Haberler

Dicle Müftüoğlu: Bu iddianameye karşı savunma yapmak bile bir zulümdür!

Dicle Müftüoğlu: Bu iddianameye karşı savunma yapmak bile bir zulümdür!

DENİZ TEKİN

Gazetecilik faaliyetleri nedeniyle 263 gündür tutuklu olan Dicle Fırat Gazeteciler Derneği Eşbaşkanı Dicle Müftüoğlu, “İddianamede mesleki olmayan tek bir adımım yok. Bu iddianame karşı savunma yapmak bile başlı başına bir zulümdür!” dedi. 

Dicle Fırat Gazeteciler Derneği Eş Başkanı ve Mezopotamya Ajansı Editörü Dicle Müftüoğlu, gazetecilik faaliyetleri kapsamında yaptığı seyahatler, otel konaklama kayıtları, gazeteci meslektaşlarıyla yaptığı telefon görüşmeler ve banka hesap hareketleri, gizli ve açık tanık ifadeleri gerekçe gösterilerek tutuklandı. Bu faaliyetleri nedeniyle Müftüoğlu hakkında “örgüt üyesi olmak”, “Örgüt yöneticisi olmak” iddialarıyla 37,5 yıla kadar hapis istemiyle dava açıldı. Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesi, 7 Aralık 2023’te görülen davanın ilk duruşmasında avukatların savunmaları tamamlanmasını beklemeden Müftüoğlu'nun tutukluluk halinin devamına karar vererek, davayı 18 Ocak'a erteledi.

Cezaevinde tutulurken 1 Kasım 2023'te Free Press Unlimited’ın düzenlediği “En Dirençli Gazeteci Ödülü’nü alan Müftüoğlu, 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü’nden beri tutuklu olduğu cezaevinden hakkında açılan davayı, gazeteciler üzerindeki baskıları, cezaevinde yaşananları ve davanın ilk duruşmasında mahkemenin verdiği kararla ilgili MLSA’nın sorularını yanıtladı.

3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Gününde tutuklandınız, 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü’nü ise cezaevinde karşılıyorsunuz. Tutuklu olduğunuz davanın her aşamasında gazeteci olduğunu ısrarla vurgulamanıza rağmen Adalet Bakanı Yılmaz Tunç'un, “Gazetecilik faaliyetleri nedeniyle cezaevinde tutuklu gazeteci yok” dedi. İktidarın “cezaevinde gazeteci yok” ısrarını nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Türkiye’de aslında kuruluşundan bu yana gazeteciliğin özgürce-rahat yapılabileceği bir ortama sahip olmadı. Genel tarih okuması yaptığımızda Abdülhamit dönemi, yani bu ülkenin tarihsel arkaplanını sağlayan Osmanlı İmparatorluğu’ndan bu yana basın baskı altına alındı ve alınmaya devam ediliyor.

Abdülhamit dönemindeki İstibdat rejimiyle görünmeye başlayan basına baskı, Türkiye’nin kuruluş süreci, tek partili sistem, çok partili sisteme geçiş, darbeler ve iktidar değişiklikleriyle birlikte değişen tarzda uygulamalarla gazetecilerin mesleklerini yapmaları engellenmek istendi. AKP iktidarı da tıpkı diğer iktidarlar gibi “basın” olgusunu çok önemsedi. Hem yasal değişiklikler hem medyanın (büyük medya gruplarının satın alınması)  tekelleştirilmesi, OHAL sürecinde 200’ü aşkın basın kurumunun kapatılması, İletişim Başkanlığı, BİK, RTÜK gibi kurumların yapısının değiştirilmesi, sarı basın kartlarının (şimdi Turkuvaz oldu tıpkı Sarayın halıfleksleri gibi) iptali, dezenformasyon engeli altında getirilen ‘Sansür Yasası’ gibi uygulamalarla gazeteciliği tümden yok etmeyi esas aldı. Gazeteci mesleği gereği toplum yararı gözeterek olayları sorgulayan, bilgiyi açığa çıkartan pozisyonda olmalı. Ancak Türkiye’yi baskı, soykırım, kadın-çevre, çocuk düşmanı politikalarla yöneten iktidar bu gerçeklerin açığa çıkmasını istemiyor.  İşin özü hakikatten korkuyor.

Bu nedenle başta Kürt gazeteciler baskı altına alınıyor, tutuklanıyor. Tabii bu davaları açarken, tıpkı benim davamda görüldüğü gibi, ‘örgüt adına gazetecilik yapmak’ gibi ilginç tanımlarla haklarında iddianame hazırlanıyor.  (Adalet) Bakanlık zaten bu durumu İletişim Başkanlığı’na soruyor. Onlar da ne benim ne de başka gazeteciler için doğru tanımlamayı yapıyor. Çünkü onların kıstası ‘Turkuaz Kart’. Ancak, bu kart da hiçbir basın meslek örgütünden üyenin olmadığı kurullar tarafından veriliyor. Yani Cumhurbaşkanı tarafından atanan memurlar, gazetecilikle ilgisi olmayan kişiler benim gazeteci olup- olmadığıma karar veriyor. Bu değerlendirmeyi de yaptığım gazetecilik, çalıştığım ajansın yayın çizgisi üzerinden değerlendiriyor. Ancak, gazetecilik devlet onayından öte meslek erbaplarının onayına ihtiyaç duyar. Hatta gazeteciliğin, uluslararası birçok sözleşmede ve AİHM kararlarında anılan, temeline bakıldığında devlet ile toplum arasında duran bir pozisyonu var ve kamu adına denetçilik misyonu biçiliyor.

Fahrettin Altun’un başkan olduğu İletişim Başkanlığı, bu iktidarın sözcülüğünü yapmayan tüm gazetecileri suçlu olarak kabul ediyor. İktidar da biliyor ki demokrasinin temel ilkelerinden, ölçütlerinden biri basın ve ifade özgürlüğüdür. 60’ı aşkın gazetecinin tutuklu olduğu bu gerçeklik, Türkiye’nin demokratikleşmesi önünde en büyük engellerden biridir. İktidar da değiştiremediği olgulara ilişkin algıları değiştirerek yol yürümeye çalışıyor. Zaten bu nedenle Avrupa, Almanya bizi çok kıskanıyor

Eş Başkanı olduğunuz DFG kurulduğu günden beri gazetecilere yönelik hak ihlalleriyle ilgili raporlar hazırlıyor. Bu yıl hazırlanan raporda ihlale maruz kalan gazeteciler arasında siz de varsınız. Mesleki faaliyetleri nedeniyle tutuklanan gazetecilerin açısından nasıl bir tablo var? Bunu raporlasaydınız neler yazardınız? 

Derneğimizi, özgür bir ortamda gazetecilik yapabilmek, mücadele edecek bir platform oluşturmak hem de mesleki anlamda destek-eğitim taleplerini karşılamak için kurduk. Karanlık tabloyu mücadele ile aydınlatmaya çalıştık. 2022 yılının Haziran ayında Kürt gazetecilere yönelik baskı çok daha katmerleşti, sistematik büyük operasyonlar halinde yürütüldü. Bir yılda 30’u aşkın Kürt gazeteci tutuklanarak mesleklerinden koparılmak istendi, gazetecilikleri yargılandı. 2023’ün 29 Nisan’ına kadar sokakta, adliyede, basın özgürlüğü için mücadele ettim. Bu kumpas-baskı konseptinin bir devamı olarak tutuklandım. Ayrı süreçte yedi gazeteci tutuklandık. Mesnetsiz iddialar, boş dosyalarla özgürlükleri ellerinden alınan gazetecilerden biriyim. Yargılandığım dosyaya baktığımda hukuki bir metinden söz edemiyorum. Tek amaç sizi mesleğinizden alıkoymak. Genel tablonun gazeteciliği öldürmek adına atılan adımlar olduğunu düşünüyorum. Ancak, tüm bunlara karşı benim gibi tutuklu olan ve susmayan onlarca gazeteci var. İçerden de olsam var olan tabloya dair haberler yapıyorum/yapıyoruz.

Dışarıda da bu anlamda gazeteciliği savunan meslektaşlarım var. Tablonun bir tarafı karanlık, dört duvar, hukuksuzluk ise öteki tarafı halka haber ulaştırmak için hakikati yazmak için direnen bir gazetecilik gerçeği.  Tablonun iki tarafının da görünmesini, bu iki hali ortaya koyan bir raporlama yapılmasını isterim. Tüm bu baskılara rağmen hakikatten vazgeçmeyeceğiz. Tarihi de hakikat savunucularını yazacak. 

Davanın ilk duruşmasında mahkeme, avukatlarınızın savunmalarına bitirmeden tutukluluk halinin devamı yönünde karar verdi. Ayrıca savcının tutukluluğun devamı yönündeki mütalaasına karşı size söz hakkı verilmedi. Bu davanın yargılamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

İddianamenin kendisi zaten hukuk dışı, savcı tarafından bu haliyle hazırlanması gereken, mahkeme tarafından da incelemeye alındığında delil yetersizliği ve mesnetsiz iddialar tarafından reddedilerek beraat verilmesi gereken bir dosyaydı. Bu aşamayı geçtikten sonra ilk mahkemede tahliye kararı verilmesi gerekirdi. Ancak, takip eden gazeteciler pek fark etmedi. Kimlik tespiti daha yapılmadan duruşmaya başlandı. Hem benim hem de avukatlarımın savunma yapması engellendi. Baskı halinde sıkıştırılmış bir halde savunma yaptım. O sırada hakim, yani asıl başkan zaten yoktu. Yerine bakan hakim pek de savunmayı dinlemiyordu. Hakkımdaki iddialara dair tek soru sormadı. Muhtemelen dosyaya bakma gereği duymamıştır. İlk avukat savunma yaparken, savunmasını hızlı yapması yönünde baskı kuruldu. Ben SEGBİS ile bağlandığım için mütalaayı dahi duymadım. Birden avukatların savunması dahi bitmeden ‘tutukluluğun devamı’ kararını işittim. Görebildiğim tek şey –mış- gibi bir duruşmaydı. Savunmaların alın‘mış’ gibi, söz hakkı veril’miş’ gibi, hukuk var‘mış’ gibi yapıldı. Kararı dosyada hazır gelen bir heyetti. Usulen bir tiyatro bile sayılamayacak bir yargılama yapıldı. Tartışmalı yargı kararları arasına girmeye hak kazandı diyebilirim. 

Mahkemedeki savunmanızda, “Bu iddianame aslında mesleğimi karartmak adına düzenlenmiştir” dediniz. Bunu biraz açabilir misiniz?

Hukuki hiçbir yanı olmayan iddianame iki tanık ifadesi, haber kaynaklarımla, meslektaşlarımla görüşmelerim, mesleki seyahat ve otel konaklamalarım suç gibi gösterilmeye çalışılmış. İddianame bana diyor ki haber için ne meslektaşlarınla ne de haber kaynaklarıyla görüş, haber için şehir ya da ülke değiştirme. Attığın her adımı suç sayacağız. Tanıklar, itirafçılar da benim gazeteci olduğumu söylüyor ancak bunu ‘örgüt üyeliği’ kılıfına büründürüp sanki gazeteci değilmişiz gibi bir algı yaratılıyor. İddianamede mesleki olmayan tek adımım yok. Bu nedenle bu yargılamanın tamamen mesleğimden kaynaklandığını söyledim. İşin özü de budur. Polis fezlekesi hukuki belge değildir. Bunu bize hukuk diye kabul ettirmeye çalışıyorlar. Polisin kendisi gidip bir itirafçının önüne fotoğrafımı koyarak hakkımda ‘kalıp’ bir ‘itiraf/itirafta’ atıyor. Altını doldurmak için de yukarıda saydığım görüşmeler, seyahatler, banka hesap hareketim, örgütsel suç-faaliyet gibi diziliyor. Bana da bunun karşısında ‘Kalk da kendini savun’ diyorlar.  Bu iddianame karşı savunma yapmak bile başlı başına bir zulümdür!

Basın Kanununun 12. maddesinde gazeteci “haber kaynaklarını açıklamaya ve bu konuda tanıklık yapmaya zorlanamaz” şeklinde bir hüküm var. Ancak hakkınızda açılan bu davada gazetecilik faaliyeti kapsamında haber kaynaklarınızla yaptığınız telefon görüşmelerinin HTS kayıtları suç delili olarak yer alıyor. Haber kaynaklarınızın bu şekilde açığa çıkarılması, yaptığınız görüşmelerin suç istinadı olarak gösterilmesini nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu durum gazeteci ile haber kaynağı ilişkisi, habercilik üzerinde olumsuz bir etkisi olur mu?

Önceki soruda belirttiğim gibi polis-yargı bana “gazetecilik yapma” diyor. Bunu haber kaynaklarımın deşifre edilmesiyle de sürdürüyor. Baştan sona hukuksuz olan iddianame hem bana hem de diğer meslektaşlarıma mesleğimizi yaparken nasıl da kıskaca alınmaya çalışıldığımızı gösteriyor. Hukuksuzca hazırlanan bir metin başta sona gazeteciliği yok etmeye yönelik adımlardan biridir. Elbette bu durum haber kaynaklarımın güvenliğini tehlikeye attığı için haber kaynağı-gazeteci ilişkisini etkileyecektir. Bu durumu zaten OHAL’den bu yana yaşıyoruz. İnsanlar gazetecilere demeç verdikleri için yargılanıyor, tutuklanıyor. 2016 yılından bu yana birçok kaynak ya da sokaktaki halk demeç vermeye çekiniyordu. Bu tarz durumlar tabloyu daha kötü hale getirecek.  

Türkiye’nin birçok cezaevinde bir aydan uzun süredir açlık grevi eylemleri var ancak bununla ilgili eleştirel ve alternatif medya dışındaki medya kurumlarında hiçbir haber yapılmıyor. Cezaevinde olan bir gazeteci olarak açlık grevleriyle ilgili son durum nedir?

İlk soruda belirttiğim gibi tekelleşen, iktidarın sözcülüğüne soyunan bir medya gerçekliği cezaevlerindeki durumu görmeyecektir. Tutuklular ‘Abdullah Öcalan’a özgürlük Kürt sorununda demokratik çözüm’  şiarıyla 74 ülkeden aydın, yazar ve akademisyenlerlerin öncülüğünde başlatılan kampanyaya destek için açlık grevine başladılar. Türkiye’nin içinde bulunduğu krizin kilit noktası olan Kürt sorunu ve bu sorunun çözümündeki kilit isim olan Abdullah Öcalan olunca, iktidar medyası kör-sağır dilsiz oluyor. Erdoğan’ın ‘Kürt sorunu yoktur- düşünmezseniz yoktur’ söylemi esas alınıyor medya tarafından. Ancak, ben bu kör gözler, sağır kulaklara rağmen tutuklular çözüm için bedenlerini ortaya koyuyor. Sincan Kadın Cezaevi’nde de tutsaklar 2-3 kişilik gruplar halinde eylemlerini sürdürüyor. Bu cezaevinde revir, doktor olmadığı için grevdekilerin ölçümleri bağlık memuru ya da gardiyanlar tarafından yapılıyor. Vitamin takviyesi verilmiyor ve 10 günlük grev bittikten sonra da sıvı beslenmesi gerekirken buna dair bir besin verilmiyor. Greve giren her tutuklu hakkında disiplin soruşturmaları açılarak cezalar veriliyor. Cezaevinde tüm hakları gasp edilen tutsakların kendilerini bu yönüyle ifade etmeleri de engellenmek isteniyor. 

Mahkemede, “Konu Kürt sorunu olduğunda gazetecilere yönelik baskıların daha da artıyor” dediniz? Kürt sorununu yazan gazeteciler neden daha fazla baskıya maruz kalıyor?

Kürt sorunu Türkiye’nin normalleşmesi, demokratikleşmesi noktasında bir kilit ise ülkenin normalleşmesini istemeyen iktidar içinde ‘kırmızı çizgi’  olarak görülüyor.  Türkiye hakları inançları yok sayma üzerine kurulmuş Türk-Sünni Müslüman dışındaki tüm halk ve inançlar ‘yokluğu’ üzerine kurulmuş bir sistem inşa edilmiş. Bu konuya dair konuşan, yazan, çizen herkes suçlu sayılıyor. Kürtlere dair haber yapan, onlara ilişkin ihlalleri de açığa çıkartan gazeteciler hedef oluyor. Van’da helikopter işkencesini haberleştiren gazetecilerin tutuklanması, Abdurrahman Gök’ün Kemal Kurkut’un katledilmesini açığa çıkartan fotoğrafları, ardından polis-yargı kıskacına alınması gibi birçok örnek var. Merdan Yanardağ, AKP’li bir ismin PKK lideri Abdullah Öcalan’a yönelik tecride dair sözlerini tekrarladığı, hatırlattığı için tutuklandı. Şebnem Korur Fincancı savaşa dair konuştuğu için tutuklandı. Propaganda yapmaktan ceza aldı. Eski bir hatırlatma yapılacak ise Mehmet Ali Birand, 1987 yılında PKK lideri Abdullah Öcalan ile yaptığı röportajı nedeniyle ‘bölücülük’ iddiasıyla yargılandı. Bunların tamamı aslında savunmada belirttiğim noktayı tamamlayan örnekler. 

Bu davada “Basın Komitesi’nden yer almak”, “Talimatla haber yaptırmak” ile suçlanıyorsunuz. Savunmanda gazeteciliğin talimatla yapılan bir meslek olmadığını,  Roboski ve ana akım medya örneği üzerinden açıkladın. Gazetecilik faaliyetlerinin ısrarla kriminalize edilmesinin nedeni nedir sizce?  

İktidar kendi gazetecisini yaratmaya çalışıyor. Kendi doğrularının yayınlandığı bir basın yaratmak istiyorlar. Birçok kez gündeme geldi. Erdoğan kendisiyle röportaj yapan gazetecilerin sorusunu belirlediği biliniyor. Hatta çanak sorular soran, onda önce iktidarın ekonomi politikalarını öven tarzda sorular soruyor. Tüm gazetecilerin bu halde yayın yapmasını istiyor. Roboski örneği Türkiye basın yayıncılık tarihinde çok kilit bir yerde durduğu için bu örneği verdim. Bu kadar büyük bir katliamı yazmak için onay beklemek talimat gazeteciliğidir. Gerçeği bükerek insanları, hukuku yanıltmak üzerinden kurgulu bir sistemden söz ediyoruz. Asıl neden gerçeği yok etmek, halkı yanıltmak. Gerçeklerden kaçamazsınız, onu saklayamazsınız. Eni sonu cesaretli, dirençli, mücadeleci bir gazeteci onu açığa çıkartır. 

Davanın iddianamesinde neredeyse lehine olan hiçbir şey konulmamış ancak mahkemede suçlaması konusu yapılan gazetecilik faaliyetlerinin arka planına ilişkin bilgi verdiniz. (Otel konaklama, para alış verişi, telefon görüşmeleri) Tutuklu bir gazeteci olarak savcının toplamadığı delilleri mahkemeye sunmak, gazeteciliği ispatlamaya çalışmak nasıl bir duygu?    

Bu yargılamaların tamamının bir zulüm olduğunun altını çizmek gerekiyor.  Aslında ne ben ne de diğer arkadaşlarım masumiyetimizi kanıtlamayan çalışma gayesi içindeyiz. Bu savunmalarımızla gazeteciliğimizi anlatıyoruz. Meslek onurunu kurtarmaya çalışıyoruz. Aslında bu iddianamenin ne kadar dayanaksız, hukuksuz olduğunu anlatmaya çalışıyoruz. Mahkemedeki duruşum, tüm söylemlerim bundan ibarettir. 

Image

Medya ve Hukuk Çalışmaları Derneği (MLSA) haber alma hakkı, ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğü alanlarında faaliyet yürüten bir sivil toplum kuruluşudur. Derneğimiz başta gazeteciler olmak üzere mesleki faaliyetleri sebebiyle yargılanan kişilere hukuki destek vermektedir.