Türkiye’de son dönemde artan baskı sonucunda gazetecilerin daha çekingen davrandığı alanlardan biri de özellikle hükümeti hedef alan yolsuzluk iddiaları oldu.
Özel şirketler ve bankalar bilançolarını ekonomide olumlu bir hava estiğini gösterecek şekilde değiştirirken ekonomi muhabirleri bu “olumlu” havayı kamuoyuyla paylaştı. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) gibi ekonomiyle ilgili veriler yayınlayan birçok devlet kurumu, rakamları çarpıttıklarına dair eleştirilere maruz kaldılar.
Hem 2016 yılından sonraki süreçte hem de öncesinde, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ekonomide bazıları yolsuzluktan kaynaklı birçok sorunu “faiz lobisi” veya “dış mihraklara” bağlıyordu. Oysa, örneğin 31 Mart 2019 tarihinde yapılan ve birçok büyükşehir belediyesinin muhalefet partilerine geçtiği seçimler sonrasında özellikle İstanbul ve Ankara’daki belediyelerde büyük yolsuzluk iddiaları ortaya çıktı. Mesela, Türkiye Gençlik Vakfı (TÜGVA) gibi hükümetle ilişkili kuruluşların belediyeler ve devletteki yolsuzlukta önemli payı olduğu iddia edildi. Bu tür haberlere yönelik erişim engelleri getirilmesine rağmen bazı gazeteciler, kamunun çıkarını gözetmeye ve elbette bunun için bedel ödemeye devam ettiler.
Türkiye’de kamu kaynaklarını ilgilendiren yolsuzlukları araştırmak konusunda en yetkin gazetecilerden biri olan Çiğdem Toker, 1990’dan itibaren birçok haftalık dergi ve gazetenin de aralarında bulunduğu kurumlarda ekonomi haberciliği yaptı. 1994 yılından başlayarak Hürriyet’in Ankara bürosunda 15 yıl ekonomi muhabirliği yapan Toker, Habertürk gazetesinin ilk Ankara temsilcisi oldu. Birkaç ay sonra gazetenin -kendi deyimiyle- “gücünün özgürlüğünde” olmadığını anlayarak istifa etti. Çukurova Grubu’nun sahibinin borçları gerekçe gösterilerek Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) tarafından el konulan Akşam gazetesinde, bu el koyma öncesinde köşe yazarlığı ve Ankara temsilciliği yaptı. 2013 yılında Gezi protestoları sırasındaki gelişmelerin iktidar medyasının inşa edileceğine işaret ettiğini söyleyen Toker, “Nitekim öyle oldu” diyor.
Sonrasında vakıf yönetimi el değiştirinceye kadar beş yıl Cumhuriyet Gazetesinde çalışan deneyimli gazeteci, üç yılı aşkın bir süredir ise Sözcü’de yazıyor.
Bugüne kadar genellikle kamuya açık kaynaklardan yaptığı yolsuzluk haberleriyle altı davaya maruz kaldığını söyleyen Toker’in deneyiminde, yargısal taciz 2014-2018 döneminde yoğunlaştı. “Bugünden geriye dönüp baktığımda, bahsettiğim bu aralığın kamu ihalelerinde usulsüzlük ve kayırmacılığın çok yoğunlaştığı, kamu kaynaklarının seçilmiş şirketlere aktarılması için incelikli ve özel yollar bulunduğu bir dönem olduğunu daha iyi görebiliyorum” diyor Toker, bu dönemin özellikle zorlu olduğunu anlatarak.
Ancak Toker’e açılan davalar sadece AKP iktidarı dönemiyle sınırlı değil: “Bundan 25 sene önce genç bir muhabirken de büyük kamu bankaları, iktisadi kamu kuruluşları, genel müdürler, iş insanları da yazdığım haberler dolayısıyla hakkımda tazminat davaları açmıştı.”
Bugüne kadar Toker’e karşı açılan davalar arasında Kadir Topbaş’ın şikayetçi olduğu bir ceza davası ile Ömer Faruk Kavurmacı tarafından açılan 1 milyon TL’lik; Agrobay Seracılık tarafından açılan 1,5 milyon TL’lik, Şenbay Madencilik’in açtığı 1,5 milyon TL’lik, PTT’nin istediği 50 bin TL lık ve T3 Vakfının şikayetçi olduğu 80 bin TL’lik tazminat davaları bulunuyor.
Yargı eliyle yapılan bu baskı Toker için ne anlama geliyor?
“Haklı olduğunuza inanıyorsanız içiniz huzurlu ve özgüveniniz yerinde olur bir kere. Ama bu tek başına yeterli değil. Dava konusu, haberlerin, yazıların yayımlandığı kurumların size destek olması çok belirleyici. Desteği hissediyorsanız baskı olsa bile etkisi düşük oluyor.”
Mesleki dayanışmanın da önemli olduğunu söyleyen Toker, bu dönemde meslek örgütleri ve hak ihlalleri ile ilgilenen milletvekillerinin tüm duruşmalara geldiğini anlatıyor ve “O yüzden baskı atmosferine rağmen hiç yalnız hissetmedim kendimi” diyor.
Bugün az sayıda bağımsız medya kurumunun ayakta kaldığı habercilik dünyasında çalışmalarını “freelance” olarak, yani kurumsal bir güvence söz konusu olmadan, bağımsız olarak sürdüren gazeteciler için ise bu tip davaların daha büyük baskı oluşturduğunun altını çiziyor Toker:
“Gazetecinin, çalıştığı bir kurumun varlığı ve kurumun desteğini yanında hissetmesi yaşamsal önem taşıyor. Bu güvence olmadan davayla karşılaşmak ciddi bir risk. Hem maddi açıdan hem de eğer hürriyeti bağlayıcı ceza söz konusuysa hapis tehdidini ensesinde hissetmek, aile gibi sorumlu olduğu kişiler de dikkate alındığında büyük bir baskı. Tersi ise büyük rahatlık. Yani haklı olduğunuza inandığınız bir davada sırf gazetecilik yaptığınız için açılan bir davada, kurumunuzun iktidar baskısını göğüsleyerek arkanızda durması, bir muhabire kendisini çok iyi hissettirir.”
Yargıyla olan deneyiminde ise baskıdan farklı bir duygu hissettiğini söyleyen deneyimli gazeteci, yargının bağımsız olmadığı bir ortamda mahkemelerin her zaman olumsuz bir karar verebileceğinin altını çiziyor:
“Somut gerçekler ortada. Çok yetenekli, iyi puanlar almış sayısız hakim adayının mülakatta defalarca elendiği, partili olduğu bilinen avukatların yargıç olarak atandığı bir ortamdan bahsediyoruz.”
Bu makalenin yazıldığı sırada Toker’e karşı T3 Vakfı’nın 80 bin TL’lik tazminat davası sürüyordu. Kendisine karşı açılan 1,5 milyon TL tazminat talepli iki davadan biri ise reddedilmişti. “Hakim, basın özgürlüğü açısından iyi bir karar yazdı. Dosya istinafta” diyor Toker:
“Diğer 1,5 milyon TL’lik davada da (ilk retten sonra) sıradışı bir durum oldu. Davacı şirket karar duruşmasına katılmadı. Dosya müracaata kaldı. Üç ay boyunca bir hareket olmadı.
Dava açılmamış sayıldı. PTT’nin açtığı 50 bin TL tazminat davası da reddedildi. Başka ihtimal olamazdı. Çünkü KİT komisyonu tutanaklarından yazmıştım.”
Peki, habercilerin peşine düşen bu şirketler aslında neyi amaçlıyor? Toker, şöyle yanıtlıyor:
“Baskı kurmayı amaçladıklarını, hakim huzurunda duruşmada da dile getirdim. Şirketler, iktidarla birlikte hareket ettikleri için iktidar gibi davranma eğiliminde oluyor. İktidar gibi dokunulmazlık talep ediyorlar. Bu nedenle de bir davanın özelinde aslında özellikle genç meslektaşlara ve benzer alanda çalışan gazetecilere gözdağı vermek istiyorlar.”
* Çiğdem Toker’in bu makalede yer alan beyanları, Gökçer Tahincioğlu ve Özgür Zeren’in Justice for Journalists (JFJ) için hazırladığı belgeselden derlenmiştir.
Medya ve Hukuk Çalışmaları Derneği (MLSA) haber alma hakkı, ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğü alanlarında faaliyet yürüten bir sivil toplum kuruluşudur. Derneğimiz başta gazeteciler olmak üzere mesleki faaliyetleri sebebiyle yargılanan kişilere hukuki destek vermektedir.