CAN ERTUNA
Afet bölgelerinde çalışan gazeteciler de arama kurtarma ekipleri, ilk yardım çalışanları gibi travmaya maruz kalıyor. Bazıları bunu kendine yakıştırmıyor, bazıları farkında değil. Oysa bu kendi sağlıkları, sosyal ilişkileri kadar habercilik faaliyetlerini de etkiliyor. Türkiye’de yaşanan en büyük felaketlerden olan (bu yazı hazırlandığında henüz yıkım ve can kayıplarının net ölçeği kesin olarak bilinmiyordu) Kahramanmaraş merkezli depremde de yüzlerce gazeteci bölgede gece gündüz demeden alanda görev aldı. Yerel gazeteciler depremi bizzat yaşadı; aralarında hayatını kaybeden, yaralananlar oldu. Tıpkı sağlık ve yardım görevlileri gibi yakınları enkaz altındayken çalışmaya ve haber yapmaya başlayanların sayısı az değildi. Hem onlar hem de hızla afet bölgesine giden gazeteciler çalıştıkları alanda, kıyamet senaryosu ölçeğinde yıkıma, can kayıplarına, çaresizliğe tanık oldu, oluyor. Peki tanıklıklarını güç koşullarda aktarma baskısı altında, yeri geldiğinde soğuğa, açlığa, barınma ve hijyen sorunlarına, susuzluğa, teknik olanakların yetersizliğine, sansüre rağmen aktarmaya çalışan gazetecilerin kısa, orta ve uzun vadede neler yapması gerekir? Bu soruya, daha önce 1999 Gölcük, 2011 Van depremlerinde ve Soma maden faciasında alanda çalışan ve travmatik toplumsal olaylarda yapılanma, eğitim ve destek çalışmalarında gönüllü görev yapan klinik psikolog Didem Doğan ile yanıt aradık.
‘Normal bir tepki veriyorsun’
Doğan’a göre gazeteciler de neredeyse birer “afetzede” olarak tanımlanabilir; zaman zaman olayı doğrudan yaşadıkları gibi (çaresiz) tanıklık ve bunları tekrar tekrar yaşamak onları bir ölçüde travmatize ediyor. Travmayı “içsel kaynaklarımızın bir süre için olanlarla baş etmek için yetersiz kalması” olarak açıklayan Doğan, herkesin kendi yaşanmışlıklarının farklı tepkiler vermesine yol açtığını belirtiyor ancak geçmişte yaşanan kişisel travmatik deneyimlerin yaşananların boyutunu daha da derinleştirdiğine işaret ediyor. Travmayı derinleştiren bir diğer faktör ise felaketin insan ihmalinden kaynaklandığının farkında olunması, tam da bu son depremde yaşadığımız gibi. Alanda ve sonrasında yaşanan aslında anormal bir duruma normal tepkiler vermek.
Travma durumunda akut dönem belirtileri
Psikolog Didem Doğan, akut dönem belirtilerini şöyle sıralıyor:
- Şok, inkâr ve hissizlik hali
- Karmaşık duyguların istila etmesi: Acı, korku, panik, öfke, ümitsizlik çaresizlik, utanç, suçluluk duygusu, aşırı empati, bazen de empatinin tamamen yitimi.
- Çabuk sinirlenmek, çabuk reaksiyon vermek. İnsanları hemen yargılama ve suçlama eğilimi.
- Dikkat ve odaklanma problemleri. Kafa karışıklığı
- Tüm duyguların yoğun düzeyde yaşanması. Ya çok içe kapanma ya da tam tersi.
- Bedensel reaksiyonlar: Mide bulantısı, hiç geçmeyen yorgunluk hissi, kas ağrıları, çarpıntı, titreme, baş ağrısı.
- İştah ve uykuda değişimler; artabiliyor ya da azalabiliyor.
- Artan alkol ve madde bağımlılığı, aşırı tetikte olma hali, gerginlik, huzursuzluk.
- İlişkilere yansıyan sorunlar, ağlama krizleri.
Bunlar elbette bir paket şeklinde gelmiyor, bazı kişilerde çoğu, bazılarında sadece küçük bir bölümü gözüküyor. Aynı şekilde çoğu kişide azalarak geçse de belirli kişilerde travma sonrası stres bozukluğu olarak kalabiliyor.
Ne yapmalı?
Öncelikle gazeteciler gibi kamusal bir görev yerine getiren kişilerin de desteklenmesi gerektiğini belirten Didem Doğan, yaygın olan “feda kültürüne” yani; felaketi bizzat yaşayanlara bakıp kendi duygu durumunu yadsıma yaklaşımına karşı profesyonel bir bakışla “kişisel bir duygusal/psikolojik öz bakım metodu” geliştirilmesini öneriyor.
Farkındalık ve paylaşım
Alanda çalışırken yapılacaklar sınırlı ancak bunlar bile fark yaratabiliyor. Her şeyin başında duyguların farkında olmak ve onları güvenilir ve yargılamayacak kişilerle paylaşmak önemli. Kimi zaman alanda bir meslektaş, iş arkadaşıyla geçen bir günün muhasebesini yapmak, “bugün en çok zorlayan şey neydi?” ya da “en çok umut veren şey neydi?” gibi sorulara birlikte yanıt aramak, süreçle ve gazetecinin yaşadığı duygu durumuyla yüzleşmede önemli.
Yakınlarla temas
Kişilerin sevdikleriyle, aile ve arkadaşlarıyla teması sürdürmesi (hatta bağlantı izin veriyorsa görüntülü konuşma yapması), gündelik küçük rutinlerini de ortam el verdiğince sürdürmeye çalışması önemli bir destek mekanizması sağlıyor.
Kısa molalar
Yoğun çalışma pratiği sırasında biraz “soluklanmanın” önemine de dikkat çekiyor Doğan. Olanak yaratılabildiği ölçüde, kısa bir ara verip olaydan ve kalabalıktan uzaklaşılabilmesi; kişi inançlıysa dua etmesi ya da meditasyon yapması ancak yalnızlığını da aile ve arkadaşlarıyla yaptığı konuşmalarla desteklemesi önemli.
Limitlerinin farkında olmak
Didem Doğan herkesin kendi kapasitesinin farkında olmasının da önemine dikkat çekiyor. Afet bölgelerinde yoğun haber takibi yapan bir gazetecinin zaman zaman yardım görevine soyunması elbette gerekebilir ancak gerekli eğitim, teçhizat ve kaynak olmadan her şeyin gerçekleştirilemeyebileceğini de fark ederek görev yapmak gerekiyor.
İyi gelen şeyleri unutmamak
Doğan, bazı kişilere zorlandıkları zaman nefes alıp vermenin, sevdikleri bir müzik parçasını dinlemelerinin ya da sevdikleri bir metne, umut veren satırlara sığınmanın ya da bir not defterine duygu, düşünce bazen de haykırmak istediklerini yazmalarının da iyi geldiğinin altını çiziyor.
Rotasyonun önemi
Ve belki de Türkiye’deki çalışma koşullarını düşününce gerçekleştirilmesi en zor olan şey, ekip değişimi. Doğan’a göre afet bölgesinde çalışan kişiler ideal olarak 4 gün sonra dinlendirilmeli, bu olmuyorsa en fazla 7-8 gün olmalı görev süresi. Ancak uygulamada bu sürenin çok daha uzadığını maalesef biliyoruz.
Kimlerden destek alınabilir?
Didem Doğan kısa süre içinde alanda psikolog ve psikiyatrların görev vermeye başlamasını umduklarını belirtiyor ve o noktalarda yardım ve sağlık görevlileri gibi gazetecilerin de beklendiğinin altını çiziyor. Ayrıca görevden dönen gazeteciler Türkiye Psikiyatri Derneği, Türk Psikologlar Derneği, Psikoterapi ve Psikososyal Çalışmalar Derneği, Dünya İnsani Dayanışma Derneği gibi kuruluşlara da ücretsiz danışma için başvurabilirler.
Son olarak yine Türkiye’deki gazetecilerin çalışma koşulları çerçevesinde ütopik gelebilecek bir öneri ancak herkes travmayla başa çıkamayabilir; özellikle geçmişte benzer bir felaketi bizzat yaşamış olanlar ya da yakın zamanda travmatik bir sürece maruz kalanlar. Bu durumda olası bir görevlendirmede yöneticinize “en uygun kişi olmayabileceğinize” dair kaygıları iletmekten çekinmemek gerekiyor. Elbette kısa vadede her gazeteci olay yerine gitmek isteyecektir, ancak zamanla burada yaşanan zorlanma hem gazeteciyi, varsa birlikte çalıştığı ekip arkadaşını ve haber merkezindekileri de etkileyip sağlıklı habercilik faaliyeti yürütülmesinin önüne de geçebilir. Böylesi bir durumda merkezde kalıp oradaki haber akışına katkı sağlamak daha yararlı olabilir.