PINAR GAYIP
Savaş döneminde medyada dezenformasyon artıyor. Deneyimli gazeteciler Bülent Kılıç ve Çağla Üren’e göre, gazetecilik etik kurallarına uymak dezenformasyonla mücadele etmek için yeterli…
Sosyal medyanın hayatımızdaki yeri ve önemi arttıkça doğru bilgiye erişim günden güne zorlaşıyor. Çok sayıda kişi doğru bilgiyi alanda uzman veya sahada bulunan gazeteciler yerine sosyal medya fenomenlerinden ediniyor. Söz konusu bilgilerin yanlış olduğu ortaya çıksa dahi sosyal medyada yaygınlaştığı için geri dönülemez hale geliyor.
Özellikle savaş ve çatışma süreçlerinde dezenformasyonun önüne geçilemiyor. Dahası, çoğunlukla dezenformasyon devlet eliyle de gerçekleştiriliyor. MLSA'ya konuşan savaş muhabiri Bülent Kılıç ve teknoloji, yeni medya konularında yoğunlaşan gazeteci Çağla Üren ile dezenformasyonun önüne nasıl geçileceği, doğru bilginin nereden alınacağı, itibarlı haberlerin itimatını, tık kaygısı ile sosyal medyada paylaşılan gönderilerin ayrımının nasıl yapılacağını konuştuk.
Kılıç: “Önemli olan basın ahlak ilkeleri”
Gazetecinin savaşta veya herhangi bir yerde olmasının büyük bir ayrım olmadığının altını çizen savaş muhabiri Bülent Kılıç, "Ahlak ilkeleri ve etik ilkeleri zaten birçok gazeteci açısından net. Masa başında bir dosyayı inceleyen gazeteci için de sahada çalışan gazeteci için de basın ahlak ilkeleri net belirlenmiş. Buna bağlı olan gazeteci İstanbul'da da aynı ilkelerle hareket edip işini yapar; Ukrayna'da da Filistin'de de… Evrensel değerlerle, hukuki çizgilerle belirlenen şeyler bunlar" dedi.
Ukrayna-Rusya savaşında yaşanan dezenformasyona dikkat çeken Kılıç, sözlerine şöyle devam etti:
"Dezenformasyonun önüne geçmek için temel kurallar var. Birincisi bir gazeteci görmediği veya kayda almadığı bir şeyi, duyum üzerinden kesinlikle haberleştiremez. Görmen lazım veya onu bir şekilde kaydetmen lazım. Genel bir kuraldır bu. Ama sosyal medyanın bu kadar yaygınlaşması bir, ikincisi de son dört, beş senedir devletlerin, daha doğrusu çatışmaya dahil olan tarafların dezenformasyonu bir şekilde keşfetmeleri, işi içinden çıkılmaz hale getirdi. Örneğin, haber yalan ama üç, dört milyon kişi tarafından okunuyor. Bu haber daha sonra düzeltilebilir, fakat okuyan milyonların birçoğu yalan olduğundan haberdar olmuyor. Sokakta denk geliyoruz böyle şeylere. Yalan biliyorsun, ancak haberi ya da paylaşımı okuyan birçok kişinin sorgulamak gibi bir derdi de yok ve taraflar bu açığı çok kullanıyor."
“Devletlerin sosyal medyada trol orduları var”
Uzun yıllar alanda çalışan kişilerin haber veya gönderilerin sahte olduğunu ayırt edebildiğini, ancak vatandaşın bunu ayırt edemesinin mümkün olmadığını söyleyen Kılıç, şöyle devam etti: "Dezenformasyon Suriye'de başladı. Bazı görüntüler sahte çıkıyor, kitleleri harekete geçirmek için veya algı yaratmak için belli kaynaklar tarafından bilerek yapılıyor. Baktığımda yalan olup olmadığını anlayabiliyorum, dezenformasyon ya da propaganda olduğunu ayırt ediyorum. Bir vatandaşın anlaması çok zor, artık bilinen kurumlar, haber ajansları daha bir farklı bir pozisyona geldiler; onlardan geçtiği zaman bunun doğru mu yalan mı olduğuna karar veriliyor. Onlara gelene kadar birçok kurumun, devletin, tarafın kendi sosyal medya orduları var. Bunlar bu algıyı yaratmak için çok iyi eğitilmiş, profesyonel düzeyde yapıyorlar. Mesela 8 Kasım'da Fransa'da İsrail amblemleri yapılmış duvara, Fransız istihbaratı polisi araştırıyor, Rusya kaynaklı olduğunu açıklıyor. Böyle şeyleri yazışıyoruz. Amblemin çizilmesinin önemi yok, sosyal medyada yayılması önemi. Küçücük bir fotoğraf yayılıp hızlı bir şekilde algı yapılıyor. Çok tehlikeli boyutlara geldi."
Üren: Bilgiyi geçen gazeteler itibarlı mı bakmak gerek
Teknoloji ve yeni medya konularında yoğunlaşan gazeteci Çağla Üren, ilk olarak bilginin nereden alınacağının önemine değindi. Üren, "Bana kalırsa biz gazetecilerin ve özellikle dış habercilerin yapabileceği şeyler değişmiyor. İlk olarak itibarlı gazetelerin ilgili bilgiyi geçip geçmediğine bakmak gerekiyor. Ama bazen dünya genelinde itibar gören gazeteler bile güvenilmez olabilir. Burada da sezgilerimiz devreye giriyor. Ayrıca sosyal medyanın ve çeşitli kanalların gelişmesiyle yurttaş haberciliği de öne çıkmaya başladı. Bunu en çok son Gazze savaşında gördük. İtibarlı ajansların, gazetelerin çoğunda bilgi bulamazken, özellikle de Facebook ve Instagram çeşitli sansür süreçleri uygularken Telegram üzerinden yurttaşlar görüntüler sağladılar, bilgiler geçtiler. Benzer durumlar Ukrayna-Rusya savaşında cephe hattında da oldu. Dünya genelinden bölgeye götürülen savaş muhabirlerinin çoğu aslında sıcak savaşın yaşandığı yerlerden ziyade Kiev gibi bölgelerden yayın yaptı. Sıcak bölgelerde ne olduğuna dair fikirleri Telegram'dan daha rahat elde edebildik. Ancak tabii ki Telegram da diğer sosyal medya platformları gibi dezenformasyondan azade değil. Bana kalırsa gazeteciler bu yayınları bir başlangıç noktası olarak veya bir referans noktası olarak görebilir ama teyit etmeden tabii ki yaymamalı" ifadelerini kullandı.
“Tık kaygısıyla anaakım gazeteler haberi paylaştırlar”
"İtibarlı yayınlar da bazen dezenformasyon yayabilir" sdiyen Üren, şu örneklerle bu sorunu ayrıntılandırıyor:
“Hani bir söylem vardır, 'Bazı yayınlar yılın bir günü yalan söylemek için 364 gün doğru söyler' diye. Bence bu doğru. 9 Kasım 2022'de Newsweek bir haber yaptı. Haberin özü şu; İran'da Mahsa Amini protestoları sürerken İran'da 227 milletvekili protestocuların en sert şekilde cezalandırılması için çağrıda bulunuyor. Bu milletvekillerinin zaten bir bağlayıcı rolü yok İran'da. Açıklamada protestocular 'muharib' diye niteleniyor. Bu da milletvekillerinin aslında idam cezası istediği yönünde yorumlara neden oluyor. Kesinlikle İran için skandal bir durum. Buradan hareketle bir Twitter kullanıcısı, 'Ne yapacaksınız, hepimizi idam mı edeceksiniz, resmen bunu istiyorsunuz' minvalinde bir paylaşım yapıyor. O ana kadar da İran'da protestolara katıldığı düşünülen kişi sayısı 15 bin. Newsweek bu yorumu alıyor, 'İran, 15 kişiye idam istiyor' diye haber yazıyor. Sonra bizde anaakım ve bir zamanların itibar gören tüm gazeteleri tık kaygısıyla bu haberi alıp, 'İran Parlamentosu, Mahsa Amini protestolarına katılan yaklaşık 15 bin protestocuya ölüm cezası verilmesini onayladı' diye haber yazıyor. Ortalık karışıyor."
“Bu tık kaygısının önüne geçip dijital reklama dayalı gelir modelinin değişmesi gerekiyor” diyen Üren, “Eskiden basılı gazetede müşteriniz okurdu. Ona karşı sorumluydunuz. Bugün reklam verene karşı sorumlusunuz dijital medyada. Okur sadece sizin müşterinize, yani reklam verene sunduğunuz rakamlardan ibaret. Bu değişmediği sürece haber sitelerindeki dezenformasyonun değişeceğini düşünmüyorum" dedi.
“Dezenformasyon gerektiği gibi önlenemeyecek”
Üren, sosyal medya paylaşım platformu Twitter'da (şimdiki X platform) bir dizi hesabın oldukça yaygınlaştığını, haber sitesi görünümünde hareket ettiğini, ancak tek amaçlarının etkileşim olduğuna bu nedenle "uydurma haberler" girdiklerini söyledi. Twitter'da okurların artık şaibeli tweetlere bağlam ekleyip işin doğrusunu yazabildiklerini ve bunun oldukça güzel bir gelişme olduğunu ifade eden Üren, sözlerine şöyle devam etti:
"İngilizce konuşanlar için dezenformasyonu yakalamak daha kolay Twitter'da. Bizler içinse ne yazık ki telefondan yapması daha zor olabilen bir dizi görsel arama ve teyit işleminden başka çare yok. Biz yapıyoruz ama sıradan okur bunu yapmıyor. Bu arada şunu da hatırlatmak önemli. Eski Facebook çalışanı Francis Haugen'ın sızdırdığı iç yazışmalardan şunu görmüştük: Facebook Arapça'nın farklı lehçeleriyle baş edememiş ve bu coğrafyayı kendi haline bırakarak denetlememiş. Benzer şeyler Türkçe için de geçerli. Bu dev internet firmaları İngilizce ve belirli diller dışında yayılan dezenformasyonu belki de hiçbir zaman gerektiği gibi değerlendiremeyecek, önleyemeyecek."
“Bağımsız savaş muhabirliğini güçlendirmek zorundayız”
Kişisel paylaşımlarla oluşan dezenformasyonun yanı sıra devlet dezenformasyonuna dikkat çeken Üren, "Son yılların en vahşi dezenformasyon savaşını sanırım Rusya-Ukrayna savaşında yaşadık. İki devlete de asla güvenemiyorsunuz. Verdikleri zayiat rakamları arasında gülünç uçurumlar var. Mecburen iki tarafı da veriyorsunuz haberlerde” dedi.
Üren, sözlerini şöyle noktaladı: “Devlet kanallarının paylaştığı görüntüler gerçek mi, bilemiyorsunuz. Geçmişten kalan görüntülerin yeni gibi paylaşılmasına veya yapay zeka görüntülere ne yazık ki alıştık. En azından Google'da aratıp bir kısmının sahte olduğunu anlayabiliyoruz. Ama bir de şu var, devlet kanalı bir görüntü paylaşıyor. Sonra biri çıkıp diyor ki 'Bu görüntü için oraya stüdyo kurdular, bu görüntüler kurmaca.' Bunu siz nasıl teyit edebilirsiniz? İmkanı yok. Mecburen bu gibi durumlarda tarafların tüm söylemlerine yer vermek zorundasınız. Ben bu gibi durumlarda kendi olanaklarıyla bölgeye giden bağımsız gazetecileri mutlaka takip ediyorum. Bağımsız savaş muhabirliğini de güçlendirmek zorundayız. Bu yüzden Twitter ve diğer sosyal mecralardan para kazanmaya ve kitle fonlamaya çok önem veriyorum. Bu insanları desteklemeliyiz."