ELİF AKGÜL
Feminist Gece Yürüyüşü’ne katılıp bir gece yarısı gözaltına alınan 17 kadının yargılandığı davada beraat kararı verildi. Ancak toplantı ve gösteri yürüyüşü haklarını kullandıkları için kadınların yargılamaya maruz bırakıldıkları birçok başka dava var.
Yıllarca süren ve beraatle sonuçlanan bu ve benzeri yargılamaların ne anlama geldiğini ve ne gibi sonuçları olduğunu dava avukatlarından Jiyan Tosun anlattı.
“Slogan ritmine göre zıplayarak Cumhurbaşkanına hakaret” davası
Dünya Kadınlar Günü’nde geleneksel olarak düzenlenen,Feminist Gece Yürüyüşü’nün 8 Mart 2021’de gerçekleşen buluşmasına katılan kadınlardan 18’ini polis, gece yarısı operasyon düzenleyip gözaltına aldı.
On yedi kadın hakkında “Tayyip kaç kaç kaç kadınlar geliyor, zıpla zıpla zıplayamayan Tayyip’tir şeklinde slogan atan grup içinde olup, atılan slogan ritmine göre hareket etmek/zıplamak” gerekçesiyle “Cumhurbaşkanına hakaret” suçlamasıyla iddianame düzenlendi.
Gece vakti, yüzlerce kadının katıldığı, sanıklar da dahil olmak üzere katılımcıların pandemi sebebiyle maske taktıkları yürüyüşte “slogan ritmine göre zıplama” eylemini kimin işlediğinin tespitinin ne kadar mümkün olduğu sorusu iddianamede cevap bulamasa da İstanbul 10. Asliye Ceza Mahkemesi iddianameyi kabul etti. .
Dava 28 Eylül’de tüm sanıkların beraat etmesiyle sonuçlandı
“Caydırıcılık yaratmak için açılan bir dava”
MLSA’ya konuşan avukat Jiyan Tosun, davanın hiç açılmaması gerektiğini vurgulayarak “Kadınların üzerinde bir caydırıcılık yaratmak için açılan bir dava” diyor.
“Hiçbir hakaret unsuru taşımazken böyle bir soruşturmanın başlatılmış olması, hatta bu soruşturma kapsamında kadınların gece yapılan operasyonla gözaltına alınması asıl tartışılması gereken mesele” diyen avukat Tosun, “Bu tamamen toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkını kullanan kadınları cezalandırmaya dönük, caydırıcı olmayı amaçlayan bir yargılama, kadınlara yönelik bir gözdağıydı” ifadelerini kullanıyor.
Neticede davanın suçun maddi unsurları oluşmadığı için beraatle sonuçlandığını kaydeden avukat Tosun şöyle devam ediyor:
“Sonuçta kadınlar 1-2 yıllık bir hukuki süreçle karşı karşıya kaldı. Aslında yargı kadınlar üzerinde bir sopa olarak kullanılmasının en açık örneklerinden birisi bu dava. Çoğu zaman toplantıya müdahale edilmesi, kadıların gözaltına alınması ve haklarında dava açılmasıyla karşılaşıyoruz. Ama bu dosyada yürüyüş bittikten sonra kadınların evine operasyon düzenlendi. Bu çok istisnai bir durum.”
Las Tesis, “Vazo” ve Boğaziçi davaları
Son yıllarda öznesi kadın hareketi olan çok sayıda eyleme polis saldırısı oldu, davalar açıldı. Şilili kadınların başlattığı, tüm dünyada kadınların, kadına yönelik şiddete karşı örgütledikleri “Las Tesis” dansı sadece Türkiye’de polis şiddetiyle karşı karşıya kaldı. İstanbul’da Las Tesis dansıyla erkek şiddetini protesto eden kadınlara “toplantı ve gösteri yürüyüşü kanuna muhalefet” suçlamasıyla açılan dava üç yıllık bir yargılamanın ardından beraatle sonuçlandı.
Bir diğer örnek ise yedi kadın ve LGBTİ+’nın 7 Temmuz 2020’de İstanbul Aile ve Çalışma Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü’ne İstanbul Sözleşmesi’ni savunmak için “Artık Yeter, Kadınlar Yaşam Güvencesi İstiyor” yazılı pankartı sallandırması ardından açılan davaydı. Sanıklara “toplantı ve gösteri yürüyüşü kanununa muhalefet”, "görevi yaptırmamak için direnme", “kamu kurumunun faaliyetlerini engelleme” ve “kamu malına zarar verme” suçlamaları yöneltilmişti. Üç yıl süren dava neticesinde sanıklar “toplantı ve gösteri yürüyüşü kanununa muhalefet” suçlamasından beraat ederken "görevi yaptırmamak için direnme" suçundan hapis cezasına çarptırıldı. Ortada kanunsuz bir eylem yokken kamu görevlisi polislere hangi görevlerini yerine getirirken mukavemet ettikleri sorusuysa havada kaldı.
Benzer yargılamalar çeşitli Boğaziçi direnişi davalarında da karşımıza çıktı. İstanbul’da Boğaziçi Üniversitesi girişinde gökkuşağı bayrağı açtığı için hakkında soruşturma açılan arkadaşlarına destek olmak isterken gözaltına alınan ve haklarında “2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet etmek” suçlamasıyla dava açılan 12 öğrenci de, Ankara’da Prof. Dr. Melih Bulu'nun Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından Boğaziçi Üniversitesi'ne rektör olarak atanmasının ardından başlayan eylemlerde üniversite öğrencilerinin gözaltına alınmasını protesto etmek isteyen 13 ODTÜ’lü de yargılandıkları davalarda beraat etti.
“Amaç yıldırmak”
Ortaya çıkan tablo bize toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkını kullanmak için sokağa adım atan bireylerin bazen darp, bazen gözaltı, ardında soruşturma ve kovuşturmayla karşı karşıya kaldıklarını, birkaç yıl süren yargılamaların ardındansa çoğunlukla beraat ettiklerini gösteriyor. Avukat Jiyan Tosun da benzer çok fazla davanın olduğuna işaret ederek şunları söylüyor:
“Çok fazla yargılanan kişi var. Yani sokağa çıkmanın kendisi neredeyse artık bir suç haline geldi. Beş kişi, 10 kişi bir araya toplandığında anında haklarında 2911 sayılı yasadan soruşturma başlatılıyor ve davalar açılıyor. Bu davaların sonucunda ve çoğunda aslında mahkemeler beraat karar vermek zorunda kalıyor. Çünkü koşulu oluşmadan yapılan müdahaleler ve gözaltılar. Ama asıl mesele soruşturmanın beraat ve sonuçlanıp sonuçlanmaması değil. Bu dosyalarla aslında kişiler uzun süre ceza davalarıyla karşı karşıya kalıyor. Tekrar tekrar mahkemelere gitmek zorunda kalıyor. Birden çok dosyayla uğraşmak zorunda kalıyor. Bu şekilde yıldırma yoluna gidiliyor.”
“Sorun mevzuat değil uygulama”
Avukat Jiyan Tosun’a göre hukukun bir “yıldırma” aracı olarak kullanılmasının sebebi mevzuat değil; “asıl sorun uygulamanın kendisinden kaynaklanıyor”.
Tosun ayrıca, temel sorunun yasal mevzuatın temel hak ve özgürlükler aleyhine kullanılması olduğunu söylüyor: Tamamen siyasi atmosferin kendisinden kaynaklanan bir sorun ve bu değişmedikçe benzeri davalar da açılacak.”