MLSA - Anayasa Mahkemesi, Gezi davasından 18 yıl hapis cezası alan TİP Milletvekili Can Atalay hakkında verdiği ikinci kararın gerekçesini açıkladı. “Yargıtay 3. Ceza Dairesi ‘Anayasa Mahkemesi kararına uyulmamasına’ şeklinde Türk hukukunda bulunmayan bir karar vermiştir’ denilen gerekçeli kararda, “süreç Anayasa'nın sözüne açıkça aykırılık oluşturmuştur” değerlendirmesi yer aldı.
Anayasa Mahkemesi (AYM) Genel Kurulu, Gezi davasından 18 yıl hapis cezası alan Türkiye İşçi Partisi (TİP) Hatay Milletvekili Can Atalay hakkında 21 Aralık'ta verdiği ikinci hak ihlali kararının gerekçesini dün (26 Aralık) gece saatlerinde açıkladı.
Yüksek Mahkeme bir hafta önce duyurduğu kısa kararında, Atalay’ın ‘seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı’ ile ‘kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı’nın ihlal edildiğine oy çokluğuyla; ‘bireysel başvuru hakkı’nın ihlal edildiğine ise oy birliğiyle karar verdi. Atalay'a da 100 bin lira tazminat ödenmesine hükmeden AYM, kısa kararını hak ihlallerinin ortadan kaldırılması, infazın durdurulması, Atalay’ın tahliyesinin sağlanması ve yeniden yapılacak yargılamada durma kararı verilmesi için İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderdi.
‘Kararlara uyulmaması bireysel başvuruyu anlamsız hale getirir’
AYM’nin önceki ihlal kararına uymayan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi ise geçen hafta AYM’nin gerekçeli kararını bekleyeceğini duyurdu.
Yüksek Mahkeme’nin dün gece açıkladığı gerekçeli kararında Can Atalay’ın birinci başvurusu üzerine verilen ihlal kararına uyulmamasına ilişkin detaylı bir değerlendirme yer aldı. Kararda, “Hiç kuşkusuz Anayasa Mahkemesi kararlarının etkili şekilde uygulanması bireysel başvuru hakkının ayrılmaz bir parçasıdır” denildi ve şöyle devam edildi:
“Anayasa Mahkemesi tarafından verilen kararların ihlal kararında tespit edildiği şekliyle icra edilmemesi etkili başvuru hakkının özel bir türü olan bireysel başvuru hakkının açık ve ağır bir şekilde ihlali anlamına gelmektedir. Bireysel başvuru kararlarının uygulanmaması Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunmayı anlamsız hâle getirecektir. Nitekim tam da bu sebeplerle Anayasa'nın 153. maddesinin son fıkrasında Anayasa Mahkemesi kararlarına uyma ve bu kararları değiştirmeksizin yerine getirme hususunda yasama, yürütme ve yargı organları ile idare makamlarına herhangi bir takdir yetkisi tanınmamış veya bu konuda bir istisnaya yer verilmemiştir.”
Yüksek Mahkeme, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin verilen ilk ihlal kararına uymamasına ilişkin ayrıca, “mahkeme, usul hukukunda kendisine verilmemiş bir yetkiyi kullanarak ihlal kararının gereğini yerine getirmekten kaçınmış ve dosyayı Yargıtay 3. Ceza Dairesi’ne göndermiştir. Daire de ‘Anayasa Mahkemesi kararına uyulmamasına’ şeklinde Türk hukukunda bulunmayan bir karar vermiştir” görüşünü açıkladı.
‘Atalay keyfi olarak özgürlüğünden yoksun bırakıldı’
Gerekçeli kararda ilk ihlal kararına uyulmamasıyla birlikte yaşanan sürece ilişkin yapılan geniş değerlendirmede şu ifadeler kullanıldı:
“İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin yetkisi dâhilinde kalan bir dosyayı Yargıtay 3. Ceza Dairesi’ne göndermesiyle başlayan, Dairenin de Anayasa hükümlerini göz ardı ederek verdiği bir kararla şekillenen bu süreç Anayasa'nın sözüne açıkça aykırılık oluşturmuş ve neticede başvurucunun keyfî olarak özgürlüğünden yoksun bırakılmasına yol açmıştır.”
‘Kararların yerine getirilmemesi hukuk devletine inancı zedeler’
Şahin Alpay, Ferda Yeşiltepe ve Enis Berberoğlu kararlarını hatırlatan Yüksek Mahkeme’nin gerekçeli kararında şu ifadeler yer aldı:
“Hukukun üstünlüğünün geçerli olduğu bir devlette, bireylerin hukuk sistemine olan güvenini ve saygısını koruma adına vazgeçilemez bir görev ifa eden yargı kararlarının zamanında yerine getirilmeyerek sonuçsuz bırakılması kabul edilemez. Aksinin kabulü hukuk devletinin varlığından söz edilmesini imkânsız kılar. Bu sebeple devlet, yargı kararlarının zamanında yerine getirilmesini sağlayarak bireyler aleyhine oluşabilecek hak kayıplarını engellemekle ve bu yolla bireylerin hukuk sistemine olan güvenini ve saygısını korumakla yükümlüdür.”
“Bireysel başvuru, temel hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiğini iddia eden bireylerin olağan hukuk yollarını kullanarak sonuç alamadıkları bir durumda son çare olarak başvurdukları bir hak arama yoludur. Bu nitelikteki bir hak arama yolunda verilen kararların yerine getirilmemesi, bireylerin ve toplumun hukuk devletine olan inancını zedeler ve temel anayasal düzene zarar verir.”
Kararda önemli vurgu: ‘Türlü bahaneler ve hukuk tanımaz tutum’
Anayasa Mahkemesi, gerekçeli kararın ‘Nihai değerlendirme’ başlıklı bölümündeyse yaşanan sürece ilişkin şu ifadelere yer verdi:
“Türlü bahaneler ve hukuk tanımaz tutum ve davranışlarla Anayasa'yı koruma ve anayasal kurallara sadakat gösterme yükümlülüğü bulunan mahkemelerin ve kamu gücünü kullanan diğer organların, bireylerin temel hak ve özgürlüklerinin ihlal edilmesine ve mevcut ihlallerin sürdürülmesine neden olacak şekilde, Anayasa'nın öngördüğü hukuk düzenine karşı koyma anlamına gelen keyfi kararlara hiçbir hukuk sisteminde müsaade edilemez.”
“Anayasa Mahkemesi kararının uygulanmasının reddedilmesi başvurucu yönünden Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan bireysel başvuru hakkına ilişkin tüm güvenceleri anlamsız ve işlevsiz hâle getirmiştir.”
Anayasal kriz: Ne oldu, bizi ne bekliyor?
Medya ve Hukuk Çalışmaları Derneği (MLSA) Eş Direktörü Veysel Ok, yaşanan Anayasal krize ilişkin ‘Anayasal kriz: Ne oldu, bizi ne bekliyor?’ başlıklı, 15 Kasım tarihinde, Yeni Arayış sitesinde yayımlanan yazısında, “Yaşadığımız anayasal krize, bir dizi hukuka aykırı uygulamanın sonucunda vardık” yazmış ve geniş bir değerlendirme yapmıştı. Anayasal krizin neden yaşandığını, arkasındaki siyasi tartışmaları bu yazıda okuyabilirsiniz.