BARIŞ KOP
İletişimci akademisyen Vahdet Mesut Ayan, Halk TV ile CHP arasındaki yayın protokolü anlaşmasının iktidarla muhalefetin gazetecilik anlayışındaki paralelliği ortaya koyduğunu belirterek, sadece bu durumun bile, ‘Alo Fatih’ olgusundaki zihniyetin muhalefeti de etkisi altına aldığının göstergesi olduğunu söyledi. Ayan, “Bu politikalar muhalif gibi görünen medya kurumlarını da başkalaştırmıştır” dedi.
İletişimci akademisyen Ayan ile gazetecilerin görevlerini yaparken uğradıkları şiddet, tehdit, cezalandırma uygulamalarının yanı sıra medyada oluşturulan haber metinlerinin iktidarı ‘rahatsız etmeyecek’ şekilde eğilip, bükülmesi, CHP-Halk TV tartışması ve kendisini ‘muhalif’ olarak gören medya organlarının ırkçı, cinsiyetçi yayın politikalarına ilişkin konuştuk.
- Seçim süreci ve sonrasında alanda haber takibi yapan birçok gazeteci, anayasal haklarını kullananlar gibi polis şiddetine maruz bırakıldı. Bunun en önemli örneği birkaç haftadır Galatasaray’da Cumartesi Anneleri/İnsanları buluşmasına yönelik yapılan polis müdahalesi. Gazeteciler, haftalardır ‘güvenlik çemberi’ olarak adlandırılan polis kalkanlarının dışına doğru darp edilerek uzaklaştırılıyor, kimi gazeteci yerlerde sürükleniyor, kimisi ters kelepçe ile gözaltına alınıyor. Ülke genelinde kimi gazeteci belediye başkanının kimi de bir kaymakamın özel korumaları tarafından dövülüyor. Öncelikle gazetecilere yönelik çalışma alanlarında artan bu müdahalelere ilişkin neler söylersiniz?
Günümüzde Türkiye’de en zor icra edilen mesleklerden biri gazetecilik. Sizin de belirttiğiniz gibi özellikle son 10-15 yıldır hem medya kurumlarına hem de gazetecilere ciddi bir baskı uygulanmakta. Bunun hem siyasal rejim odaklı hem de toplumsal nedenleri var. Özellikle siyasete egemen olan anlayış, kendisinden farklı sesleri her alanda kıstığı gibi, mesleğini yapmaya çalışan, haberi toplumla buluşturmayı amaçlayan gazetecileri de baskılamakta.
Gazetecilere ve medya organlarına yönelik bu uygulamanın temel nedenlerinden biri, halihazırda toplumun geneline erk tarafından uygulanan baskının bu alana da sirayet etmesi diyebiliriz. Ülkemizde gazetecilere dönük bu politikaların sürekli uygulandığını da hatırda tutmamız gerekiyor elbette, yani bu baskının bir tarihsel kökeni bulunmakta. Bu köken günümüzdeki siyasi konjonktürle buluştuğunda da böyle bir sonuç ortaya çıkıyor.
-Diyarbakır’da, 8 Haziran 2022 tarihinde gözaltına alınan ve 15 gazetecinin tutuklu yargılandığı davada hatırlarsanız operasyon günü el konulan gazetecilik ekipmanları suç unsurları gibi sergilenmişti. Öyleki davada 10 ay sonra iddianame hazırlanmış, gazetecilerin kaynakları ile konuşmaları, yaptıkları haberler de suçlamaya konu edilmişti. 15 gazeteci geçtiğimiz günlerde tahliye edildi. Siz bu dava ile gazetecilik pratiklerinin ve ekipmanlarının iddianameye konu olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Aslında biraz önce yanıtladığım sorunuzun kısmi cevabı burada yatıyor. Bir kez gazetecilik suç ile ilişkilendirildiğinde onun ekipmanları da maalesef bu suçun aracısı konumuna itiliyor. Uzun tutukluluk süreçlerinin cezaya dönüşmesini epeydir deneyimliyoruz. Burada da maalesef böyle bir uygulamaya gidildi. Gazetecilerin tahliye edilmesi olumlu bir gelişme ancak daha da olumlusu sadece gazetecilik mesleğini icra ettiği için hiçbir yurttaşın bu kovuşturmalara maruz bırakılmaması olacaktır. Bunu da hep birlikte değiştirmek/dönüştürmek zorundayız.
- Seçimlerin hemen ardından yetişmekte zorlandığımız zam haberleri farklı ifadeler ile medyada yer alır oldu. Örneğin NTV ilaçlara gelen yüzde 30’luk zam haberini, “Beşeri tıbbi ürünlerin fiyatlandırılmasında değişiklik Resmi Gazete’de” başlığıyla duyurdu okuyucularına. Bu konuyla ilgili olarak neler söylersiniz?
Haberlerin ideolojik olarak inşa edilen politik metinler olduğunu iletişim fakültelerinde sürekli olarak dillendiriyoruz. Metinlerde kullandığımız her sözcüğün ya da kavramın masum olmadığını, egemen ya da egemene direnen ideolojilerin taşıyıcıları olduğunu belirtmek gerekiyor. NTV’nin malum haberi, derslerde bu konuda örnek gösterilebilecek türden. Haber metinlerinin söylem çözümlemeleri iletişim okullarında önemli bir alandır. Burada öğretilen, en genel hatlarıyla sözcüğün ideolojik boyutu, haber medyasının ekonomik ve kurumsal yapısı, daha genel olarak medya kuruluşlarının içinde yer aldığı toplumsal ve ekonomik ilişkilerin formunun metinlere ne derece sirayet edebildiği ve bu sirayetin egemen üretim ilişkilerini nasıl yeniden ürettiğidir.
Bu minvalden gidersek NTV’nin ilaç zammına ilişkin haberi neden bu şekilde verdiğini ortaya koyabiliriz. Ayrıca hakikatin gizlenmesinde ideolojinin işlevini de hesaba kattığımızda NTV’nin haberi, yerli yerine oturur. NTV üzerinden söyleyecek olursak siz de biliyorsunuz ki NTV’ye sahip Doğuş Grubu’nun medya alanından başka yatırım yaptığı alanlar da var. Kanalın kurumsal yapısı en azından iktidarla ilişkilerini bozmayarak haberleri bu şekilde, yukarıdakileri “incitmeyecek” şekilde vermekte zira yukarıdan gelecek bir tepki grubun diğer alanlardaki yatırımlarını da etkileyebilir. Bunu en çok Doğan Grubu’nun iktidarla 2008-2009 yıllarında yaşadığı krizde gördük. Bu andan itibaren diğer alanlarda yatırımı bulunan medya sahipleri, daha dikkatli davranmaya başladılar. Bu açıdan bakıldığında NTV’nin önceliği haberle kamuyu buluşturmak değil, ilk elden mevcut bilgiyi gizleyerek/çarpıtarak sunmak olmuştur.
Buradan çıkaracağımız sonuç ise medya kuruluşlarının sahiplik yapısının ne derece önemli olduğudur. Başka alanlarda yatırımı bulunan, bu yatırımları gözeten sahiplik formunun dönüştürülmesi, haber kuruluşlarının sadece habere ve toplumu bilgilendirmeye dönük bir şekilde yeni bir biçim alması gerekmektedir.
-CHP'nin Halk TV ile olan yayın anlaşmasını tek taraflı olarak sonlandırmasının ardından başlayan tartışmalar devam ediyor. Konuya ilişkin Basın Konseyi'nden "Söz konusu kanal kendini haklı çıkarmak için sözleşmeyi iptal eden partiyi suçlayan yayınlar yapmıştır. Basın Konseyi Yüksek Kurulu, olayı basın meslek ilkeleri yönüyle değerlendirecektir. Gazeteciliğin ve yayıncılığın temeli olan bağımsız habercilik refleksinin bozulmasına ve medya etiğinin örselenmesine izin verilmemesinin önceliğimiz olduğunu kamuoyuyla paylaşırız” şeklinde bir açıklama geldi. Siz bu tartışmalara dair neler söylersiniz?
Bu tartışmayı iktidar partisinin medya stratejilerinden ayrı düşünmemek gerekir. Medyanın neredeyse tamamı, AKP iktidarı tarafından dönüştürülürken sadece kurumlar değil, gazetecilik de belirli anlamda değişimler geçirmiştir. Ayrıca bu politikalar muhalif gibi görünen medya kurumlarını da başkalaştırmıştır.
Halk TV ve CHP arasında yaşananları her şeyden evvel bu başkalaşım çerçevesinde değerlendirebiliriz. Halk TV neden CHP’den ücret almıştır, ücret alması doğru mudur, alınan ücret kanalın haber stratejisinde bir değişim yaratmış mıdır? Bu soruların cevabı önemlidir. Sondan gidecek olursak, kanımca alınan bu ücretler Halk TV’nin yayın politikasında CHP yönetimi lehinde ciddi değişiklikler yaratmış, en azından parti yönetiminin beklentisi bu düzeyde olmuştur.
Siz de takip etmişsinizdir: Sözleşmenin feshi kanalın herhangi bir yayınının parti yönetimi tarafından tasvip edilmemesi üzerine gerçekleşmiştir. Peki bu doğru mudur? Parayı verenler, medya kuruluşlarına yayın politikası dayatabilir mi, neyin haber değeri taşıdığını neyin taşımadığını parti yönetimi mi karar verir? Tartışmada açığa çıkan, CHP’nin sözleşmeye esasen kanalla olan protokolü sonlandırmasıdır. Bu açıkça gazeteciliğe müdahaledir, bunun havuz medyasını ortaya çıkararak ekonomik/ideolojik kaygılardan pek de farkı yoktur. Dolayısıyla hem iktidarın hem de ana muhalefetin haberciliğe bakışı konusunda ciddi bir paralellik ortaya çıkmıştır.
Sadece bu durum bile, “Alo Fatih” olgusundaki zihniyetin muhalefeti de etkisi altına aldığını göstermektedir.
-Son olarak Emre Tansu Keten ile hazırladığınız ve UM:AG Araştırmacı Gazetecilik Vakfı tarafından yayımlanan “Anaakım Çökerken Alternatif Medyanın Eleştirisi” kitabında yer alan “İktidar Muhalifliğinin Sınırları: Göçmen Düşmanlığı” başlıklı makalenize değinmek isterim. Makalede; Ocak-Aralık 2022 tarihleri arasında Sözcü, Korkusuz ve Yeni Çağ gazetelerinde yer alan göçmen haberlerini ele alıyorsunuz. Çoklu krizlerin yaşandığı Türkiye gibi ülkelerde milliyetçilik ile birlikte göçmen düşmanlığı da artırılıyor. Bu duruma kendisini muhalif olarak tanıtan medya organları da su taşıyor. İncelediğiniz gazetelerde nasıl bir haber ve dil ile karşılaştınız?
İncelediğim gazeteler maalesef hem ırkçılık hem de cinsiyetçilik bakımından endişe verici bir yayın politikasına sahip. Bu gazetelerin okur kitlesinin iktidara bir şekilde muhalif yurttaşlar olduğunu düşünürsek, ırkçılık ve cinsiyetçiliğin -ki bunların birbirleriyle yakından bir ilişkisi vardır” iktidarın dışında kalan yurttaşları da etkilediğini söyleyebiliriz. Gazeteler yayın politikalarıyla gazetecilik meslek ilkelerini de hiçe saymaktadır. Bunlar toplumsal barışı bozarken, bir yandan da sorunların esas nedeni olarak göçmenleri göstererek ideolojik çarpıtma uygulamaktadır. Dolayısıyla toplumu haberle değil de üretilen gerçek dışı nedenlerle buluşturmaktadırlar.
Biraz önce sözcük ve kavramların düşünme sürecinden ne kadar önemli olduğuna değinmiştim. Irkçılığı körükleyen bu haberler, toplumun düşünme yapısını da akamete uğratmakta ve bir şekilde verili siyaset ve ekonomik yapının sürekliliğini sağlamaktadır. Hülasa bu tür haberciliğin gazetecilikle en küçük bir bağı yoktur.
Vahdet Mesut Ayan kimdir?
1986’da Amasya’da doğdu. İlk ve ortaöğrenimini Merzifon’da tamamladı. 2010’da Kocaeli Üniversitesi Gazetecilik Bölümü’nden mezun oldu. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Gazetecilik Anabilim Dalı’ndan 2014’te yüksek lisans, 2019’da doktora derecesi aldı. Niğde Üniversitesi İletişim Fakültesi ve Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde araştırma görevlisi olarak çalıştı.
Ayan, Ankara Üniversitesi’nde görev yaparken kadrosunun bulunduğu Niğde Üniversitesi tarafından “Bu Suça Ortak Olmayacağız” bildirisine imza attığı için 1 Eylül 2016 tarihinde 672 Sayılı KHK ile görevinden uzaklaştırılmıştı. Ayan, Ankara 21. İdare Mahkemesi’nin kararıyla geçtiğimiz Mart ayında göreve iade edildi.
Bu süreçte bazı kitaplar kaleme alan Ayan, Yordam Kitap tarafından 2019’da yayımlanan ‘AKP Devrinde Medya Âlemi’ adlı kitabında, medyadaki dönüşümün ekonomide, devlette, siyasal toplumda, sivil toplumda ve kamusal alanda yaşanan dönüşümle eşzamanlı ve eşgüdümlü ve eşyöntemlerle gerçekleştirildiğini panoramik bir şekilde gözler önüne serdi.
2021 yılında yine Yordam Kitap tarafından yayımlanan ‘Gençlerle Baş Başa: Habercilik ve Medya’ kitabının ardından Ayan’ın, Emre Tansu Keten ile hazırladığı ‘Anaakım Çökerken Alternatif Medyanın Eleştirisi’ adlı çalışması da UM:AG Araştırmacı Gazetecilik Vakfı tarafından yayımlandı.