İdris Yılmaz
Gazetecilik faaliyetleri nedeniyle yargılanan ve 3 yıl cezaevinde kaldıktan sonra tahliye olan gazeteci
Meltem Oktay, maruz kaldığı baskılara daha fazla dayanamayarak ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Beş ülkeyi yürüyerek geçen Oktay, meslektaşı İdris Yılmaz ile yaptığı söyleşide muhalif basının maruz kaldığı zorlukları anlattı. Uluslararası kamuoyuna seslenen Oktay, sürgünde ve tutsak olan gazeteciler için duyarlılık çağrısı yaptı.
Sokağa çıkma yasakları döneminde yaptığı haberler gerekçe gösterilerek tutuklanan Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile kapatılan Dicle Haber Ajansı (DİHA) muhabiri Meltem Oktay, tahliye olduğu 25 Ekim 2019 tarihinden kısa bir süre sonra maruz kaldığı baskı nedeniyle ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Türkiye’de kaldığı süre boyunca pek çok hak ihlali yaşadığını ifade eden Oktay, yurt dışına çıkmak için verdiği mücadeleyi meslektaşı İdris Yılmaz’a anlattı.
Türkiye’de muhalif bir gazeteci olarak ne gibi baskılara maruz kaldınız? Cezaevine girme sürecinizi anlatır mısınız?
Özgür basında çalışmaya başladığım 2013 yılında, gazetecilik mesleğinin her anlamda zor olduğunu kısa bir sürede anladım. Türkiye gibi bir ülkede hakikatin peşindeyseniz bunun bedelinin olacağını her zaman aklınızın bir köşesinde tutmanız gerekiyor. Biz de mesleğe başlarken meslek büyüklerimiz bunu her zaman bize öğüt olarak söylerlerdi. Tabii sonradan bu devlet tarafından da bize sık sık hatırlatıldı. Çalıştığım Dicle Haber Ajansı ve muhabirleri olarak sürekli baskı altında çalıştık.
Bu durum özellikle 2015 ve 2016 yıllarında ayyuka çıktı. Ajansımız çatışmalı sürecin yoğun olduğu bir dönemde gerçeklerin yazılmaya ve yayınlanmaya cesaret edilmediği bir süreçte hakikatleri yansıttığı için erişim engeli rekoru kırdı. 20’ye yakın muhabiri gözaltına alınıp tutuklandı.
Ben de ajansın o süreçte tutuklanan muhabirlerinden biriyim. Mardin’in Nusaybin ilçesinde 6 ay boyunca yaşananları kamuoyuna aktardım. Gördüklerimi, yaşadıklarımı, duyduklarımı, birebir tanık olduklarımı haberleştirdim. Yandaş medyanın savaş çığırtkanlığına karşı bizim yaptığımız yurttaş gazeteciliği ve tüm zor ve baskı uygulamalarına karşı özgür basın anlayışıdır. Bunu rahatlıkla söyleyebilirim. Sokağa çıkma yasağının 29. günü olan 14 Nisan 2016’da kaldığımız eve onlarca özel harekatçı ile baskın yapıldı. Gözaltına alındığımız sırada hemen ajanstan arkadaşlarımıza haber verdik. Eğer basına gözaltına alındığımızı haber verememiş olsaydık başımıza ne getireceklerini tahmin edemiyorum. Gözaltındayken bir polisin “Dua edin ki basında haberiniz çıktı” demesi ürperticiydi. 3 günlük gözaltından sonra “örgüt propagandası” ve “örgüt üyeliği” suçlamasıyla tutuklandım ve Mardin Cezaevine gönderildim.
Hazırlanan iddianamede Nusaybin’de yaşananları takip etmek için kaldığımız evdeki dijital materyallerden çıkan görüntüler delil olarak sunuldu. Operasyona katılan askeri konvoyların fotoğraf ve görüntülerini çekip haberleştirmemiz, “operasyonel faaliyetleri deşifre etmek” olarak ileri sürüldü. İddianamedeki deliller, aralarında gizli tanığın da bulunduğu dokuz tanık beyanı ile sosyal medya paylaşımlarımdan oluştu. Dokuz tanığın hepsinin ilk cümlesi “bu kişi gazetecidir” olduğu ve ifadelerini işkence altında verdiklerini söyledikleri halde bana örgüt mensubu muamelesi yaptılar. Nusaybin’de kimsenin yararlanamadığı haber olanaklarına sahip olmam bile dosyaya konuldu. Yani tutuklanmam ve ceza almam için ellerinden geleni yaptılar.
Davamın ilk duruşması 24 Haziran 2016’da Mardin 2. Ağır Ceza Mahkemesinde görüldü. İlk duruşmada tanıklar ifadelerini geri çekip benim sadece gazeteci olduğumu tescillediler. 4 aylık bir tutukluluk sürecinin ardından 18 Ağustos’ta görülen ikinci duruşmada tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldım. Çıktığım gibi Dicle Haber Ajansı’nda kaldığım yerden yazmaya devam ettim. 8 Kasım’da görülen karar duruşmasında ise “örgüt üyeliği” için somut bir delil bulunmamasından dolayı beraat ettim. Propaganda suçlamasından ise, Twitter hesabımdan yaptığım paylaşımlar gerekçe gösterilerek 2 yıl hapis cezası aldım. Bunu “basın ve yayın yoluyla yapmam” gerekçe gösterilerek ceza 3 yıla çıkarıldı ve çeşitli tarihlerdeki paylaşımlarım “zincirleme şekilde suç işleme” olarak değerlendirildiği için hakkımda toplamda 4 yıl hapis cezası kararı verildi. Hakkımda verilen 4 yıl hapis cezası istinaf mahkemesi tarafından kısa bir sürede onaylandı. Bunun üzerine hakkımda arama ve yakalama kararı çıkarıldı. Cezaevini gören biri olarak asla tutuklanmak, fiziken özgürlüğümden olmak istemiyordum. Bu süreçte yurt dışına çıkma kararı aldım.
2017’nin Mart ayında Bulgaristan üzerinden yurt dışına çıkma girişimim oldu. İçlerinde kadınların, çocukların ve yaşlıların da olduğu 24 mülteciyle birlikte Bulgaristan yoluna çıktığımızda bir arazi üzerinden yürüyüp tellerden geçerek Bulgaristan topraklarına girdik. Bulgaristan'a gideceğimizi bilen herkes bizi dikkatli olmamız konusunda uyarıyordu. Başımıza neler geleceğini hiç kestiremiyordum. Avrupa toprakları üzerinde bir ülke olduğu için bir sorun olmayacağını düşünüyordum. Çalılıklar arasından saatlerce yürüdükten sonra düz bir arazi üzerinde dinlenirken birden Bulgar polisleri tarafından etrafımız sarıldı. Herkesi arazinin düz olan yerine topladılar ve sorular sormaya başladılar. Sadece mülteci olduğumuzu söyledik. Ardından herkesin önce çantasını, daha sonrada üstünü aradılar. Paralarımızdan telefonlarımıza, kulaklıklarımızdan gözlüklerimize kadar ne buldularsa yağmaladılar. Ardından içinde yaşlıların da bulunduğu erkekleri tekmeleyerek dövdüler. Hiçbirimiz bir şey yapamadık. Daha sonra kayıt dışı bir şekilde sınırın kapısını açıp hepimizi Türkiye tarafına bıraktılar.
Türkiye tarafına geçtikten kısa bir süre sonra jandarma tarafından alındık. Belli işlemlerden sonra parmak izinde hakkımda arama kararı olduğu ortaya çıktı ve 3 Nisan günü tutuklanarak Edirne Cezaevi’ne gönderildim. Edirne’de 9 gün tutulduktan sonra Gebze Kadın Kapalı Cezaevine sevkim yapıldı. 2 yıl 7 ay süresince de Gebze’de tutuklu kaldım. 24 Ekim 2019 tarihinde yeni yargı paketinin yasalaşmasının ardından cezamın infazı durduruldu ve dosyam Yargıtay’a gönderildi. Bu nedenle tahliye edildim. Şu anda dosyam Yargıtay önünde temyiz aşamasında.
Ülkeyi terk etme gerekçeniz nedir?
Ülkeyi terk etme kararı benim için hiç kolay olmadı. Başıma bunlar gelene kadar kendi toprağımdan, kültürümden ayrılmayı hiç düşünmemiştim. Cezaevinden yeni çıktığımda sosyal adaptasyonu bir süre sağlayamadım. Hep tekrardan tutuklanma düşüncesi, korkusu beynimi adeta kemiren bir şeydi. Gitmek ve kalmak arasında bir sıkışmışlık hali yaşıyordum. Benim için en korkunç olan şey cezaevinde tekrar girmekti. Bunun riski oldukça da fazlaydı. Bundan dolayı meslek hayatımı nerde olursa olsun sürdürme kararıyla yurt dışına çıkmaya karar verdim.
Hakkımda yurt dışı yasağı olduğu için illegal yollardan Yunanistan’a geçecektim. Bunun için ailemle vedalaşıp İstanbul’a, oradan da Edirne’ye geçtim. Burada birine 2 bin Euro para verdim ve beni karşıya geçirmesini istedim. Daha önce botları battığı için yaşamlarını yitiren onlarca mültecinin haberini okumuş veya yazmıştık. Bundan dolayı bana ürkütücü gelse de bunu yapmak zorundaydım. Yanımda benim gibi 3 diğer kişiyle birlikte bizi bir bota bindirip karşıya, Yunanistan’a geçirdiler.
Meriç nehrinin üstündeyken yaşadığım duygular ve korku tarifsizdir. Adeta 10 dakikalık can pazarı. Bir daha dönmeyecek olma düşüncesi, hiç bilmediğin bir yere gidiyor olmak, suyun üstünde hala yakalanma riski… Bunlar hep aklımda gidip gelen düşüncelerdi. Sorunsuz Yunanistan topraklarına geçtikten sonra yaklaşık 5 km yürüdük ve bir kasabada bulunan polis karakoluna gidip politik Kürt mülteciler olduğumuzu söyledik. Bu cümleyi duyunca bize çok iyi davranmaları bana çok enteresan geldi. Sonra bizi büyük karakola götürüp işlemlerimizi yaptılar. Karakolda bizim gibi Kürtler, haklarında FETÖ davaları açılmış olanlar, Suriyeliler, Afganlar ve Pakistanlılar yoğunluktaydı. Bunlar içerisinde biz Kürtlere daha itibarlı yaklaştılar. 5 gün cezaevi gibi bir yerde tutulduktan sonra iltica işlemlerimizi yapıp bizi bıraktılar.
Yaşadığınız baskı sizi uzun bir yolculuğa zorladı. Sürgün sürecinde ne tür zorluklarla karşı karşıya kaldınız?
Ben 7 ay süresince Yunanistan’da bir kampta yaşadım. Yunanistan hükümetinin mültecilere karşı sosyal ve ekonomik politikaları hiç yok dersem abartmış olmam. Ülkede Türkiyeli, Suriyeli, Afgan, Pakistanlı ve Afrikalı olmak üzere çeşitli halklardan binlerce mülteci bulunuyor ve bu mültecilere dönük herhangi bir politika yok. Mülteciler Atina sokaklarında caddelerde, kaldırımlarda, parklarda aç ve susuz yatıyor. Yunanistan’ın en büyük sorunu mülteci sorunudur. Burada daha fazla kalamadım. Yunanistan benim için sosyal, ekonomik ve siyasi olarak güvenli bir ülke değildi. Daha güvenli bir Avrupa ülkesine geçebilmek için yürüme yoluna çıktım.
Yürüme yolu derken herkese basit bir yürüyüş gibi gelebilir ama yürümeye başlayınca bunun korkunçluğunu yaşayarak gördüm. Yunanistan’dan önce Arnavutluk’a geçmek için 27 kişilik bir grupla yürümeye başladık. Grup içinde tek kadın bendim ve 6 yaşında Arap bir çocuk vardı. Kaç tane dağ aştığımızı, kaç vadiden geçtiğimiz hatırlayamıyorum. Bir vadiden inerken vadinin içinde iki ayrı mülteci grubuna denk geldik. Her ikisi de 50 kişiye yakın gruplardı ve Afganlardan oluşuyordu. Kucaklarında bebek olan kadınlar, yaşlılar, gençler... Herkes “güzel bir yaşam” umuduyla yollara düşüyor. Ekonomik, sosyal ve siyasal koşulların yanı sıra savaş koşulları insanları bu zorlu yolculuğa sürüklüyor.
Ortadoğu topraklarını savaş arenası olarak kendine seçenler, Avrupa’yı çekim merkezi haline getiriyor. Bu nedenle insanlar savaştan ve ekonomik sorunlardan kaçıp bu yollara düşüyor fakat Avrupa mültecilere kapılarını kapatıyor. Sınırlarda bekleyen polisler, gelen mültecilerin umutlarını koparmak, inançlarını yitirmek, geri dönmelerini sağlamak için şiddet uyguluyor, paralarına el koyuyor, yağmalıyor, telefonlarını kırıyor ve hatta üst başlarını çıkartıp yakarak bu insanlara “Go” yani “Git” diyor. Ve geri gönderiyor. Kaçıp da geçebilenler şanslı ama geçemeyen de bir daha, bir daha deniyor çünkü gitmek dışında bir seçeneği yok. Sınırlarda yaşananlar aslında araştırılmaya değer insanlık dışı uygulamalar. Ben bunların hepsine kendi gözlerimle şahit oldum.
Yürüme yoluna çıkarken korkularım, tereddütlerim vardı ancak bütün bunlara şahit olduktan ve benzer onlarca hikaye dinledikten sonra “iyi ki bu yolu seçmişim” dedim. Aklımda buna dair bazı fikirler oluşmaya başladı. Yolculuğum sırasında şahit olduğum bazı şeyleri değerlendirmek istiyorum. Mültecilik durumu maalesef asla bitmeyecek bir durum. Savaşlar ve ekonomik sebepler var oldukça insanların Avrupa’ya akını hiçbir zaman bitmeyecek.
Bu yolculuk sonunda belirli bir hedefiniz var mı?
Toplamda 5 ülkeyi yürüyerek geçtim ve uzun bir yolculuk yaşadım. Yolum henüz devam ediyor. Maddi ve manevi olarak çok zorlandım. Bazen umudunuz ve inancınız zedeleniyor. Sabır gerektiren bir süreç içindeyim. Avrupa’da ailem var, öncelikli hedefim onların yanına ulaşmaktır. Kendimi güvende hissettikten sonra mesleğime devam etmek istiyorum. Öncelikle cezaevinde yazmış olduğum ve belli bir dönemi anlatan yazım çalışmam vardı, ilk olarak bunu basıma hazırlamak için uğraşacağım.
Sürgüne maruz kalan bir gazetecisiniz. Sizinle aynı durumda olan onlarca gazeteci var. Genel olarak yaptığınız izlenimde nasıl bir sonuca vardınız?
Ben ve benim gibi onlarca arkadaşım Türkiye’de gazetecilik faaliyetlerinden dolayı bazen tutuklanma ile, bazen de ölüm tehditleriyle karşı karşıya gelerek sürgün yoluna çıktılar. Çoğu batı Avrupa ülkelerine ulaştı, kimi ise Yunanistan’da kalıyor. Dönemin en nitelikli gazetecileri şu anda sürgünde. Ben hep bir gün geri dönme hayaliyle yaşıyorum. Eminim ki diğer arkadaşlarım da böyledir. Eğer ülkemizde bize yaşam alanı ve sağlıklı, özgür çalışma koşulları bırakılmış olsaydı hiçbirimiz ülkemizden kopmak zorunda kalmayacaktık.
Hepimizi bu sürgün yoluna sürükleyen hükümetin düşünce özgürlüğünü, basın özgürlüğünü kendine bir tehdit olarak görmesi oldu. Bizim gibi gazeteciler fişlendi, tehdit edildi, çalışma koşulları ortadan kaldırıldı. Bir gün ülkeme dönme umudum elbette var ama belki de uzun bir süre ailemi, akrabalarımı, arkadaşlarımı göremeyeceğim.
Bir gazeteci olarak uluslararası kamuoyuna mesajınız nedir?
Bu yola çıktıktan sonra sürgünün maddi ve manevi olarak ne kadar zor olduğunu yaşayarak gördüm. Bu anlamda uluslararası basın kurumlarının tehdit edilen ve özgürlüğü tehlikede olan gazeteciler için ayrıca bir tasarrufunun olması gerektiğini düşünüyorum. Hem Türkiye ve Türkiye gibi ülkelerde cezaevinde olan gazeteciler için hem de bizler gibi sürgün yolunda olan gazeteciler için yapılabilecek çok şey var aslında.
Daha fazla sahiplenme, daha fazla duyarlılık ve daha fazla dayanışma. Bunlar bizi güçlendirecektir. Sürgün yoluna çıktığımdan beri birçok uluslararası basın kuruluşuna başvuru yaptım. Bana yardımcı olan bazı kurumlar oldu; bunlar güzel şeyler. Bence bunları daha da büyütmeli, çoğaltmalı ve güçlendirmeliyiz.
Meltem Oktay kimdir?
1989 yılında Dersim’in Mazgirt ilçesinde dünyaya geldi. Lisans eğitimini Ardahan Üniversitesi İşletme Bölümünde tamamladı. 2013 yılında Dicle Haber Ajansı’nda muhabir olarak çalışmaya başladı. Dicle Haber Ajansı kapandıktan sonra 2016 yılında Dihaber.net için çalışmaya devam etti. 2017 yılında tutuklandı ve Gebze Kadın Kapalı Cezaevinde 3 yıl tutuklu kaldı.