Kayıtsızlık bumerang gibidir
Bilmediğiniz bir de halihazırda tutuklu onca Kürt gazeteci var. Bu tutuklama furyasının şu kadarcığı bile Fırat’ın batı yakasında, mesela İstanbullardaki adlı sanlı gazetecilere dokunsaydı; meslek kuruluşları, hak örgütleri, siyasetçiler falan şimdiye dek kırk kere kıyameti koparmıştı. Velakin, onlar 'ne de olsa Kürt gazeteci'
Yazan: Nedim Türfent
Bugün biz Kürt gazeteciler için kelimenin en hakiki manasıyla tarihi bir gün. İlk Kürtçe gazetenin yayınlanışının 125’inci yıl dönümünü kutluyoruz.
Gazetenin kuruluş günü, Kürtçe basın faaliyetlerinin miladı olarak “Roja Rojnamegerîya Kurdî” (Kürt Gazetecilik Günü) olarak kutlanıyor.
Gazetenin hayata “merhaba” dediği bu gün Osmanlı’nın gazetecilik faaliyetleri açısından en meşakkatli zamanına denk gelmişti: II. Abdülhamit’in istibdat yıllarına…
Zamane düş ve düşünce insanlarının, kalem emekçilerinin sürgün ve sansür yılları. Bu manada da apayrı bir albenisi var bu günün.
Osmanlı’daki baskılar nedeniyle sürgünde yayın faaliyetine başlamak zorunda kalan gazetenin basılışının üzerinden bir asırla bir çeyrek yüzyıl geçmesine rağmen Kürt gazeteciliğine yönelik baskı politikalarında değişen pek de bir şey olmadı.
Türkiye’nin kuruluşundan bugüne dek Kürt kültürü ve dili gibi Kürt basını da baskılardan nasibini aldı ve almaya devam ediyor.
Ülkemizde gazetecilik mesleği hep zordu, baskılar her devirde vardı. Velakin, biz Kürtler için çok daha zor, yaka silktirici bir durum söz konusu.
Öncülerin tarihsel mirasıyla günümüzde en onmaz koşullarda gazetecilik mesleğini sürdüren Kürt gazeteciler, nevi şahsına münhasır özgür basın geleneğiyle halkın biricik sesi olmayı, gerçekleri ortaya koymayı kendilerine ilke edindiler. Bu uğurda yeri geldi Apê Musa gibi canlarını, yeri geldi mahpushanelerde yıllarını verdiler.
Kürt gazeteciliğinin 125 yıllık tarihinde gazete binalarının bombalanmasından tutun gazetecilerin katledilmesi ve kaybedilmesine, tutuklanmasından tehdit edilmesine ne ararsanız var.
Kimi Türk gazeteci arkadaşlar sıklıkla “Biz yazarken tepemizde Demokles’in kılıcı sallanıyor” diyor. Benim canım kardeşim; o kılıç bizim için tepede dursa kalkıp hep birlikte göbek atarız, horon teperiz, halay çekeriz. O kılıç, her adım atışımızda oramıza buramıza sapılıyor. Bir nevi biz baskıları yazdıkça yaşıyoruz, yaşadıkça yazıyoruz. Hani nasıl desem biz naçizane yazmaya devam edenler “kılıç artığı” gibiyiz! Siz bilmezsiniz.
Bilmediğiniz bir de halihazırda tutuklu onca Kürt gazeteci var. Bu tutuklama furyasının şu kadarcığı bile Fırat’ın batı yakasında, mesela İstanbullardaki adlı sanlı gazetecilere dokunsaydı; meslek kuruluşları, hak örgütleri, siyasetçiler falan şimdiye dek kırk kere kıyameti koparmıştı. Velakin, onlar “ne de olsa Kürt gazeteci”.
Kabullenenler, kanıksayanlar saymakla bitmez. Saymakla bitmeyen esaslı şey ise dört duvar arasında geçmek bilmeyen günlerdir. Siz bakmayın birilerinin öyle yerli yersiz, zamanlı zamansız “sayılı gün çabuk geçer” deyişine, gidin onu 344 aydır dört duvar arasında tutulan İlhan Sami Çomak’a sorun mesela. Sayılı gün çabuk geçer mi?
Unutulmamalıdır ki gazetecilik mesleği halen hayattaysa, bedel ödeyen bu gazeteci arkadaşlar sayesindedir. O dem onların isimlerini bile isteye bir bir hatırlatarak not düşmek gerek, günün anlam ve önemine binaen:
Safiye Alagaş, Serdar Altan, Aziz Oruç, Mehmet Ali Ertaş, Zeynel Abidin Bulut, Ömer Çelik, Mazlum Doğan Güler, İbrahim Koyuncu, Neşe Toprak, Elif Üngür, Abdurrahman Öncü, Suat Doğuhan, Remziye Temel, Ramazan Geciken, Lezgin Akdeniz ve Mehmet Şahin 16 Haziran 2022’de Diyarbakır merkezli operasyonda tutuklandı.
Yine, gazetecilerden Diren Yurtsever, Berivan Altan, Ceylan Şahinli, Deniz Nazlım, Emrullah Acar, Selman Güzelyüz, Hakan Yalçın, Habibe Eren ve Öznur Değer ise 29 Ekim 2022’de, bir parantez açalım Cumhuriyet Bayramı’nda, başkent Ankara’da tutuklandı.
Onlardan önce tutuklananları saymazsak bile, sadece bu iki operasyonda 25 gazeteci tutuklandı. Yarım ağızla yapılan bir iki “tepkimsi” açıklama şurada dursun, kim kıyametin k’sinin ilk çizgisini çekmeyi dahi aklının ucundan geçirdi? Geçiren varsa beri gelsin!
Ekseriyetle gelmiyorlar, çoğunlukla hiç dayanışmıyorlar. Oysa tutuklama gerekçeleri de hep gazetecilik faaliyetleri. Diyarbakır’da tutuklanan 16 gazeteci hakkında --artık kabak tadı veren-- “örgüt üyeliği” iddiasıyla hazırlanan iddianamede, prodüksiyon şirketlerinin görüntü arşivleri, programlar için internetten indirilen fotoğraf ve görüntülere, hatta "el konulan" gazete ve kitaplara bile “suç” unsuru muamelesi yapıldı. Tamı tamına 728 sayfadan oluşan iddianame, Diyarbakır 4.Ağır Ceza Mahkemesi'nce kabul edildi ve duruşma için de 11 Temmuz'a gün verildi.
Mezopotamya Ajansı iddianamelere ilişkin hazırladığı haberlerde “suçlamaların” aslı astarı olmayışını bir bir yazdı:
* Tutuklu gazeteci Aziz Oruç, "Sokağın Sesi" programında yurttaşlara sorduğu sorular ve verilen cevaplar nedeniyle "örgüt üyesi olmak" iddiasıyla cezalandırılmak isteniyor.
* Gazeteci Ömer Çelik hakkında hazırlanan iddianamede, Çelik'in sunduğu programda “İmralı tecridi” ve Kürtlere dönük baskılardan bahsetmesiyle, "Kürtlerin devletine olan bağlılığını ve güvenini sarsıcı şekilde konuşmalar gerçekleştirdiği" iddia edildi.
* Xwebûn Gazetesi’nin Yazı İşleri Müdürü Mehmet Ali Ertaş'ın iddianamesinde, Kürtçe gazete ve kitaplar, cezaevinden kendisine gönderilen mektuplar ve yaptığı röportajlar suç sayıldı.
* Dicle Fırat Gazeteciler Derneği (DFGD) Eş Başkanı Serdar Altan'ın iddianamesinde, 20 Eylül 1992’de Diyarbakır’da JİTEM tarafından katledilen Kürt bilgesi gazeteci-yazar Musa Anter anması "örgütsel açıklama", tutuklu ve katledilen meslektaşları için yaptığı açıklamalar ise suça "delil" sayıldı.
* Zeynel Abidin Bulut'un iddianamesinde, el konulan not defterindeki "gerilla" ifadesi nedeniyle Bulut’un "örgütün hedef ve ideolojisiyle hareket ettiği" ileri sürüldü. Tek bir kelime kâfi!
* Gazeteci Elif Üngür'ün iddianamesinde, hem "şüpheliye ait delil ele geçirilemedi" denildi hem de "örgüt üyeliği" suçlamasıyla ceza talep edildi. Aynen öyle, delil yok ama suçlu.
Bunlar sadece birkaç örnek. Hele yargılama süreci başlasın da asıl o zaman “güler misin ağlar mısın” bir tablo ile karşı karşıya kalacağımızı peşinen ilk ağızdan söyleyebilirim. Elbette kâhin değilim, gelgelelim bir gıdım da olsa yaşayarak öğrendim.
Geri sayım başladı, seçimlerin öngünündeyiz. Ülkemizin en temel sorunlarından biri de gazetecilere yönelik envai baskılar ve ifade özgürlüğü önünde çöreklenen sorunlardır. Ne yazık ve acı ki şimdiye kadar herhangi bir Cumhurbaşkanı ya da milletvekili adayından bu konularda umutvar bir açıklama duymadık, duyamadık.
Öte yandan bence asıl sorumluluk alması gereken, gazeteciler ve gazeteci meslek örgütleridir. Bu konudaki sorun ve talepleri gündeme getirmenin tam da zemini ve zamanıdır. Bunu adet değil adalet yerini bulsun diye yapmalılar. Zira, anlata anlata dilimizde tüy bitti. Gazetecilik bitkisel hayatta.
Gazetecilik mesleğine soluk aldırmak için bir yandan sorumluluk almalıyız, beriki yandan iktidar daha kolay saldırmasın diye tutuklanan her meslektaşımıza sahip çıkmalıyız.
Nitekim günün sonunda sessizliğimizin bumerang gibi dönüp bizi vurması işten bile değil.
Kayıtsızlık ve sessizlik bumerang gibidir. Soluk boğazımıza oturan yumru ile dut yemiş bülbüle döneriz.
Tutuklanan Kürt gazetecilerin sesi ve soluğu olalım ki bumerangın darbesinden kurtulalım. Hem bunu adet değil de adalet yerini bulsun diye yapalım. Allah aşkına, destek ve dayanışmada bulunmak o kadar mı zor?