ESRA KOÇAK MAYDA
Geçtiğimiz yıl Emniyet Genel Müdürlüğü (EGM) tarafından yayınlanan, polislerin görüntüsünün alınmasını yasaklayan genelge, hem evrensel hukuka hem de yürürlükteki yasalara aykırılık taşıdığı için çok tartışma yaratmıştı. Polisin anayasal bir hak olan barışçıl toplantı ve gösterilere gerçekleştirdiği müdahaleleri takip eden birçok gazeteci, bu genelge gerekçe gösterilerek öncesine göre daha kolay ve sert bir şekilde engellendi. Kimi zaman polis kalkanlarıyla görüntü alınmasının önüne geçildi, kimi zaman sözlü ve fiziksel saldırılarla gazetecilerin görevlerini yapması engellendi, kimi zaman da AFP Foto muhabiri Bülent Kılıç'a olduğu gibi gazetecilerin boğazına basıldı, gazeteciler nefessiz bırakıldı.
27 Nisan 2021’de çıkarılan bu genelgeye,
MLSA gibi ifade ve basın özgürlüğünü savunan hak örgütleri, basın meslek örgütleri ve Antalya Barosu itiraz etti. Emniyet Genel Müdürlüğünün genelgeyle kamusal alanda polis memurlarıyla ilgili görüntü kaydı yasağı uygulamaya çalışmasına karşı Danıştay,
“yürütmeyi durdurma kararı” aldı. Danıştay 10. Dairesi, EGM’nin genelge ile Anayasa’nın 7. ve 13. maddesini ihlal ederek, bir temel özgürlük olan basın özgürlüğünü kısıtlayıcı yönde yasa koyucu yerine kural ve sınırlamalar getirmeye çalıştığına hükmetti.
Peki Danıştay’ın bu kararından sonra sahada görev yapan gazeteciler için durum değişti mi? Ankara’da haber takip eden gazetecilere, son zamanlarda görevdeyken neler yaşadıklarını sorduk.
Polis: ‘Basın da söz dinlesin’
Gazeteci Demet Aran, Ankara’da uzun süredir sistematik olarak uygulanan engellemelerin Danıştay’ın kararına rağmen devam ettiğini söyledi : “Bu, öyle keyfi bir uygulama ki, kimi zaman eylem yapanlar engellenmeden önce, biz gazeteciler polis engeliyle karşılaşıyoruz. O yüzden Danıştay’ın kararının ardından engellemelerin sona erdiğini söyleyemem. Örneğin, 11 Kasım’da genelgenin yürütmesi durduruldu, 18 Kasım’da Mimarlar Odası Ankara Şubesinin, Kurtuluş Parkı’nın TED Üniversitesine devredilmesine karşı yapacağı basın açıklamasında yine engellendik. Eylem yapanlar TED Üniversitesi önünde beklediği için polis bize ‘Siz Kurtuluş Parkına gidin, siz gitmeyince onlar da gitmiyor’ dedi. ‘Haber burada, neden gidelim?’ dediğimizde de tartışma başladı. Polis, Uluslararası Gazeteciler Federasyonu (IFJ) tarafından verilen basın kartından bile haberdar değil. Bir arkadaşımız IFJ kartını gösterdiğinde polis, ‘O kurum kartı’ dedi. Polis, tepki çeken ‘
Basın da söz dinlesin’ ifadesini de burada bizi engellerken sarf etmişti.”
‘Trafik polisi tarafından engellendim’
Yıllardır Ankara’da görev yapan Mustafa Turan ise hukuken ne olursa olsun fiili olarak engellemelerin devam ettiğini söyledi. Turan, son günlerde haber takibi sırasında polisin sık sık kimlik sorarak haber yapmasının önüne geçtiğini şu olayla anlattı: “Kızılay Meydanında otobüse binen yaşlı bir adam aniden kalp krizi geçirerek yere düştü. Otobüs, duraktan ayrılmadan durdu ve vatandaşlar müdahale etmeye çalıştı. Vatandaşın yanlış müdahalesi, geç gelen ambulans, bölgede Kızılay Kan Merkezi olmasına rağmen yardım etmeyen sağlık görevlilerini gördüm. Otobüsün kapısından görüntü almaya çalışıyordum ki bu sırada bir trafik polisi arkamdan kameramı eliyle kapatarak 'Çekim yapmıyoruz, yasak!' dedi. Ben de 'Bu, sizin vazifeniz değil' dedim. Hemen yan tarafta bizi dinleyen görevli çevik kuvvet polisi yanıma gelerek basın kartımı sordu. Kuruma ait kartı gösterince kimliğimi de istedi ve GBT yaptı. Sırt çantamı aramak isteyerek görüntü almamı engelledi. Polislerin bu tip yasaklama ve engelleme girişimleri işlerimi yapmamı zorlaştırdı ve almam gereken görüntüyü alamadım. Bu açıkça basın özgürlüğü ihlalidir.”
‘Ters kelepçeyle gözaltına alındım’
Sık sık alanda görev yaparken polisin engellemeleri ile karşılaşan gazeteci Öznur Değer de Danıştay’ın kararının sahada polis tarafından dikkate alınmadığını söylüyor: “Bu genelge, şüphesiz ki polis şiddetini görüntüleriyle açığa çıkaran biz gazetecilerin işini yapmasının önüne geçmek içindi. Genelgenin yayınlanmasının ardından gerek sendikaların, gerek demokratik kitle örgütlerinin, gerekse de gazetecilerin mücadelesi ve hukuki girişimleriyle Danıştay tarafından iptal edildi. Bu, hukuken önemli ve bağlayıcı bir karar olmasına rağmen maalesef sahada adeta yok hükmünde. Danıştay kararına rağmen, özellikle sokak eylemlerini takip ederken polisler tarafından baskı, şiddet, engellenme ve gözaltı işlemlerine maruz kalabiliyoruz.”
Değer, polisin haber takibi gerçekleştiren gazetecilere Danıştay kararına rağmen devam ettirdiği muamelesini kendi maruz kaldığı polis şiddeti ile özetledi: Emek ve Demokrasi Güçlerinin 28 Kasım’da Çankaya Belediyesi önünde gerçekleştirmek istediği ‘Geçinemiyoruz’ eylemini takip etmek üzere orada bulunuyordum. Polisin eylemcilere saldırıda bulunduğu anı görüntülemek isterken, bir polis tarafından hedef gösterildim. Ardından ise abluka altında şiddet ve ters kelepçe uygulamasına maruz kalarak gözaltına alındım. Anlayacağınız, polis şiddetini görüntülemek isterken polis şiddetiyle karşı karşıya kaldım ve gözaltına alındım. Bu sadece yakın tarihlerde yaşadığım bir durumdu. Sahada aktif çalışan bütün meslektaşlarım Ankara Emniyeti için bir hedef. Bütün sokak eylemlerinde engelleniyoruz ve neredeyse hepimiz benzer bir muamele ile karşı karşıya kalıyoruz. Basın kartlarımız, Emniyet nezdinde geçersiz sayılıyor. Turkuaz basın kartımızın olmamasını gerekçe gösteren polis, şiddetini adeta meşru görüyor. Kısacası, Danıştay, verdiği kararla bu hukuksuzluğu sonlandırsa da fiiliyatta hala yoğun bir şekilde polis şiddetine maruz kalıyoruz. Ancak bizler her şart ve koşulda mesleğimizi sürdürmeye devam ediyoruz. Baskı görsek de darp edilsek de gözaltına alınıp tutuklansak da halkın haber alma hakkı herhangi bir geçerliliği olmayan hükümsüz bir genelge ile engellenemez. Bizler, direnç ve ısrarla mesleğimizi elbette sürdüreceğiz.”
‘Genelge, yayınlandığı günden itibaren yok hükmündedir’
Emniyet'in genelgesinin ve bu fiili uygulamaların yasal bir dayanağının olmadığını dile getiren Türkiye Gazeteciler Sendikası Hukuk Biriminden Avukat Ülkü Şahin, şu değerlendirmelerde bulundu: “Emniyet Genel Müdürü Mehmet Aktaş, 27 Nisan 2021 tarihli genelge ile polislerin kamusal alanda ‘görevlerini yaparken’ ses ve görüntü kaydı alanlara müdahale etmesi talimatı vermişti. Danıştay 10. Dairesi ise genelgenin temel hak ve özgürlükleri sınırlandırdığı, kanuni dayanağı olmadığı, temel hak ve özgürlüklerin ancak ve ancak kanunla sınırlandırılabileceği ilkesine vurgu yaparak genelgeyi Anayasa’ya aykırı buldu ve yürütmesini durdurdu. İçişleri Bakanlığı ile EGM ise karara itiraz etti. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun kararını bekliyoruz. Ancak bu itiraz, yürütmenin durdurulması kararının icrasını durdurmamaktadır, kararın derhal uygulanması gerekir. Anayasanın 138. maddesi 4. fıkrasına göre, ‘...yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.’ Anayasa’nın bu yasağına rağmen Danıştay kararını uygulamaması, hem idarenin tazminat sorumluluğunu doğuruyor, hem de TCK 257. maddesine göre, görevi kötüye kullanma suçuna vücut veriyor. Yayınlandığı günden itibaren dediğimiz gibi bu genelge hukuken yok hükmündedir, kanunsuz emir niteliğinde olup uygulayan kolluk güçleri suç işlemektedir. Karar derhal uygulanmalı, gazetecilere ve yurttaşlara dönük keyfi müdahalelerden vazgeçilmeli. Müdahaleye maruz kaldıklarında gazetecilerin olayı kayıt altına alması, delillerini, tanıklarını toplaması ve suç duyurusunda bulunması, ısrarcı bir şekilde yargısal süreçleri işletmesi son derece önemli. Yargı kararının uygulanmaması, Anayasa'nın ihlalidir. Gazetecilere bu şekilde müdahale edilmesi Anayasanın 26. ve 28. maddeleri ile garanti altına basın özgürlüğünün ihlali olduğu gibi, madde 138 bakımından yargı kararının uygulanması zorunluluğunun da ihlalidir.Bu nedenle maruz kalınan her bir müdahalenin peşine düşülerek, gazeteciler tarafından yargı önüne ısrarcı bir şekilde taşınması gerekiyor.”