Köşe Yazıları

Biz tutuklama konusunda neden ‘Fransız’ kalıyoruz?

Biz tutuklama konusunda neden ‘Fransız’ kalıyoruz?
ADNAN EKİNCİ

Dünya Kupası bitti ama Fransızlar dün bizi ters köşeye yatırdılar. Paris'te Ahmet Kaya Kültür Merkezi’nde üç kişinin ölümü, beş kişinin yaralanmasıyla sonuçlanan saldırıyı düzenleyen kişi hakkındaki gözaltı kararı kaldırıldı ve psikiyatri kliniğine sevk edildi. Üstelik, kararın ‘doktor tavsiyesi’ üzerine alındığı açıklandı.

Paris Savcılık Ofisinden yapılan açıklamaya göre, 69 yaşındaki Fransız saldırganı muayene eden doktor, saldırganın sağlık durumunun gözaltı koşullarıyla uyumlu olmadığı sonucuna vardı.

Paris’te Ahmet Kaya Kültür Merkezi’ne saldırıda bulunan kişi olay anında yakalanmıştı

Türkiye özelindeki tutuklama ezberimize tamamen ters olan bu uygulama karşısında, haliyle biraz şaşırdık. Bizde olsa, saldırgan çoktan tutuklanmış, yargılama süreci başlatılmıştı. Fransızların bu tutuklama olayına biraz ‘Fransız’ kaldığı belli oluyordu. Bununla da kalınmadı, Fransız yetkililer saldırganın sağlık durumu elvermesi halinde hakim karşısına çıkarılacağını açıkladılar.

Paris Savcılığı gayet temkinli davranıyordu. Adı “William M.” olarak geçen 69 yaşındaki saldırganın 2016 ve 2021'de iki kez cinayete teşebbüs ettiğinin polis kayıtlarına geçtiği, Aralık 2021'de elinde kılıçla Paris'te bir göçmen merkezine saldırdığı ve iki kişiyi yaraladığı, bu nedenle hapse atıldığı ve bu ay hapisten çıktığı biliniyordu. Belli ki ortada marazi bir durum vardı. Soruşturmanın sağlıklı yürümesi için, gözaltına alınan kişide ihtiyat haline gelen bu saldırganlık güdüsünün nedeninin çözülmesi gerekiyordu. Hazırlık soruşturması, saldırgan klinikte müşahede altındayken de pekala sürdürülebilirdi.

Bu arada, bizim Diyarbakır’da ise, 16 Haziran’da tutuklanan 16 gazetecinin, aradan altı ay geçmesine rağmen hala iddianameleri hazırlanmamıştı. Cezaevinde bekletilen tutuklular, ne zaman açılacağı belli olmayan davalarını bekliyorlardı. Dicle Fırat Gazeteciler Derneği (DFG) ve Mezopotamya Kadın Gazeteciler Platformu (MKGP), 16 gazeteciye ilişkin açıklama yapmasa, cezaevlerinde devam eden bu uzun bekleyişlerden haberimiz bile olmayacaktı. Savcılık, tutuklulukların devamına ilişkin gerekçe olarak dijital dökümlerin emniyet tarafından kendilerine ulaştırılmamış olmasını gösteriyordu.

6 aydır iddianamelerini beklemekte olan 16 gazeteci cezaevinde tutuklu bulunuyorlar

Tutukluluğun devamı için, Sulh Ceza Mahkemesinde her ay yapılması gereken özel duruşmalar akla geliyordu. Mahkeme, birbirini takip eden her ay, dijital verilerin savcılığa ulaşmamış olmasını tutukluluğun uzatılması için makul sebep olarak görüyor olmalıydı. Dosyaları hazır değildi ama gazeteciler tutuklu olarak altı aydır cezaevinde tutulabiliyorlardı.

Tutuklu gazetecilerin avukatı Resul Temur’u aradığımda Diyarbakır Lise Caddesi’nde kurulan Cuma pazarında evinin haftalık alışverişini yapıyordu. Akşam saatleri olmasına rağmen biraz ara verdi, konuştuk. 

Av. Resul Temur

Resul Temur, Diyarbakır ve Ankara’da tutuklu olan tüm gazetecilerin dosyalarıyla ilgileniyor. Ankara dosyasının temelinin soyut, genel anlatım ve gizli tanık beyanlarına dayandığını, ifadede sorulan soruların ise Dicle Fırat Gazeteciler Derneği üyeliği, Mezopotamya ve Jinnews ajansındaki çalışmaları ve çalışma arkadaşları, yaptıkları haberler olduğunu söylüyor. Temur, dosyanın açılmasından itibaren süreci şöyle anlatıyor:

“Tutuklama kararına ilk yaptığımız itiraz hakkında savcılık kararın sulh ceza tarafından gönderilmesi gerektiğini, sulh ceza hakimliği ise savcılığı sorumlu gösterdiği ettiği için sonucu yaklaşık 2 ay sonra öğrenebildik. Tutuklama kararına yaptığımız itirazımızın işleme alındığını öğrendiğimiz zamana kadar 2 defa aylık tutuk inceleme işlemi gerçekleşti ve ikisinde de hakimlik tahliye taleplerimizi dosya özelinde gerekçelendirmeden matbu içeriklerle reddetti”.

Ve devam ediyor Resul Temur:

 “Savcılık, tutukluluğun devamı yönünde yazılı mütalaası ile dosyayı sulh ceza hakimliğine gönderiyor. Hiç bir sulh ceza hakimi bu kadar kalabalık dosyayı incelemez açıkçası. Biz tahliye edilmelerine dair savunmalarımızı sunduktan sonra kısa gerekçeler ile taleplerimiz  reddediliyor. Sulh ceza hakimliğinin bu kararlarına karşı asliye ceza mahkemesine başvuru yapıyoruz. Asliye ceza mahkemeleri dosya üzerinden çok büyük bir olasılıkla dosyayı bile görmeden matbu ret kararları veriyorlar.”

Temur son olarak tutuklama kararının hukuki temellere dayanmadığı iddiası ile Anayasa Mahkemesi’ne yaptığı başvurunun henüz beklemede olduğunu belirtiyor .

Medya ve Hukuk Çalışmaları Derneği’nin (MLSA) 1 Eylül 2021 - 20 Temmuz 2022 dönemini kapsayan Dava İzleme Raporu’nda,  soruşturmaların kolayca davalara dönüştürüldüğü ve 51 davada yargılanan 226 kişinin kendilerine yöneltilen suçlamalardan beraat ettiği belirtiliyor.

Aslında bu yazının konusu olan uzun tutukluluk süreleri, MLSA’nın genel değerlendirmesinin önemli bir parçası. İddianamenin yokluğu ise, sorunu daha anlaşılmaz ve içinden çıkılmaz hale getiriyor. Ancak kendini ‘hukuk devleti’ olarak tanımlayan bir sistem, bu aleni hak ihlalinin  mutlaka bir çözümü de olmalı.

Bu çözüm, yukarıda fotoğrafını paylaştığımız, tutukluluğa yapılan itirazları ret eden mahkeme kararında belirtilen CMK 100/1, 100/3 ve 108. maddelerinde yer almıyor. Bu düzenlemelerin hepsi bizatihi tutukluluk halleriyle ilgili. Hiç birinde uzun tutukluluğu makul gösteren bir ibare yer almıyor.

Prof. Dr. İzzet Özgenç

Konuyu, Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi olan Prof. Dr. İzzet Özgenç’le konuştuk. İzzet Özgenç’le konuşmamızın nedeni, salt ceza hukuku akademisyeni olması değil, aynı zamanda TCK ve CMK Kanunu’nun 2004 yılındaki son halini veren ekibin içinde yer almasından da kaynaklanıyor.

Özgenç, CMK’da tutukluluğu düzenleyen maddelerde boşluk olduğunu düşünmüyor. Kanun’un hazırlanışı sürecinde, bir konuda düzenleme yaparken farklı ülkelerin yasalarındaki düzenlemeleri karşılaştırdıklarını söyleyen Özgenç, “Öyle suçluluk durumları vardır ki mesela uluslararası alanda işlenen uyuşturucu madde kaçakçılığı şüphesiyle bir gemiye el koyulduğunda, kaptan ve mürettebatı tutuklandığında soruşturma işlemleri çok uzun sürebiliyor. Bu gibi durumlarda iddianamenin kısa sürede hazırlanması pek mümkün olmaz. Bu nedenle de, iddianamesi hazır olmadığı için tutuklananların serbest bırakılması düşünülemez. Bütün dünyada durum böyledir” diyor.

İzzet Özgenç hocayla konuşurken, konu dönüp dolaşıp Diyarbakır’da altı aydır iddianame bekleyen tutuklu gazetecilere geliyor.

Özgenç “Haberi ben de medyadan öğrendim. Dosyanın muhtevasını bilmediğim için somut olayla ilgili olarak bir değerlendirme yapamam. Ama zaman zaman benzer uygulamalara rastlıyoruz. Bunun nedeni, CMK’da boşluk bulunması değil, soruşturmanın kötüye kullanılmasıdır. Tamamen insan temelli bir sorundur” diyor ve şöyle devam ediyor:

“Soruşturmada ikmal edilmesi gereken işlemler olmadığı halde, süreçte yeni bir soruşturma işlemi yapılmadığı halde, soyut gerekçelerle tutukluluğun devamı sağlanıyorsa, durum vahim demektir. Bu durumda soruşturma, başlı başına bir cezalandırma enstrümanına dönüşmüş demektir. Hukuk devletinde böyle uygulamalar olamaz. Kişiler, haklı bir neden olmadan hürriyetinde yoksun bırakılamaz.”

Prof. Dr. İzzet Özgenç’e “Öyle diyorsunuz ama, benzer hak ihlalleri bir yandan devam ediyor” dediğimiz de “O zaman Hakim ve Savcılar Kurulunun devreye girmesi gerekir” diyor.

“Ya HSK seçeneği de sonuçsuz kalıyorsa?” diye sorduğumuzda ise, “Konu yine insan unsuruna geliyor. Yani sorun mevzuatta değildir. Sistem şeffaf işlemediği zaman, bazı yanlışlar kamunun gündemine efektif bir şekilde getirilememektedir. Anayasa Mahkemesi, yapılan bir bireysel başvuruda hak ihlali kararı verip, yeniden yargılama yapılmasını istediği halde, adliye mahkemesi bunun gereğini yapmıyorsa, sorun insan unsurundan kaynaklanmaktadır” diye cevaplıyor.

Adalet Bakanlığı’nın 2019 tarihli Yargı Reformu Stratejisi’nde de benzer şeyler söyleniyor: “Tutuklama bir cezalandırma aracı değil, ceza soruşturma ve kovuşturmalarının etkinliğinin temini için düzenlenmiş bir koruma tedbiridir. Mevzuata göre tutuklama, istisnai nitelikte olup öncelikli olarak değerlendirilecek husus, adli kontrol tedbirinin

yeterli olup olmadığıdır.  Tutuklulukta geçen sürenin, makul olması Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 5'inci maddesinde öngörülmüş temel bir ilkedir”

Bakanlığın, tutukluluk kararı verilmesi ve uygulaması konusunda yaşanan sorunlardan haberdar olduğu, Belge’de yer alan şu ifadesinden anlaşılıyor: “Strateji de yer alan hedef ve faaliyetler belirlenirken başta Avrupa Birliği, Avrupa Konseyi ve Venedik Komisyonu tarafından hazırlananlar olmak üzere uluslararası kurum ve kuruluşların yargı alanına ilişkin belge ve değerlendirmeleri dikkate alınmıştır”.

Ve şu söz veriliyor: “Öngörülen mevzuat değişiklikleri yapılırken bu değerlendirmelerin ayrıntılarının çerçeveyi belirleyeceği tabiidir.”

Belgenin hazırlanış tarihinin 2019 olduğunu bilmem hatırlatmaya gerek var mı?

Hal böyle olunca, Paris Savcılığının üç kişinin ölümü ve beş kişinin yaralanmasında suçüstü yakalanmış bir kişi hakkında bile uyguladığı soruşturma prosedürünü şaşkınlıkla izliyoruz.

Sonrada evrensel hukuk kurallarına karşı, bizim oldum bittim Fransız kalışımızı hatırlıyoruz.

Image

Medya ve Hukuk Çalışmaları Derneği (MLSA) haber alma hakkı, ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğü alanlarında faaliyet yürüten bir sivil toplum kuruluşudur. Derneğimiz başta gazeteciler olmak üzere mesleki faaliyetleri sebebiyle yargılanan kişilere hukuki destek vermektedir.