MEHVEŞ EVİN
Cemal Kaşıkçı’nın 2018’de İstanbul’daki Suudi Arabistan Başkonsolosluğuna adım attığı andan itibaren maruz bırakıldığı muamele, vahşice öldürülmesi, naaşının nerede olduğu ve ardından gelen adalet, hakikat ve uzlaşma arayışı, reel politika ve siyasi çıkarlarla şekillendi ve çarpıtıldı. Türkiye, Cemal Kaşıkçı cinayeti davasını Suudi Arabistan’a devretmeye karar vererek bu davayı cinayetten sorumlu olanlara teslim ediyor.Bu sözler, Kaşıkçı davasını en başından itibaren izleyen Uluslararası Af Örgütü Genel Sekreteri ve BM Yargısız ve Keyfi İnfazlar Eski Özel Raportörü Agnès Callamard’a ait. Uluslararası Af Örgütü’nün (Amnesty International) 6 Nisan 2022’de yayımladığı raporu yazan Callamard, “işin içinde üst düzey siyasi dinamiklerin” olduğunu açıkça belirtiyor. Ve bu dinamikler, sadece Suudi Arabistan’a değil, Türkiye’ye de işaret ediyor… Oysa Suudi gazetecinin katlinden sonra, başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere, AKP yetkilileri esip gürlemişti. Hatta Erdoğan, Washington Post’ta üç yıl önce yayımlanan yazısında Kaşıkçı'nın öldürülmesini “bir trajedi olmanın yanı sıra diplomatik dokunulmazlığın da pervasızca suistimali ve tehlikeli bir emsal” olarak nitelendirmişti. Daha tehlikeli olanın, “katillerden bazılarının ülkelerinde cezasız kalmış gibi görünmesi” olduğunu yazmıştı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, meşruiyet ve ulusal güvenlik açısından Kaşıkçı olayı ile Nazi suçlusu Adolf Eichmann arasında karşılaştırma bile yapmıştı: “Teröristleri adalete teslim etmek için elinden gelen her şeyi yapmak ile siyasi görüşlerinden dolayı bir kişiyi taammüden öldürmek arasında kalın bir çizgi var." Cumhurbaşkanı Erdoğan, birkaç yıl önceki iddialı sözlerinin üzerine bir bardak su içmiş olmalı… Zira Kaşıkçı cinayeti dosyası, Türkiye’nin Suudi Arabistan’la iyileşen ilişkilerine paralel olarak derdest edildi. Kaşıkçı cinayetinde cezasızlık tehlikesine dikkat çeken Erdoğan’ın, Türkiye’de gazeteci cinayetlerinde cezasızlık yokmuş gibi davranması da şaşırtıcı değil. Zira kendisi, yıllardır hapishanede gazeteci olmadığını iddia ettiği gibi, Türkiye basınını “mukayese kabul etmeyecek derecede” özgür olarak nitelendirmekte beis görmüyor. Belirtmekte fayda var; iki ülkenin basın özgürlüğü karnesi zaten berbat. Suudi Arabistan, Türkiye’den de beter durumda: Sınır Tanımayan Gazeteciler’in (RSF) 2021 Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’nde 153. sırada Türkiye varken 170. sırada ise Suudi Arabistan bulunuyordu. Basın özgürlüğü kriterlerinin arasında, gazetecilere yapılan saldırılar, gazeteci cinayetleri ve bunların yargılanma pratiği bulunduğunu da not düşelim.