“Bakın cinayet bu, kaza değil. Keserler, sansür yaparlar, siz kesmeyin. Benim 11 aylık bebeğim içeride yatıyor. ‘Baba baba’ diyor, hiçbir şey demiyor. Öldürdüler.”Bu sözleri 14 Ekim 2022’de Bartın’ın Amasra ilçesinde gerçekleşen maden faciasında hayatını kaybeden 42 kişiden biri olan Mehmet Bulut’un eşi Buse Bulut söylemişti. Medyaya uygulanan sansürü görüyor, sesinin duyulamayacağını hissediyordu. Haklıydı da. İktidara geldiği günden bu yana sistematik bir şekilde medya kurumlarını ele geçiren AKP hükümetinin, 20 yılın sonunda en iyi bildiği şeydi sansür.Takvimler 6 Şubat 2023’ü gösterdiğinde Türkiye tarihinin en büyük deprem felaketini yaşarken aynı zamanda tarihinin en ağır sansürüyle de karşı karşıya kaldı. Kahramanmaraş’ın Pazarcık ilçesi merkezli sabaha karşı 04:17’de gerçekleşen 7.7 ve çok kısa bir sonra meydana gelen 6.6 büyüklüğündeki iki deprem, 10 ili büyük yıkıma uğrattı. Ardından saat 13:24’te 7.6 büyüklüğündeki üçüncü büyük deprem bu kez Kahramanmaraş’ın Elbistan ilçesinde gerçekleşti. Güneydoğu, aynı gün gerçekleşen üç büyük depremle adeta kıyameti yaşıyordu. Özellikle de Kahramanmaraş, Gaziantep, Hatay, Adıyaman, Malatya ve Adana illeri depremde ağır hasar alan iller oldu, kısa sürede kör bir kuyunun içine hapsedilmiş gibi karanlığa büründüler. O zifiri karanlığın içinde duyulan tek ses ise “Sesimi duyan var mı?” oldu. Tam 24 saat boyunca yıkımın en fazla olduğu illerde dondurucu soğukla birlikte yankılandı bu ses. İstanbul, Ankara, İzmir gibi depremden etkilenmeyen bölgelerde yaşayan insanlar, ilk saatlerde ne olup bittiğini, felaketin boyutunu henüz kavrayamamışlardı. “Yardım edin, sesimi duyan var mı?” çığlıkları cevapsız kaldı. GSM operatörleri çekmiyor, internete bağlanılamıyordu. İletişim kopmuştu. Yıkımın boyutu ise gün ağarınca ortaya çıkacaktı. Bir süre sonra Twitter, adeta “Afet Koordinasyon Merkezi” gibi çalışmaya başladı. Depremzedeler, enkaz altında olan yakınlarının adreslerini gazetecilere, siyasetçilere, sanatçılara gönderiyor, paylaşılan konumlar çok hızlı bir şekilde elden ele yayılıyordu. Sadece bana DM’den yüzlerce yardım çağrısı iletildi. Bölgede etkin olduğunu düşündüğümüz arama kurtarma ekiplerine bu çağrıları ulaştırabilmek için büyük bir çaba sarf ettik. Ancak özellikle de depremin ilk 24 saati çoğumuzun farkında olmadığı bir acı gerçek vardı. 160 yıllık geleneği olan Kızılay ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın AKUT’a kayyım atayarak yerine kurduğu AFAD, sahada neredeyse yoktu. Yıkımın en fazla olduğu Hatay, Adıyaman, Kahramanmaraş ve Gaziantep’e iki gün boyunca hiç uğramadı. Birçok enkaza ilk olarak sivil ve yurt dışından gelen arama kurtarma ekipleri ulaşmıştı. Bu sırada yardım çağrıları çığ gibi büyüdü. Twitter, büyük bir dayanışma ağına dönüştü. Depremzedeler bu çağrılarda açık adres, telefon ve enkaz altındaki yakınlarının isimlerini paylaşıyordu. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ise sessizliğe bürünmüştü.Aynı gün öğleden sonra saat 14:00 itibariyle medyaya düşen bir haberle şu bilgiyi öğrenecektik: İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, sosyal medyadaki deprem paylaşımlarına soruşturma başlattı. Başsavcılığın açıklamasında, provokatif paylaşımlar yapıldığı ve çarpıtılmış, gerçeğe aykırı, halk arasında endişe, korku ve panik yaratmak amacıyla dezenformasyon içeren yorum ve paylaşımlara resen soruşturma başlatıldığı ifade ediliyordu. Bu gelişme, sansürün ilk işaretiydi. Enkaz altında kalanların çıkarılması için çaba sarf etmesi beklenen devlet kurumları, sosyal medya paylaşımlarını cezalandırmak için mesai harcıyordu. Sansür, bir süre sonra daha somut haliyle karşımıza çıkacaktı. TELE1 Genel Yayın Yönetmeni Merdan Yanardağ ve gazeteci Enver Aysever hakkında deprem yorumları nedeniyle soruşturma başlatıldı. Bu gelişmeden yalnızca bir gün sonra da siyaset bilimci Özgün Emre Koç, gözaltına alındı. Ağırlıklı olarak göz önünde olan kişilere ve gazetecilere yönelik büyük bir baskı ortamı oluşturulmuştu ve korku iklimi yayılmaya çalışıldı.Bu sırada yardım çağrıları ve göçük altından gelen “Sesimi duyan var mı?” çığlığı yankılanmaya devam ediyordu…Çok geçmeden sansürün en ağırı devreye sokuldu. Özellikle de depremin ilk günlerinde haberleşme açısından büyük bir ihtiyacı karşılayan Twitter’ın, 8 Şubat günü bant genişliği daraltıldı. İnsanlar uzun süre Twitter’a giremediler. Elden ele yayılan yardım çağrıları artık ulaştırılamaz olmuştu. Enkaz altında kurtarılmayı bekleyen binlerce can vardı…Aynı gün kameraların karşısına geçen Cumhurbaşkanı Erdoğan, depremin yıktığı 10 ilde 3 ay süreyle OHAL ilan edildiğini açıklarken, bir yandan da gazetecileri ve kendisini eleştirenleri tehdit ediyordu. Oldukça sert bir ses tonu ve öfkeli bir bakışla halka seslenen Erdoğan, “Savcılarımız, insanlık dışı yöntemlerle sosyal kaos çıkarmaya tevessül edenleri belirleyip gereken işlemleri yapıyor. Yalan haber, çarpıtmalarla insanımızı birbirine düşürmeye niyetlenenleri takip ediyoruz. Gün tartışma günü değil günü geldiğinde tuttuğumuz defteri açacağız” dedi.Ancak, depremin yıktığı ve çoğunluğu AKP’nin kalesi olan kentlerde o sırada daha kalın bir defter tutulmaktaydı…Bir süre sonra deprem bölgesinde haber takibi yapan gazetecilere yönelik sözlü saldırılar yöneltilmeye başladı. İlk günler asker sahaya sürülmediği için ciddi bir güvenlik açığı vardı. Yağmacıların sayısı artıyor, polis kıyafeti giyip sokağa çıkan magandalar yol kesiyor, ırkçılık körükleniyordu. Havuz medyası yalnızca ‘mucize’ haberleri veriyordu.Enkaz altında kalanların yardım çığlıkları da devam ediyordu…Bir süre sonra iktidarın bir başka sansür makinesi dümeni devraldı. Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK), TELE1, Halk TV ve FOX’a deprem yayınları nedeniyle program durdurma ve para cezası kesti. TELE 1’in ekranı 3 gün boyunca karartıldı. Bu ceza aslında TELE 1’e aylar öncesinden verilmişti ama mahkeme yürütmeyi durdurma kararı vermişti. İşte, sırf kanalın ekranını karartmak için mahkemenin bu kararına apar topar yapılan bir itiraz, hızlıca işleme konuldu. Yani iktidar, TELE 1’e daha önceden vermiş olduğu ancak uygulanmayan cezayı bir koz olarak kenarda tutmuştu. Bu olay bize aynı zamanda yargının da ne denli işlevsiz hale getirildiğinin de bir başka kanıtı oldu.Yine aynı tarihlerde eksisozluk.com adresi erişime engellendi. Kısa bir sonra öğrendik ki bu karar da bizzat Beştepe’den alınmıştı. Engellenme nedeninin ise bir üsteğmenin depremle ilgili Ekşi Sözlükte paylaştığı anılar olduğu iddia ediliyor. Şu anda eleştirel kanallarla ilgili en büyük tehdit lisans iptali. RTÜK, bunu devreye sokmak için elinden geleni yapacağa benziyor. Ancak genel olarak eleştirel medya ve gazetecileri bekleyen gözaltı, dava ve hatta cezaevi tehdidi olduğu gerçeğini de göz ardı etmemek lazım. Çünkü Cumhurbaşkanı Erdoğan, Osmaniye’de muhalefete ve kendisini eleştirenlere yönelik yaptığı hakaret ve küfür içerikli açıklamasında, öfke dolu bakışlarıyla bunu açıkça ima etmiş oldu. Ancak dedim ya, ne defter tutan ne de öfkeli olan yalnızca Cumhurbaşkanı Erdoğan değil. Kendisine oy veren ve bu depremle yakınlarını, tüm anılarını göçük altında kaybeden çok sayıda AKP seçmeninin öfkesi çok daha büyük, tuttukları defter çok daha kalın. Kahramanmaraş’ta mikrofonu uzattığım bir AKP seçmeni, o defterin tam ortasından şöyle söylemişti:“Biz sahipsiziz, kimsesiziz. Biz devlet bulamıyoruz. Devlet, yalnızca seçim günü geliyor.”İşte, o defterin sahipleri, büyük bir cenaze evinde seçim gününü bekliyor.
Medya ve Hukuk Çalışmaları Derneği (MLSA) haber alma hakkı, ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğü alanlarında faaliyet yürüten bir sivil toplum kuruluşudur. Derneğimiz başta gazeteciler olmak üzere mesleki faaliyetleri sebebiyle yargılanan kişilere hukuki destek vermektedir.