Türkiye’de basın kartı yönetmeliğinde son yıllarda yapılan değişiklikler nedeniyle birçok gazetecinin basın kartı iptal edilirken, sürekli basın kartı için hak kazanan gazetecilerin ise kartları verilmiyor. Basın kartlarına dair uygulamaların T.C. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’na bağlanmasının ardından 2018 yılında değiştirilen Basın Kartı Yönetmeliği’nde gazetecilerin “basın meslek onurunu zedeleyecek işler yapması, davranışlarda bulunduğu veya alışkanlıklar edindiği” ve “milli güvenlik ya da kamu düzenine aykırı davranışlarda bulunması veya bu tür davranışları alışkanlık edinmesi” halinde kartların iptal edilebileceği ifadesi yer almıştı. Çağdaş Gazeteciler Derneği, İletişim Başkanlığı tarafından hazırlanan bu yönetmeliği Danıştay İdari Dava Daireleri Kuruluna (İDDK) taşımıştı. Danıştay 1 Nisan 2021 tarihinde verdiği kararında yeni yönetmeliği basın özgürlüğüne aykırı olduğu ve muğlak ve keyfi gerekçelerle basın kartlarının iptal edilemeyeceğine karar verdi. Ancak yıllardır sürekli basın kartı taşıyan gazetecilerin kartları hâlâ yenilenmezken, birçok gazetecinin de basın kartı iptal edilmiş durumda.Öte yandan iktidara yakın olup asıl mesleği gazeteci olmadığı halde basın kartı sahibi olan gazetecilerin son günlerde mafya-siyaset-iş ilişkilerine dahil oldukları, iş insanları ve mafya liderleri ile iktidar arasında “arabuluculuk” yaptıkları, rüşvet istedikleri ortaya çıktı. Organize suç örgütü lideri Sedat Peker'in yayınladığı videolarla ortaya çıkan bu ilişki ağının ardından Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, Veyis Ateş ve Hadi Özışık’ı üyelikten çıkardı. Bir yandan basın kartı sahibi olan iktidara yakın gazetecilerin karıştığı suçlar diğer yandan gazetecilerin kartları üzerindeki ambargoları 52 yıllık gazeteci Aydın Engin, DİSK Basın-İş Genel Başkanı Faruk Eren, T24 Ankara Temsilcisi Gökçer Tahincioğlu, Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) İstanbul Şubesi Yöneticisi Evrensel gazetesi çalışanı Çağrı Sarı ve Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) Türkiye temsilcisi ve bianet Medya Özgürlüğü Raportörü Erol Önderoğlu ilekonuştuk.
İletişim Başkanlığı: Aydın Engin’in sürekli basın kartını 27 yıl önceki mahkûmiyeti nedeniyle yenilemiyoruz
52 yıllık gazeteci Aydın Engin’in 25 yıldır taşıdığı sürekli basın kartı iki yılı aşkın süredir verilmiyor. Hiçbir gerekçe gösterilmeden kendisine verilmeyen sürekli basın kartı için Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’nı dava eden Engin süreci şöyle anlatıyor: “Şu an mahkeme dilekçemi inceliyor. Başvurumdan bu yana epey zaman geçti ama herhalde ince eleyip sık dokudukları için bu kadar uzun sürüyor. Ancak dava dilekçemize İletişim Başkanlığı avukatı bir cevap verdi. AKP’nin icat ettiği İletişim Başkanlığına çok yakışır bir cevap oldu. Özetleyeyim: İletişim Başkanlığı avukatı benim 1994 yılında, yani 27 yıl önce yaptığım bir haberle ilgili olarak dava açıldığını, 18 ay hapis cezasına mahkûm edildiğimi ve cezanın ertelendiğini hatırlatıyor ve ekliyor, ‘Bu cezanın verilmesini gerektiren ceza kanunu maddesi daha sonra (2016’da sonra) Terörle Mücadele Kanunu (TMK) kapsamına alınmıştır. Bu kanundan ceza alanlara ise basın kartı verilmiyor.’ Avukat bununla da yetinmemiş, bir cümle daha eklemiş: ‘Aydın Engin’in sanık olarak yargılandığı Cumhuriyet davasından da 7 yıl 6 ay hapse mahkum edildiği medyada çıkan haberlerden öğrenilmiştir. Bu da basın kartının yenilenmemesinin gerekçelerinden biridir.”Basın kartı yönetmeliğindeki ‘milli’ ifadesine de değinen Engin, “Basın meslek onurunu zedeleyecek işler yapması, davranışlarda bulunduğu veya alışkanlıklar edindiği (...) milli güvenlik ya da kamu düzenine aykırı davranışlarda bulunması veya bu tür davranışları alışkanlık edinmesi’ cümlesinin sonuna ‘AKP iktidarına karşı muhalif bir çizgi izlediği’ cümleciği eklenseydi sorun kalmayacaktı. Bunu eklememişler. Cahillik işte,” diye yorumluyor.
“Türkiye’de kimin gazeteci olduğuna bizzat devlet karar veriyor”
Basın kartının birçok ülkede meslek örgütleri tarafından verildiğini ve bu ülkelerde devletin de kart konusunda sadece yetkilerin kötüye kullanılmasına karşı bazı önlemler aldığını söyleyen Engin sözlerini şöyle sürdürüyor: “Türkiye’de ise kimin gazeteci olduğuna bizzat devlet karar veriyor. Bu dönemdeki kararlar bütün varlığını ve geleceğini AKP Reisine bağlamış olan İletişim Başkanı Fahrettin Altun ve takımı tarafından veriliyor. Sadece T24’ten örnekler vereyim: Fahrettin Altun’a göre Mehmet Y. Yılmaz, Hasan Cemal, Murat Sabuncu, Gökçer Tahincioğlu, Yalçın Doğan, Aydın Engin gazeteci değiller. Ben T24’de ‘Tırmık’ adlı bir sergi yeri açtım, orada karpuz satıyorum; Hasan Cemal T24’ün nalburu, Mehmet Y. Yılmaz T24’ün kebapçısı, Yalçın Doğan da kundura boyacısı.”
“Muhalif görülen gazetecilere yönelik bir ambargo söz konusu”
TGS İstanbul Şubesi Yöneticisi ve Evrensel gazetesi çalışanı Çağrı Sarı isekartların iptal edilmesi ve yenilenmemesi sorununun sahada çalışan gazetecilere yansımasının ağır olduğunu belirterek şöyle konuşuyor: “Sarı ya da turkuaz kart, rengi fark etmeksizin basın kartının iktidar tarafından verilmesi ve onun belirlediği kriterlerde olan kişilere verilmesi zaten sorunlu bir yaklaşım. Kartı almak için çeşitli kriterler getirilmesi, istedikleri gazeteciye kartı verip istediklerine vermemeleri gibi keyfi bir yaklaşıma neden oldu. Muhalif gördükleri mecralarda çalışan gazetecilere büyük bir ambargo söz konusu. Tüm bunların sahada bir karşılığı var ne yazık ki. Kriterlerini tamamladığı, gazeteci olduğu bilindiği halde bu basın kartına sahip olmayan gazeteciler başta kolluk güçleri olmak üzere, birçok devlet yetkilisi tarafından engellemelerle karşılaşıyor. Özetle iktidar sözcülerinin gözünde İletişim Başkanlığının vermiş olduğu karta sahip değilsen gazeteci değilsin. Türkiye’de tek adam rejiminin tüm kurumlara sirayet ettiğini düşünecek olursak, medyanın çok büyük bir oranının da iktidara göbekten bağlı olduğu koşullarda bu kartın hangi gazeteciye hangi medyaya verildiği aşikar. Biz TGS olarak dünyanın başka ülkelerinde olduğu gibi bu kartı devletin değil basın ve meslek örgütlerinin vermesi gerektiğini ısrarla söylüyoruz ve uzunca süredir bu konuda çalışmalarımız mevcut.”
“Yenilenecek diye alınan kartım beş yıldır verilmiyor”
Kendi kartının da beş yıldır verilmediğini vurgulayan Sarı, “15 Temmuz darbe girişimi süreci ve Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçiş sürecinde yüzlerce kişinin kartları iptal edildi. Birçoğunun kartı ise basın kartlarına ilişkin yönetmelik Başbakanlık’tan alınıp Cumhurbaşkanlığı’na bağlandıktan sonra yenilenme süreci için toplandı fakat yenilenmedi. Ben iktidarın hoşlanmadığı bir medya kuruluşunda çalışıyorum, gazetem ambargolu. Senelerdir basın kartı yenilenmeyen çalışanlarımız var. Kartım görev değişikliğinden kaynaklı İletişim Başkanlığı tarafından elimden alındı. 20 günlük bir matbaa sürecinden sonra yeni görevim ile beraber iade edileceği söylendi. Neredeyse beş yıldır bekliyorum. İletişim Başkanlığı tarafından neden böyle olduğuna dair soru sorduğumuzda muhatap dahi bulamıyoruz. Benim gibi olan onlarca gazeteci var. Son iki yılda 1238 basın kartının iptal edildiği, 1372 kartın yenileme başvurusunun reddedildiğine dair bilgi var elimizde” diye konuşuyor.
“Gazetecilik onurunun lekelendiğini görüyoruz”
Veyis Ateş, Hadi Özışık gibi ‘gazetecilerle’ ilgili gündeme gelen suç iddialarına ilişkin de konuşan Sarı, “Sedat Peker’in açıklamaları ile gazeteci diye kendilerini tanıtan kimi isimlerin ne kadar kirli bir ağın içinde olduğunu gördük. Bir gazeteci kirli ilişkiler içine girip, çeşitli lobiler için 10 milyon avro rüşvet istiyorsa burada gerçekten gazeteciliğin onurunun lekelendiğini görüyoruz. Şimdi soralım Veyis Ateş, Hadi Özışık gibi isimler turkuaz kart sahibi mi? Basın kartları iptal olacak mı? Yoksa bu belirtilen kriterler muhalif ve alternatif gerçeğin peşinde olan gazetecilere uygulanacak bir kılıf mı?” diye soruyor.
“Ankara'da basın kartınız yoksa programları izleyemiyorsunuz”
Ankara’da resmi program takiplerinde kart meselesinin büyük bir sorun teşkil ettiğini belirten Gazeteci Gökçer Tahincioğlu da şöyle konuşuyor: “Basın kartı konusu Türkiye basınında uzun yıllardır tartışılıyor. Öncelikli sorun, elbette basın kartının devlet tarafından veriliyor oluşu. Türkiye’deki örgütsüzlük, gazeteci örgütlerinin geçmişten bugüne bu konuda çözüm üretememeleri de bu sorunun parçası. Bunun dışında bir de özellikle İstanbul basını odaklı dönem dönem gündeme sokulan, ‘Basın kartı gerekli değildir’ tartışması var. Elbette gazetecilik kartla yapılmıyor. Ancak özellikle Ankara’da, Türkiye genelinde de sokakta muhabirlik yapanların, hükümet, devlet programlarını izleyen, polisle sürekli karşı karşıya gelen gazetecilerin ne büyük zorluklar yaşadığı ortada. Röportaj, söyleşi, gözlem odaklı gazetecilikte basın kartına ihtiyaç duyulmayabilir. Ancak geçmişten bu yana Ankara'da basın kartınız yoksa programları izleyemiyorsunuz. Özellikle mesleğin başındaki gazeteciler için bu potansiyel bir işsizlik, iş bulamama nedeni oluyor. İkincisi sokakta, güvenlik riski altında çalışıyorsunuz. Özellikle de genç meslektaşlar. Kaldı ki mesele kartın bir ihtiyaç olup olmaması değil. Kimse kartla kendine avantaj sağlama peşinde de değil. Ya da gazeteciliğini tasdik ettirme uğraşı da söz konusu değil. Önemli olan, bu mesleği yürütenlerin edinme hakkı olduğu kartın, tamamen ideolojik nedenlerle verilmiyor olması. Kartlarının olmaması nedeniyle Meclis başta olmak üzere birçok alanda gazetecilik yapamamaları. Bu nedenlerle, bu konuda mücadele yürütmek elzem.”
“Hemen akredite edilen gazetecilerin ne durumda olduklarını görüyoruz”
Gazetecilere kart için getirilen şartları da değerlendiren Tahincoğlu, “Türkiye'de ‘milli’ kavramı çok sevilir. Bu kavram kullanıldığında, vatana, millete hayırlı bir iş yapıldığı sanılır. Bu tanımın içine kimler girmiyor diye bakacak olursak: işkenceyi, haksızlıkları, ölümleri, yolsuzlukları haberleştirenler. Devletin istihbaratının işi gücü yokmuş gibi bunları tarayarak Cumhurbaşkanlığı’na gönderdiği biliniyor. Cumhurbaşkanlığı da bu haberleri tarıyor elbette. Oysa bir hukuk devletinde işleyiş basittir. Birilerinin yasalara aykırı eylemi, bağlantıları varsa savcılığa bildirirsiniz, gereği yapılır. Haksız biçimde yargılanan arkadaşlarımız için başta bu yol izlendi. Şimdi ise tersten gidiliyor. Önce, son derece soyut kavramlarla, ‘millilik, alışkanlık haline getirmek’ vb. gibi terimlerle yönetmelik hazırlayıp, bir bölüm gazeteciye basın kartı, sürekli basın kartı verilmiyor,” diyor.Hedefin seçilenler dışında kimsenin gazeteci sayılmayacağı bir düzen olduğunu vurgulayan Tahincioğlu sözlerini şöyle sürdürüyor: “Seçilmeyenlerin eylemlerinin terörle, suçla ilişkilendirilmesi. Danıştay bile bu kavramları komik bularak yönetmeliğin yürütmesini durdurdu ve bu soyut kavramlarla karar veremezsin dedi İletişim Başkanlığı’na. Ancak İletişim Başkanlığı, daha da soyut ve komik bir yönetmelik hazırladı. Canlarının kart vermek istediği kişileri biraz sınırlamışlar ama yine de duruyor. Ancak hemen kart verilen, akredite edilen, baş köşede ağırlanan isimlerin hangi durumlarda olduklarını görüyoruz. Kartları iptal edildi mi, hala ‘milli’ mi sayılıyorlar, merak ediyorum.”
“Türkiye'de basın kartı prosedürü antidemokratiktir”
Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) Türkiye temsilcisi ve bianet Medya Özgürlüğü Raportörü Erol Önderoğlu ise kart sorununu şöyle değerlendiriyor: “Türkiye’deki basın kartı prosedürü, gazetecilik meslek temsilcilerini esaslı olarak dışladığı için, açık ve şeffaf bir süreç içerisinde ele alınmadığı için açıkça antidemokratiktir. Zaten Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun sorunu öngörülmezlik olarak nitelendirmesi boşuna değil. 2018 yılına ait Basın Kartı Yönetmeliğinde gözlenen temel sorun, sürekli basın kartlılarının haklarının sanki ilk kez başvurmuşlar gibi tartışmaya açılması, yargılanan veya düşüncelerinden hoşlanılmayan medya temsilcilerinin başvurularının ‘incelemede’ gibi sihirli bir karşılıkla sürüncemede bırakılması veya politik yargı kararları esas alınarak basın kartı taleplerinin reddedilmesidir. İletişim Başkanlığı’na ait pratiğin temel sorunu, ‘güvenlik’ kriterini düpedüz eleştirelliği hedef alacak tarzda uygulamasında gözüküyor. Basın kartı prosedür ve uygulaması, değerlendirme süreci mesleğe teslim edilmedikçe, medya sektörünün tek siyasi ideolojiye kavuşturulması gibi hayalperest bu çabalar son bulmayacak ancak gazetecilik dibe vurmaya devam edecektir.”
“Kart verilmeyen gazeteciler yargılandıkları davalarda ‘Gazeteci değildir’ diye ceza alıyor”
Kart ambargosunun sahada gazeteciliği fiilen engellediğini söyleyen DİSK Basın-İş Genel Başkanı FarukEren, bu durumun mesleki faaliyetlerinden yargılanan gazetecilerin davalarını da etkilediğine dikkat çekiyor: “Haberleri dolayısıyla yargılanan gazetecilerden Ayşegül Doğan’ın Diyarbakır’da yargılandığı davada 6 yıl 3 ay hapis cezası verilmişti. Bu davanın gerekçeli kararında ‘Türkiye Cumhuriyeti tarafından tanımlanmış bir gazetecilik faaliyeti yoktur’ denildi. Yani devlet basın kartı vermiyor ve gazeteciler bu gerekçeyle davalarda ‘Gazeteci değildir’ denilerek ceza alıyor. Biz baştan hep şunu söyledik: Devletin verdiği basın kartı, gazetecinin ruhsatı değildir. Devlet basın kartı vermemeli. Basın kartını diğer ülkeler gibi meslek örgütleri vermeli. Kimin gazeteci olup kimin gazeteci olmadığına iktidar karar veremez. Gazetecinin evrensel ilkeleri var. Türkiye’de de bu konuda çok ileri metinler var. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin Haklar ve Sorumluluklar Bildirgesi gibi. Bu bile uygulansa şu anda birçok insan ‘gazeteciyim’ diye ortaya çıkamaz. Ama ne yazık ki uygulanamıyor. Meslek örgütleri bir araya gelip ilkeler belirlemeli, bu ilkelere uygun olarak kartın verilip verilmeyeceği belirlenmeli. Gazeteci örgütleri bir denetim mekanizması oluşturulmalı.”
“Gazetecinin görevi arabuluculuk değil”
Veyis Ateş ve Süleyman Özışık gibi gazetecilerin karıştığı iddia edilen suçlara ilişkin de konuşan Eren, “İktidar ‘Ben istediğime gazetecilik yaptırırım, istediğime yaptırmam. Benim gazeteci saydıklarıma kart veririm’ diyor. Ama kendi gazeteci saydıkları aslında bize göre hiçbir zaman gazeteci değil. Bunlar iktidarın propagandistleri. Sadece iktidar propagandası da yapmıyorlar. Ağır suçlara karışıyorlar. İktidarın girdiği kirli ilişkiler içerisinde yer alıyorlar, arabuluculuk yapıyorlar. Meslektaşlarını, muhalifleri hedef gösteriyorlar. Gazetecinin görevi arabuluculuk değil, kamuyu bilgilendirmek, haber yapmaktır. Kirli ilişkileri gazetecilikle örtmeye çalışan insanlar bunlar. Gazeteciler Cemiyeti Hadi Özışık ve Veyis Ateş’i üyelikten çıkarttı. Bu önemli bir adım ama yeterli değil. Daha hızlı ve acil çözümler üretilmeli” diyor.
Medya ve Hukuk Çalışmaları Derneği (MLSA) haber alma hakkı, ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğü alanlarında faaliyet yürüten bir sivil toplum kuruluşudur. Derneğimiz başta gazeteciler olmak üzere mesleki faaliyetleri sebebiyle yargılanan kişilere hukuki destek vermektedir.