DUYGU KIT
Ben Dersim’de yaşayan bir gazeteciyim. Hem gazeteci kimliğim hem de Munzur Arama Kurtarma Derneği çalışanı olarak 6 Şubat sabahı Dersim’den deprem haberini alır almaz yola çıktım. Daha önce depremi yaşayan biri olarak hem gazeteci hem müdahale gücü arasında olduğu ilk deneyimim oldu.
Camlara çarparak ölen kuşlar, çatlamış yollar…
Dersim’den beş saat bir sürede Adıyaman’a vardık. Yol boyu çok kaygılıydım. “Deprem ve devam eden artçılar bir yanda, diğer taraftan ulaşılamayan, varılamayan gittikçe ve yön değiştiren, çatlamış yollar. Yolları gördükçe felaketin boyutunu daha net kavradım. Zannediyorum beş saat gibi bir sürede Adıyaman merkeze vardık. Yolculuk sırasında beni en çok etkileyen şeylerden biri de alana hızla intikal etmeye çalıştığımız için camlara çarparak ölen kuşlardı. Evet büyük bir felakete doğru gittiğimiz burada da belliydi.”
“Hem gazeteci kimliğim hem de insani olarak çok zorlandım”
Kente girdiğim an gözlerine inanamadım. Adıyaman’ın yerle bir gördüğümde şok oldum. Yollar bizi engellese de alana ilk ulaşan arama kurtarma ekibiydik. Varır varmaz bir binada arama kurtarmaya başladık: “İnsanların yakınları için bir binanın önünde durduk ve müdahaleye başladık. Başladık diyorum ama bir süre sadece enkazda gezinebildim. Beş katlı bir bina, insan sesleri ve çok yoğun bir portakal kokusu vardı etrafta. Sağlıklı durmaya, anı belgelemeye kayıt altına almaya, ekiplere yardım edebileceğim herhangi bir şey için hazır olmaya çalıştım. Hem gazeteci kimliğim hem de insani olarak çok zorlandığım anlardan biri…”
Göçmenler “Lütfen bize de yardım edin” diyordu
Şunu çok söylense de ben de ifade etmek istiyorum, Adıyaman’a vardığımızda kentte kimse yoktu. Ekipmanlar sınırlı, çalışma yapacak ekip neredeyse hiç yok. Birçok kişin ekipman ve arama ekibi olmamasından kaynaklı hayatını kaybetti: “Bu kimsesizlik içinde gittiğimiz ilk binada yaşayan bir genç kadın ve bir erkek çocuğunun göçmen olduğunu anladım. Anladım çünkü çok utanıyor ve ağlıyorlardı ve ‘Lütfen bize de yardım edin’ diyorlardı. Yıllardır süren savaşlar sebebiyle ülkesini terk etmek zorunda kalan insanlar, Türkiye’nin farklı şehirlerinde hayata tutunmaya, yeni bir ev kurmaya çabalıyorsa da hep yersizlerdi. Herkes ölüsünü bekliyor ölüme inanmak istemiyorken onların bu acımasızca mahkûm edildiği mahcubiyeti hala tarif etmek istemiyorum. Çünkü onlar iki ülkede iki kezdir kaybediyorlardı. Tam bu anda artık her şeyin hızla kontrol edilmesi gerektiği belirginleşmişti. Çünkü enkazların etrafında insanlar bizi kendi yakınlarının olduğu yere çekmeye çalışıyorlardı. Herkes gergin ve herkes şoktaydı.”
Tıpkı diğer deprem şehirlerinde çalışan gazeteciler gibi ben de Adıyaman'da gezdiğim neredeyse her enkaz başından ses duyuyordum. Munzur Arama -Kurtarma Ekibindeki herkes, hava şartları ve imkansızlıklara rağmen tüm kuvvetleri ve sabırlarıyla bir an dahi durmadan herkese yetişmeye çalıştı.
“Bir tarafta kayıt altına alma diğer tarafta kurtarma”
İlk çalışma yerimiz Sakarya Caddesiydi. Bu caddenin bir tarafı lüks konut, daire ve otellerin bulunduğu bir sokak, diğer tarafı ise tuzla buz olmuş göçmenlerin yaşadığı bir caddeydi. O caddeyi de orada yaşadıklarımı da asla unutamayacağım: “Bu caddede bir deprem yaşanmamış da kıyamet kopmuştu. Gittiğimiz ilk binada Zeynep ve Osman adında iki mülteciyi tahliye ettik. Kayıt altına, gözlemlemeye çalışıyorum ama onların görmesinden de çok ürküyordum çünkü hem enkazın dışında konforda hem de sergilenmek istenmeyecek korkunç bir halin izleyeniydim. Adıyaman’da çalışırken en çok zorlandığım durum bu oldu. Evet kayıt altına almalı, haberleştirmeli ve koordinasyonu sağlamalıyım ama her yer çok sessizdi. Çünkü belgelemeden çok daha büyük bir travma ile karşı karşıya hissettim kendimi. Göçmenlerin ölülerini bu kadar hızlı alması ve kabullenmesi beni hala derinden sarsıyor. Çünkü onlar vatanlarında da öldüler ve şimdi burada kurtarılmaya değmeyecek bir grup olarak hissediyorlardı. Biz bunu yapmasak da daha sonra izlediğimiz görüntüler onları zaten haklı çıkarmıştı.”
“Krizin yönetilemediği yerlerde gazeteci olmak çok zordu”
Birçok sınıf, milliyet ve inançtan insanın bulunduğu birçok enkazda çalıştım. Kimi zaman arama kurtarma görevlisi, bazen enkaz altındakiler, sakinleştirmeye çalışan bir kişi, kimi zaman ise gazeteci oldum. Özellikle krizin yönetilemediği her yerde hem bir gazeteci olarak anı belgelemek hem de kadın olmak çok zordu. Çalışma yaptığım yerden insanların yakınları tarafından itilip, alandan atılmak istendim: “Çünkü kadın başıma enkaz başında bulunmam onlara keyfi geliyordu. Bunu elbette anlıyorum fakat yaşanan can pazarında öfke halini tarif etmek için söylemek zorundayım. Bir an dahi boş durmasak da gözü kulağı deprem bölgesinde olanlara haber ulaştırmak çok zordu çünkü şebeke yoktu hiçbir kanal yoktu. Gün ilerledikçe alandaki kişi sayısı artmış enkaz önündeki sessiz kalabalık sıklaşmıştı. Artık umutları kalmamıştı kimsenin ama cesetleri almak için bekliyorlardı. Orada bulunduğum süre boyunca bunun durmadan devam ettiğini gördüm. Biz onuncu gün alandan ayrıldık. Adıyaman'ın kayıtlı toplam nüfusu 635 bini geçkin. 6 Şubat itibarıyla kayıtlı ölüsü ve kayıtsız ölüsü ne yazık ki bilinmiyor. Kaçak yaşamak zorunda kalan göçmenlerden sağ kalanların durumu ise meçhul. Bugün hala en başa dönmek ve kaldıramadığım o kuşları asfalttan özür dileyerek kaldırmak ve daha çok insana yardım etmek istiyorum.”
2o ay sonra yine Adıyaman: Deprem davaları…
Adıyaman’da depremin onuncu günü ayrıldım. Depremden tam 20 ay sonra Adıyaman'a, Üzümkent Sitesi'nde hayatını kaybeden 83 kişi için açılan davanın ilk duruşmasını takip etmek için gittim. Oradaydım çünkü depremde hayatını kaybeden yakınları için adalet arayan ailelerin yanında olmak ve seslerini duyurmak istedim. Adıyaman’da enkazlar kaldırılmış ve kaldırılmaya devam ediyor ama sadece uzun bir cadde kalmış işleyen. Bir kent merkezi değil artık Adıyaman uzun bir cadde gibiydi. Davada suçlular için ceza talep eden bir davacının şu sözleri her şeyi özetliyordu: “Biz de enkazın altında kaldık çünkü bundan sonra sadece adalet talep etmekle esas enkazı kaldırmış olacağız.”