman Kavala'nın serbest bırakılması çağrısında bulunduğuna dair ne tür komplo teorileri ürettiğini de takip etmişsinizdir. Haksız, hukuksuz bir tutuklama konusunda tüm Avrupa toplumu ve kurumlarının çok güçlü bir ortak tavrının olması, Kavala'nın Batı için bir iş insanından daha fazlası olduğunun göstergesi olarak sunuyorlar.
Evet, Türk toplumunun bu tür komplo teorilerini takip etmeye hevesli olduğunu çok iyi biliyorum. Birincisi, Kavala siyasi açıdan tamamen alakasız bir figürdü ve olmaya da devam ediyor. Ancak bu kovuşturma siyasi bir figür yarattı. Pek çok Avrupalı yetkili, bu yargılamadan önce Kavala'nın ismini dahi duymamıştı. İkincisi, neden Kavala konusunda ısrar ediyoruz? Çünkü karar, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihadıdır. Bizim de aday bir ülkenin AİHM kararlarına uyup uymadığını değerlendirme yükümlülüğümüz var. Bu kadar basit. Neden Kavala? Çünkü Kavala'nın AİHM önündeki hukuki süreci ilerlemiş durumdaydı. Ama Demirtaş davasında da tamamen aynı gidiyoruz. Görünüşe göre, sonuçlar aynı olacak. Avrupa Parlamentosu olarak Türkiye'nin AİHM kararına uymasını istiyoruz. Bu Türk Anayasası ile ilgili. AİHM kararları yargı sisteminizin bir parçasıdır; uzaydan gelen bir yabancı nesne değildir.
Türkiye AİHM’in Kavala kararını uygulamamakta ısrar etmesi durumunda katılım müzakereleri yine de devam edebilir mi?
Türkiye kendi tercihiyle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne taraf olmuş ve AİHM kararlarını uygulama taahhüdü altına girmiş bir ülkedir. AİHM içtihatları Türkiye’nin hukuk sisteminin bir parçasıdır. Zaten bu yüzden Türk devleti, Strasbourg'daki yargılamanın bir parçası olmuştur; avukatlar getirdiler ve duruşmalara katıldılar. Sonra Türk devleti kaybetti. Sizin de parçası olduğunuz bir hukuki prosedürün ardından verilen bir karara nasıl uymazsınız?
AİHM kararları Türk hükümetine değil, Türk devletine yöneliktir. Yani yargı bunlara uymak zorundadır. Bu bir dış müdahale de müdahale değildir. Çünkü Türkiye, Avrupa Konseyi üyesidir; dediğim gibi sözleşmeye taraftır. Türkiye'nin yasal yükümlülüğü Avrupa Birliği değil, Avrupa Konseyi önündedir. Biz Avrupa Parlamentosu olarak hukuki sürecin bir parçası değiliz ama Türkiye'nin insan hakları ve hukukun üstünlüğü konusunda neler sunduğunu değerlendirmek zorundayız. Yani Türkiye, Kavala kararını uygulamazsa sorumluluklarını yerine getirmiyor demektir.
Türkiye, Ukrayna konusunda olması gereken yerde
Ankara, Rusya'nın Ukrayna'yı işgalini kınadı, ancak ABD ve AB tarafından uygulanan yaptırımlara katılmadı. Öte yandan, Ukrayna Rus saldırılarına karşı Türk yapımı insansız hava araçları kullanılıyor. Bu politika, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Putin ile son beş yıldaki yakın ilişkisiyle çelişen bir durum yarattı. Türkiye'nin Rus S-400 füze savunma sistemini satın alması, Batı'da Türkiye'nin NATO ittifakındaki konumu hakkında soru işaretlerine neden olmuştu. Sizce Ukrayna'daki çatışma, Batı'da Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın rotası konusunda Batı’daki algıyı değiştirebilir mi?
Türkiye'nin Ukrayna konusundaki pozisyonunu açıkça ifade etmesi iyi bir şey. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın tutumunu memnuniyetle karşılıyorum. Türkiye bir NATO üyesidir ve bugün olması gereken yerde.
Uzun yıllardır Türkiye ile dış ilişkiler konusunda derin görüş ayrılıkları yaşadık. Libya, Doğu Akdeniz, Suriye, Dağlık Karabağ'da Türkiye ve Avrupa Birliği farklı görüşlere sahipti. Ama şimdi Rusya'nın başlattığı bu anlaşılmaz savaş konusunda Türkiye tarihin doğru tarafındadır.
Türkiye'nin Suriye'ye kara operasyonu yaptığı zamanı hatırlıyorum, Sayın Erdoğan'ın tampon bölgeye Türk ordusunun girmesine izin verilmesi için Ruslarla yapılan anlaşmadan çok mutlu olduğunu hatırlıyorum. O zaman ben bu gelişme üzerine yeni ve güçlü dostlarınızın Avrupa Birliği kadar güvenilir olmadığını keşfedeceğinizi alenen söylemiştim. Ve bugün durum budur. Putin'in şu anda Erdoğan dahil hiç arkadaşı yok. Türkiye'nin, yeni dostlarının Avrupa Birliği kadar güvenilir olmadığını anlaması güzel. AB güvenilirdir çünkü tahmin edilebilirdir. Türkiye'nin nihayet yeni arkadaşlarının ancak kendi arzu ve talepleri karşılandığı sürece arkadaş olduğunu görmesinden memnunum. Eminim ki Sayın Erdoğan başka güçlerin emir ve isteklerine boyun eğmeyecektir. Sayın Erdoğan'ın NATO'ya bağlılığı iyi haber.