BARIŞ KOP Hakkında “Cumhurbaşkanına hakaret” iddiasıyla açılan yeni davanın ilk duruşmasında Sedef Kabaş, "Savunma yapmıyorum, suç duyurusunda bulunuyorum. Hakkımdaki suçlama, soruşturma ve kovuşturma hukuka ve yasalara aykırıdır" dedi. Duruşma sonunda Kabaş'ın avukatı Uğur Poyraz ile mahkeme başkanı arasında sert atışma yaşandı. Poyraz reddi hakim talebinde bulundu. Dava reddi hakim talebine ilişkin gerekçe ve delillerinin sunulması için 16 Kasım 2023'e ertelendi. “Cumhurbaşkanına hakaret” suçlamasıyla 2 yıl 4 ay hapis cezasına çarptırılan ve 49 günlük tutukluluğun ardından geçen yıl Mart tahliye olan gazeteci Sedef Kabaş’a tam bir yıl sonra aynı suçlamayla bir dava daha açıldı. Kabaş’ın hesabındaki 25 tweeti delil olarak sunan savcı, “tahkir kastı var” diyerek gazetecinin cezalandırılmasını talep ederken, davanın ilk duruşması bugün İstanbul Anadolu 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görüldü.
'Yargı, susturma siyaseti adına bir kez daha araçsallaştırılmıştır'
Celseye Kabaş ile birlikte avukatları Uğur Poyraz, Sevgi Kalan Güvercin ile Selen Sınmaz da katıldı. Kabaş savunmasında şunları söyledi: “Bu dava adaleti tesis etmek için değil; üzerimde baskı kurmak için açılmış bir davadır. Geriye dönük yazdıklarım sanal hafiyelik yapılarak; sanki şüpheli biriyim, sanki suç işlemişim gibi taranmış ve tek bir cümlesi; tek bir sözcüğü hakaret, kötü söz, küfür, kişilik haklarına saldırı ya da menfi herhangi bir ifade içermediği halde hakkımda “Cumhurbaşkanı'na hakaret” iddiası ile bu dava açılmıştır. Bir bakıma yargı bir gazeteci üzerinde baskı, sindirme, susturma siyaseti adına bir kez daha araçsallaştırılmıştır. Bu dava esasen benim kişilik haklarıma bir saldırıdır. Dosyada bulunan hiçbir tweet hakaret içermediği gibi aksine mesleğimin gereği ve sorumluluğu olan siyasi analiz, verilere dayalı yorum ve gerçek olgulara dayandırdığım tespitlerdir; yani kamuya karşı sorumluluk taşıyan bir gazetecinin zaten yapması gerekendir. Bir atasözü kullandığım için; ki atasözleri anonimdir, kişiye özel değildir; hakkımda açılan benzer bir dava sonucu 2 yıl 4 ay hapis cezasına çarptırılmış dünyada ilk ve tek gazeteciyim; bu karar ülkem adına utanç vericidir. Bu dava ülkemizde ifade özgürlüğünün, basın hürriyetinin ne kadar acınası bir hale geldiğinin bir başka ispatı olarak tarihe geçmiştir. Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi'nde Türkiye 180 ülke içinde 153. sırada idi. Utanç verici bir tablo. Yetmedi. Bu sene 15 basamak daha gerileyerek 165. sıraya yerleştik. Yani artık basının özgür olmadığı, ifade özgürlüğünün sansür, mobbing, işsiz bırakılma, tazminat davaları, suç duyuruları, kovuşturmalar, sosyal medyada bizzat iktidar tarafından finanse edilen trollerin organize ettiği linç kampanyaları, yandaş medya tarafından aleni hedef gösterilme, sistemli olarak ortaya atılan iftiralar, şiddet, darp, dayak, hapis cezaları ile yok edildiği bir ülkeyiz.
'Gazetecilerin sorumluluğu gerçekleri ortaya çıkarmaktır'
Gün gelecek mahkemeler bizi değil; ülkemizi böylesi utanç verici duruma düşürenleri yargılayacak. Bu yargılamanın hükmünü sadece hakimler değil tarih de yazacak. Gün gelecek hakkımda "Cumhurbaşkanına hakaret etti" diyerek dava açanların nice hakareti Türk Devleti'ne ve Türk toplumuna yaptığı mutlak surette, inkâr edilemez şekilde Türk yargısı tarafından tescillenecek... Kendilerini yargıdan muaf, mahkemeleri ise mutlak sandıkları otoritelerine muhalif olanları "bertaraf” etmek için adeta bir sopa gibi kullanmakta hiçbir sakınca görmeyenler zaten hali hazırda toplum vicdanında da hak ettikleri cezayı almaktadır. İçinden geçtiğimiz bir çeşit post modern istibdat dönemi toplumun adaletsizlikler karşısındaki isyanını ve itirazını aleni ve açık şekilde ortaya dökmesini engelleyici geçici bir istinat duvarı işlevi görmektedir. Bu duvar eninde sonunda yıkılacaktır. Böylesi baskı dönemlerinde gazetecilerin en temel sorumluluğu söyleyemeyenleri söylemek, sorulamayanları sormaktır; şok edici, sarsıcı gerçekleri ne pahasına olursa olsun ortaya çıkarmaktır, yeri geldiğinde "kral çıplak” diyebilmektir. Baskının artan şiddetine paralel gazetecinin taşıdığı sorumluluk ağırlaşır. Hakkımda açılan bu dava bu baskının dışavurumudur. "Cumhurbaşkanına hakaret iddiası” üzerinden şahsıma yönelik olarak aleni şekilde "gazetecilik yapmayacaksın, yazmayacaksın, konuşmayacaksın" mesajını vermek, bir çeşit tehdit etmek suçun ta kendisidir.
'Davanın hukuki dayanağı yok'
Bu davanın hukuki bir dayanağı da yoktur. Daha önce tarafsız Cumhurbaşkanı için çıkartılmış olan TCK'nın 299. Maddesi, Anayasamızın 90. Maddesi açısından artık yok hükmündedir. Zira Türkiye'nin imzaladığı uluslararası sözleşmeler "hukuk karşısında herkes eşittir" ilkesinden hareketle devlet başkanlarına özel, ayrıcalıklı, istisnai bir statü tanınamayacağını belirtiyor. En son AİHM tarafından verilmiş 19 Ekim 2021 tarihli Vedat Şorli kararı bunu bir kez daha teyit ediyor. Karar hem Devlet Başkanlarına ayrıcalık ve özel koruma sağlanamaz diyor hem TCK'nın 299. Maddesinin kaldırılmasını “hukuki zorunluluk” olarak nitelendiriyor. Anayasamızın 90. maddesi de uluslararası sözleşmeler ile iç hukuk çelişiyorsa, ilki geçerlidir diyor. Yani aslında Cumhurbaşkanı Erdoğan'a hakaret edildi iddiası ile on binlerce vatandaşımız hakkında açılan soruşturma ve verilmiş mahkûmiyet kararları yok hükmünde olan bir yasaya dayandırılıyor. Bir bakıma hukuk hiçe sayılarak fiili bir durum oluşturulmaya çalışılıyor. Sonuç olarak işlediğim tek bir suç yok... Tam tersine işini gazetecilik sorumluluğu çerçevesinde yapmaya özen gösteren bir basın mensubu aleyhinde sanal hafiyelik yapmak, işlemediği suçlar üzerinden davalar açmak, hakkında verilmiş beraat kararlarını bozdurmak, daha önceden benzer davalar açmış olarak yargıyı sistemli ve kasıtlı biçimde kullanarak kişilik haklarına saldırmak, basın ve ifade özgürlüğünü elinden almaya çalışmak suçtur.
'Savunma yapmıyorum, suç duyurusunda bulunuyorum'
Bu yüzden bugün bir savunma yapmıyorum, tam aksine bu davayı açanlar hakkında bu mahkeme huzurunda suç duyurusunda bulunuyorum. Hakkımda yapılan suçlama, soruşturma ve kovuşturma her yönü ile hukuka ve yasalara aykırıdır. Açılan dava, verilen soruşturma izinleri, sanal devriye ve bu devriyeye onay verme işlemlerinin tamamı hukuka ve yasalara aykırı olduğu gibi TCK 257. madde kapsamında da suçtur. Soruşturulması gereken kişiler, yasaları ve Anayasa'yı ihlal eden dosya içeriğindeki kişilerdir. Tamamından şikâyetçiyim. İddia edilen suçları kesinlikle kabul etmiyorum; beraat kararı verilmesini talep ediyorum.”
Av. Poyraz: 'Türkiye hukuk devleti değil'
Kabaş’ın ardından beyanda bulunmak üzere Av. Uğur Poyraz söz aldı. Türkiye’nin bir hukuk devleti olmadığını söyleyerek konuşmasına başlayan Poyraz, “Anayasa’da Türkiye’nin laik, demokratik, sosyal ve hukuk devleti yazıyor ama mevcut durum ortada. Vedat Şorli kararında siyasi makamların özel kararlar ile korunmasının hukuken geçersiz olduğunu gösteriyor. Mahkemeler ve savcılıklar bu kararı görmezden geliyorlar. Vedat Şorli Türkiye kararına istinaden davanın düşürülmesini talep ediyorum” ifadelerini kullandı. Mahkeme, Poyraz’ın talebini karara bağlarken; düşme talebinin reddine hükmetti. Kararın ardından ikinci talebini dile getiren Av. Poyraz, “AİHM’nin 21.10.2010 tarihinde vermiş olduğu Şorli/Türkiye kararına göre cumhurbaşkanına hakaret suçu sözleşme şartlarına istinaden olamayacağından ve kanuna aykırı/kanunsuz suç olmayacağından derhal beraat kararı verilmesini talep ediyoruz” dedi. Talebi değerlendiren mahkeme, derhal beraat kararı verilmesi gerektiren bir hal olmadığı anlaşıldığından talebin reddine karar verdi. Ardından bir talep de daha bulunan Av. Poyraz, “Kanunda yazmayan bir suç için veya Türkiye’nin taraf olduğu AİHM’in vermiş olduğu sözleşmeye aykırılık kararına rağmen davanın esasına girme hususunda ısrar eden mahkeme hakimi hukuksuz bir yargılamayı sürdürmek istediğinden gerekçelerini yazılı olarak bildirmek kaydıyla reddi hakim talebinde bulunuyorum” ifadelerini kullandı. Mahkeme, red sebebinin delili gösterilmediğinden red talebinin geri çevrilmesine karar verdi. Bunun üzerine Av. Poyraz, “Red sebeplerini çok net olarak açıkladığım halde red sebebini göstermediği gerekçesiyle reddi hakim talebimin reddedilmesi hakimin müvekkilime ve şahsıma karşı davayı şahsileştirdiği ve özel bir husumet çıkarmaya çalıştığı ve tarafsızlığını yitirmiş olup ve müştekinin cumhurbaşkanı olması sıfatıyla baskı altında kalıp, davayı ısrarla sürdürmeye çalışan mahkeme hakimini reddediyorum. Süre talep ediyorum” dedi. Mahkeme talebi reddetti. Poyraz bunun üzerine “Kürsünün gücünü kullanarak, savunmayı yok saymaya çalışan mahkeme hakimini ayrı gerekçeleri mükerrer kabul etmesi nedeniyle mahkeme hakimini bir kez daha reddediyorum” ifadelerini kullandı. Mahkeme, red talebine ilişkin gerekçe ve delillerin dosyaya sunulması için bir sonraki duruşmaya kadar süre verdi. Bir sonraki duruşma 16 Kasım 2023 günü saat 12.00’ye bırakıldı.