BURCU ÖZKAYA GÜNAYDIN
Bölücü-Görücü Hikâyeler, gazeteci Oktay Candemir’in ilk öykü kitabı. SÎTAV Yayıncılık’tan çıkan kitaptaki öykülerin çoğunluğu gerçek hayatta yaşanmış hikâyeler. Politik-mizah tarzındaki öyküler güldürüyor ve geçmiş ile günümüzü buluşturuyor. Diriliş Ertuğrul dizisine dair attığı bir tweet nedeniyle gözaltına alınmasıyla gündeme gelen gazeteciyle; biraz kitabını, biraz kendisini, kısaca memleket hâllerini konuştuk.
Trajikomik, kara mizah tadında hikâyeler yazma fikri nasıl oluştu? Kitaptaki hikâyeler gerçek mi, kurmaca mı?
Çocukluk yıllarımda karikatür ve mizah okumaya başladım. Evde yanan kömür sobasının arkasında oturur saatlerce karikatürlere bakardım, fotoromanlara çok ilgi duyardım. 2003 yılında gazeteciliğe başladıktan sonra aklımın bir kenarında bir gün kitap yazmak hep vardı. Ancak şartlar ve koşullar ne zaman oluşursa diye düşünürdüm, ve 2020 yılında ilk kitabımı yazdım. Hikâyelerimin 14’ü tamamen gerçektir, 3’ü ise yarı kurgu, yarı gerçek hikâyelerden oluşuyor.
Evlenmek isteyen Faruk hikayesini okuyunca aklıma Yücel Sarpdere’nin Vatandaş Abuzer hikayesi geldi. O da 12 Eylül dönemini anlatan bir kara mizah hikâyesi. Faruk'lar, Abuzer'ler çok memlekette. Siz de bunları mı göstermek istediniz?
Kürt Faruk ile Türk Abuzer’in yaşadıkları arasında bir fark yok. İkisi de zulme uğrayan ama bunu belli bir bilince çıkaramayan karakterler. Yürekleri temiz, saf ama bir o kadar da cesur insanlar. Yaşadıkları baskı ve gördükleri işkence, zaman içerisinde onların da bilinçlenmesini sağlıyor ve hayata bakış açılarını değiştiriyor. Vatandaş Abuzer daha konuşkan bir roman kahramanı, ağzı daha iyi laf yapabiliyor ama Faruk öyle değil. Konuşmayı pek sevmez, agresif ve kendini seven biri.
Tam kitaplık bir gözaltı hikayeniz var sizin; Diriliş Ertuğrul hakkında attığınız tweet gerekçesiyle. Bu paylaşımınızdan sonra neler olduğunu anlatır mısınız?
Dizi isimlerine yönelik “tiye alan” paylaşımımdan sonra bir arkadaşım bana WhatsApp’tan “Sıkıntı olmasın” diye yazmıştı. Ben de gülerek “Yok artık, daha neler” diye yanıt verdim. İki gün sonra arkadaşım endişesinde haklı çıktı ve eve geldiğimde kapının önünde onlarca polis ve zırhlı araç gördüm. Evimi didik didik aradılar, bilgisayarıma el koydular. Ben tabii ev aramasının Diriliş Ertuğrul paylaşımı sebebiyle olduğunu bilmiyorum. Polis önüme suçlama nedenini koyunca çok şaşırdım, hatta gayrı ihtiyari bir biçimde polislere “Bu bir şaka mı?” diye söylendim. Polisler ciddi bir ses tonuyla “Şaka değil Oktay, bizimle karakola geleceksiniz” dedi. Tabi o arada “Ceketimi alabilir miyim, Silivri soğuktur şimdi” diye espri bile yaptım. Polisler sanırım espriyi anlamadıkları için garip garip yüzüme baktılar. Bir gece gözaltında kaldıktan sonra sabah mahkemeye götürülürken Twitter’da “trending topic” (TT) olduğumu polislerden öğrendim. Mahkemeye çıkarıldım ve adli kontrol şartıyla serbest bırakıldım. Daha sonra hakkımda “Osmanlı Padişahlarına zarar vermek” suçlamasıyla başlatılan soruşturma takipsizlikle sonuçlandı.
Bir hikâyenizde, sokakta dolaştığı için gözaltına alınan inekleri anlatıyorsunuz. Kısa süre önce Ceylanpınar’da meralara girdiği için koyunlar gözaltına alınmıştı. O günden bugüne ne değişti?
Bizim ülkemizde bu yönetim anlayışları olduğu sürece mizah hiç bitmez. Sizin gözaltına alınan koyunlara ilişkin haberinizi okuduktan sonra “Bu iş mizah olmaktan çıktı, artık bunlar cidden oluyor” dedim kendime. Benim “Anarşik İnekler” hikâyesi 1980 darbesinden sonra yaşanıyor. Aradan 40 yıl geçti ve koyunlar gözaltına alınabiliyor. Değişen bir şey yok ve değişeceğe de benzemiyor.
Hikâyelerinizde hak kaybına uğrayanlar sonunda hep kazanan taraf oluyor. Sizce gerçekte de böyle mi? Yoksa siz mi böyle bitsin istiyorsunuz?
Aslında hak kaybına uğrayanlar verdikleri mücadelenin sonunda hiç kaybetmediler, muhakkak ki zalimlere geri adım attırdılar. Ben elbette hikâyenin sonunda hep zalimlerin yenilmesini istiyorum. Zalimleri yenecek olan ise hak mücadelesidir.
“Kayyım beni evlendirir misin?” hikayesi oldukça güncel. Halk nezdinde de kayyım gerçeği böyle midir?
Evet, kesinlikle öyledir. Kürt illerini beş yıldır kayyımlar yönetiyor ve nasıl yönettiklerini görüyoruz. Halkın kültürüne tamamen yabancı, duygu olarak halktan, halkın hassasiyetlerinden uzak ve kendini halkın üzerindeki devlet olarak tanımlayan bir anlayış söz konusu. Dolayısıyla kibirli oluyorlar, sokakta yurttaşlarla yüz yüze geldiklerinde ise böylesi durumlar ortaya çıkıyor.
Memleket meselesine gelirsek; “Size ne lazımsa ben oradanım,” dediniz mi hiç? Nedir bu memleket meselesi?
Kahramanımızın başından geçen olayı bende yaşadım ilk gençlik yıllarımda. Bodrum, İzmir ve İstanbul’da nerede işe girme ihtimalimiz olursa orada “Nerelisiniz” sorusuna çarpıp geri döndük. Kahramanımız da o kadar bunalıyor ki bu sorudan, “Size neresi lazım” diye bir isyanda bulunuyor. Batıda yaşayan insanlarımızın Kürtlere bakış açısının sorunlu olmasından kaynaklı. Ben olaya “Egemen ulus kibri” diye yaklaşmak istemiyorum. Ama “Madem buraya benim şehrime geldin, kuralları da biz belirleriz” duygusunun ağır bastığını düşünüyorum. O insanlara her şey yanlış anlatılmış ve onlar da her şeyin kendilerine anlatıldığı gibi olduğunu sanıyorlar. Ama bir Kürt ile bir süre paylaşımda bulunduktan sonra düşünceleri de farklılaşıyor.
Son öykünüz gülümsetiyor. Otobüs ve Van deyince benim de burnuma otlu peynir kokusu geldi daha hikâyeyi okumadan. Yılmaz Erdoğan senelerce kandırdı mı bizi yani?
Kandırdı bence, kitaptaki öyküde de yazdığım gibi otobüsler öyle otlu peynir kokmazdı. 34 saatte İstanbul’a varınca öyle romantize edilecek bir durum da olmuyor tabi. Yılmaz Erdoğan sadece otlu peynir konusunda değil; bugünkü politik duruşsuzluğuna bakarsak, politik olarak da bizi kandırdı.Yılmaz Erdoğan’ın otlu peynir hikâyesi Van halkının duygularını okşamaya yönelik ince bir siyasetten ibaretti. Zaten sonradan Vizontele filmlerini de Van’da çekti. Ama kendisi ne Van’a ne Hakkâri’ye aidiyet duygusu hisseden biri. Kürtlerden aldıklarını götürüp Türk pazarında sattı. O yüzden bende kıymeti harbiyesi olan biri değil.
Ne zaman düşünsem çok etkilenirim dediğiniz bir hikâye var mı? Ve bu hikâyelerin devamı gelecek mi?
Aziz Nesin, Yaşar Kemal ve Vedat Türkali’nin tüm hikâyeleri ben etkilemiştir. Cezaevinde aynı romanı iki defa okuduğum bile olmuştur. Evet, hikâyelerimin devamı gelecek ama ikinci kitabıma çok iyi hazırlanmak istiyorum. İlk kitapta yaptığım yanlışları ikinci kitapta yapmak istemiyorum. Okuyucuya daha kaliteli bir eser sunmak istiyorum.