Geçtiğimiz haftaya, AKP Tanıtım ve Medya Başkanı Hamza Dağ’ın eleştirel gazetecilere açtığı davet telefonu damga vurdu. Yıllardır AKP’nin organizasyonlarını takip etmeleri engellenen bu gazeteciler, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın konuşmacı olduğu "Türkiye Yüzyılı" programına çağırılıyorlardı. Aralarında Erdoğan’ın meydanlarda yuhalattığı isimler de vardı, bir telefonla işinden kovdurttuğu ekran yüzleri de. Hâl böyle olunca elbette ki bu gelişme şaşkınlıkla karşılandı. Davet edilen gazetecilerin bir bölümü, gazetecilik yapabileceklerini düşünerek önce programa katılacaklarını açıkladılar. Ancak bir süre sonra, diğer basın mensuplarından farklı bir noktada konumlandırılacakları ve soru soramayacakları ortaya çıkınca katılmaktan vazgeçtiler.Programın gerçekleştirileceği 28 Ekim gününe gelindiğinde ise gözler toplantının içeriğinden çok, hangi gazetecilerin katılıp katılmayacağına çevrilmişti. Benim gözlemleyebildiğim kadarıyla davetli isimlerden yalnızca Çağlar Cilara, Fatih Portakal ve Ruşen Çakır katılmıştı. Bu isimler arasında özellikle de Fatih Portakal’a çok sert eleştiriler yöneltildi. Portakal, her ne kadar o toplantıya gazetecilik faaliyeti için gittiğini açıklasa da tepkiler bir türlü dinmedi. Toplumsal muhalefetin büyük bir bölümünden tepkilerin artması da aslında AKP’nin 20 yılda ülkeyi ne ölçüde kutuplaştırdığını ortaya koyuyordu.Peki iktidara geldiği günden bu yana medyaya ciddi oranda zarar veren AKP, neden böyle bir değişikliğe gitme ihtiyacı duydu?
Gazetecilerin, yapbozun bir parçası olmaları isteniyor
Bu değişiklik fikrinin temelinde elbette seçim propagandası yatıyor. Geçen hafta edindiğimiz bilgiye göre, seçim dönemlerinde genellikle seküler kesimleri ve muhalifleri hedef alarak kutuplaştıma siyaseti izleyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu seçim döneminde bir değişiklik yaparak "olumlu" propaganda yapma yöntemini seçmiş. Bu iletişim çalışmasının başına da sosyal bilimci Ertan Aydın'ın getirildiği söyleniyor. Bizzat AKP kulislerinden edindiğim bilgiye göre ise Ertan Aydın, bu görevi kabul ederken 'yalnızca olumlu kampanya yaparım, olumsuz bir kampanya yapmadım, yapmam da' demiş. Dolayısıyla, geçen hafta gerçekleştirilen Türkiye Yüzyılı programı da bu kampanyaların ilkini oluşturuyor.Devletin televizyonu TRT de dahil olmak üzere medyanın yüzde 98’ini elinde bulunduran AKP iktidarı, bu kurumları kendi eliyle etkisizleştirdiğinin farkına varmış olmalı ki "açılım" başlığı altında, kendisini eleştirdiği için ötekileştirdiği gazetecilerin kapısını çalma ihtiyacı duyuyor. Ancak onlardan gazetecilik yapmasını değil, bir fotoğrafı oluşturacak yapbozun parçaları olmalarını istiyor.Nasıl mı? Anlatayım…İlk olarak, organizasyonun gerçekleştirildiği salondaki manzaraya bakalım. "Davetli" statüsünde olan gazetecilere, konukların olduğu bölüm ve sahneye yakın bir alan olmak üzere iki farklı bölüm ayrılmış. Ayrılan bölümdeki sandalyelerin üzerine ise "Misafir Basın Mensupları" yazılmış. Bunun anlamı açıkça "Katıl ama sadece izle. Soru sorma, sorgulama" demektir. "Davetli" olmayan basın mensuplarına ise konukların bulunduğu yerden ayrı bir alan tahsis edilmiş. Esasında, çoğu organizasyonda da böyle bir yöntem uygulanır. Burada bir ayrımcılık yapıldığını da görüyoruz ama asıl amaçlanan şey bu değil. "Misafir Basın Mensupları" sandalyesine oturtulmak istenen gazeteciler; AKP’nin, propagandası için ihtiyaç duyduğu o fotoğraf karesinin birer parçası yapılmak istendi.Bunu yalnızca ben söylemiyorum. Dilerseniz bizzat AKP’li bir ismin açıklamalarından dinleyelim. Mahir Ünal’ın görevden affını istemesiyle AKP Grup Başkanvekilliği görevine getirilen Özlem Zengin, organizasyonun yapıldığı gün Adem Metan’a verdiği röportajda tam olarak şu ifadeleri kullandı:"Burada gördüğünüz, bizim vermek istediğimiz en önemli fotoğraftır. Türkiye'nin fotoğrafını yapmaya çalıştık. Herkesi davet etmek için gayret sarf ettik ve başarılı da oldu. Bu kadar samimi ve içten bir çağrı neden bu kadar sorgulandı, anlayamıyorum. Madem kucaklaşmak istiyorsunuz, işte size davet. Bu açılımlar devam edecek."Zengin, bu sözleriyle gazetecilerin AKP'nin "açılım fotoğrafının" bir parçası yapılmak için davet edildiğini açıkça ifade ediyordu. Zaten Cumhurbaşkanı Erdoğan da salonda yaptığı konuşmada kutuplaşmadan değil kucaklaşmadan yana olacakları iddiasını sık sık tekrar etti. Ancak Erdoğan bu sözleri dile getirdikten sadece birkaç saat sonra gazeteci Ümit Zileli, Cumhurbaşkanı’na hakaret ettiği iddiasıyla gözaltına alındı. Yine aynı gün, 25 Ekim'de gözaltına alınan Mezopotamya Ajansı ve Jin News çalışanı dokuz gazeteci hakkında da tutuklama kararı verildi. Ne açılım ama değil mi?İktidar, şimdi yarım kalan o fotoğrafı tamamlamak için açılım organizasyonlarına devam edecek. Hatta gazeteci Çağlar Cilara’nın Twitter paylaşımından öğrendiğimiz kadarıyla da bu açılımlardan ikincisi, 4-5 Kasım tarihlerinde "21. Yüzyılda Siyaset ve Yeni Açılımlar" başlığı altında İstanbul’da düzenlenecek. Cilara’nın belirttiğine göre, bu kez daha geniş katılımlı bir "davetli gazeteci" listesi hazırlanmış. Bakalım AKP, bu organizasyonda istediği fotoğrafı oluşturabilecek mi? Gelen tepkilere bakılırsa, Türkiye medyasında oluşturulan tahribatın hesabını vermeden işi biraz zor gibi görünüyor.
Medya ve Hukuk Çalışmaları Derneği (MLSA) haber alma hakkı, ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğü alanlarında faaliyet yürüten bir sivil toplum kuruluşudur. Derneğimiz başta gazeteciler olmak üzere mesleki faaliyetleri sebebiyle yargılanan kişilere hukuki destek vermektedir.