ÖMER ÇELİK*
Yaşamın keşmekeşliği içerisinde bir an durup soluklanmak istediğimiz anlarda “Her şey bir tekerrürden mi ibaret?” sorusu zihnimize yapışıp yakamızı bırakmaz. Bu hisse yol açan döngüyü kırıp parçalamaya dair girdiğimiz tüm çabalara rağmen üstelik… Dört ayı geride bırakmak üzere olduğum üçüncü tutukluluk sürecimin bende yol açtığı hissiyat bu en azından. Henüz adliye koridorlarında hakkımızda önceden verilmiş hükmün açıklanmasını beklerken, bir ay sonra altı yaşına girecek oğlumun o birkaç günlük zoraki ayrılığımıza dair “Sanırım babam iyi bir haber yazmamış” yorumu ulaşmıştı kulağıma. Tesadüf bu ya, hakkımızda tutuklama kararı verilmesiyle dört duvar arasına konulmamızın ilk günlerinde cezaevi idaresince getirilip, okumaya başladığım kitapların ikincisi
Uçurtmayı Vurmasınlar oldu.
Okuyanların hatırlayacağı üzere annesi ile birlikte cezaevinde kalan minik Barış, şiir yazdığı için hapse düşen ve çok güzel şiir okuyan Sevim hakkında İnci’ye “‘İyi yazmadın diye mi geldin?’ diye sordum. ‘Yok’ dedi, ‘İyi yazdım diye’. İyi yazmışsa Sevim, niye gelmiş İnci?” diye sorar. Yaşanmışlıklar öykülere, öyküler yaşanmışlıklara dönüşürken böylece yanıtlamayı bekleyen sorular da havada asılı kalır.
Cezalandırılmaya dönüştürülen tutukluluk koşullarında yaratılan algılardan öte neden burada olduğumuz sorusuna, hakkımızda hazırlanacak iddianamelerde yanıt bulmuş olacağız. Bu iddianamelerin ne zaman hazırlanacağı ise hala belirsiz. Lakin şahsen gazeteciliğe adaletin henüz saraylara taşınmadığı zamanda başlamış, meslekteki ilk adımlarını adliye koridorlarında atmış biri olarak, savcıların kurgu konusunda ne kadar mahir, hakimlerin ise bu kurgulara inanma konusunda ne derece teşne olduğunu bilmiyor değilim şüphesiz.
Gülen Cemaati kontrolündeki emniyet ve yargı eliyle yürütülen ve Kürt siyasetçileri, STK’leri, avukatları, kadın mücadelesi aktivistleri ile birlikte gazetecileri de hedef alan KCK soruşturmaları kapsamında 2011 yılı sonunda tutuklandığımızda, kurulan adalet mekanizması ile ilk kez doğrudan yüz yüze kaldım. 46 meslektaşımla birlikte yargılandığımız davada bana yöneltilen “örgüt üyeliği” suçlamasının delillerinin çoğu, kaleme aldığımız haberler ve haber kaynaklarım ile yaptığım telefon görüşmeleriydi. O haberler arasında o yıl Van’ı üst üste iki kez vuran ve çok sayıda insanın yaşamını yitirdiği deprem felaketleri de vardı. Savcıya göre halkın yaşadığı mağduriyeti, devletin içine düştüğü acziyeti kamuoyuna duyurmak suçtu. Karakolda işkenceyi yazmak da öyle. “Örgüt üyesi” olduğumun en güçlü kanıtı ise bir tarihte Hatay-Cilvegözü sınır kapısından çıkış yapıp 4-5 saat sonra geri dönmekti. Savcı, bu zaman zarfında Kandil’de bir toplantıya katıldığım iddiasındaydı ve gizli tanık beyanları da bu iddiayı destekliyordu. Bu sava göre, sınır kapısını geçtikten sonra beni bekleyen özel helikopterle Kandil’e gidip döndüğüm gibi mantığı zorlayan bir tablo çiziliyordu belki ama devletin savcısı yalan söylüyor olacak değildi ya, vardı bir bildiği! Aylar sonra çıkabildiğimiz ilk duruşmada bırakın sınır kapısından giriş-çıkış yapmayı, pasaportumun dahi olmadığını söylediğimde hakim, hala iddianamede seri numarasına kadar yer alan bilgilere güvenmekten yanaydı. Talebimiz üzerine emniyetten beni doğrulayan yanıt geldiğinde aradan bir buçuk yıl geçmişti.
Tüm bu süreçlerde; özünde resmi söylemin dışına çıkan, devleti-iktidarı rahatsız eden, mevcut statükoyu sarsan mesleki faaliyetlerimiz dolayısıyla ne “sözde gazeteciliğimiz” ne de “teröristliğimiz” kaldı. Bizi yargılayan savcı ve hakimlerin cemaat mensubu oldukları çok geçmeden açığa çıksa da o dava 11 yıldır hala sonuçlanmış, adalet ise yerini bulmuş değil.
Yerinde durmayıp, sürekli el değiştiren adalet mekanizması, 2017 yılında bu kez dönemin Enerji Bakanı Berat Albayrak’a ait e-maillerdeki hukuksuzluklari haberleştirdiğimiz için 5 meslektaşımla birlikte yakamıza yapışacaktı. Evimde saatler süren işkence sonrası gözaltına alınıp, 15 Temmuz Darbe Girişimi sonrası OHAL ilan edilmiş olmasından ötürü 23 günü nezarethanede geçirmiş ve üçümüz tutuklanıp cezaevine gönderilmiştik. Suçlama yine “örgüt üyeliği”, suç delili ise haberlerimizdi. O e-maillerdeki suçları görmezden gelen yargı, onları halka duyurduğumuz için bizleri suçlu buldu. Yargı her şeyden üstündü, damat hariç… Hakkımızdaki “örgüt üyeliği” suçlaması boşa düşse de mahkeme, söz konusu e-mailleri bizlerin ele geçirmediğine ikna olmadı ve iki yıldan az cezaları uygun buldu. Hem sanıklar olarak bizlerin hem de verilen cezaları az bulan savcının itirazlarıyla yaklaşık bir yıl tutuklu kaldığım dava dosyası İstinaf Mahkemesinde şu an. Maruz kaldığım işkence ve bunu kanıtlayan sağlık raporunun dosyaya eklenmemesi, kaybedilmesi konusunda ise yargı hiç oralı olmayıp, yaptığımız suç duyurusu ise takipsizlikle sonuçlandı.
Ve işte yine benzer bir süreç, aynı döngü. Demokrasi yerine faşizmin, otoriterizmin egemen kılındığı; hukukun üstünlüğü yerine üstünlerin hukukunun işlediği; hak ve özgürlüklerin tehlikeli görülerek yasaklandığı; bunları talep edenlere baskı ve şiddetle yanıt verildiği; saray sofralarında doymayanların gözlerini yoksulun sofrasındaki kuru soğana diktiği, Roboski’nin, Suruç’un, Gar katliamlarının faillerinin ortaya çıkarılmadığı; Ceylan’ın Berkin’in, Tahir Elçi ve Kemal Kurkut gibi nicelerinin katillerinin korunup; zırhlı araçla ezilerek öldürülen Muhammed ve Furkan kardeşler gibi çocukların faillerinin ödüllendirildiği son derece ağır, insanlığı utandıran, çürüten fakat bir o kadar da öfkelendiren bir iklim. Her yeri saran zehirli havada nefes almak her geçen gün daha da zorlaşıyor. Bugünkü iktidar, ülkedeki mevcut sorunlar yerine, bunları dile getiren gazetecilerin ortadan kaldırılması çabasında. Bir yanda gazetecilere kurşun sıkılırken diğer bir tarafta hazırlanan kanunlarla gazeteciliğin kendisi susturulmak isteniyor.
Fakat artık ne yapsalar nafile! İster kurşun sıkılsın, ister susturmaya çalışılsın… Sesinden bile bu kadar çok korkulan hakikat, giderek tüm kulaklara ulaşıp, gözlere çekilen perdeyi indiriyor. Hakikat, ne baskı dinler ne de yasak. Dünün muktedirleri gibi çok geçmeden bugünün muktedirleri de bu gerçeği anlayacak. Yeter ki bizleri doğru, güzel, iyi, ahlaklı ve estetik olanda ısrarcı olup hakikatin sesini daha da gür şekilde dillendirmeye devam edelim.
*Gazeteci Ömer Çelik, 16 Haziran 2022 tarihinde “örgüt üyeliği” şüphesi ile 15 meslektaşı ile birlikte
tutuklandı. Çelik, yazının yayınlandığı tarih itibariyle Diyarbakır 2 Nolu Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde bulunmaktadır.
Yazarının görüşlerini yansıtan bu işin hakları, Atıf-Gayriticari (CC BY-NC) Lisans ile kısmen saklıdır. Bu iş, yazarına ve MLSA’ya atıf ile ve ticari olmayan amaçlar ile kullanılıp dağıtılabilir.