Can Atalay’ın bir dakika dahi beklemeden tahliye edilmesi gerekiyor. Ancak, bu süreç yalnızca Atalay’ın tahliyesi ile sona eremez. Anayasa Mahkemesi’nin ilk kararından beri Can’ı özgürlüğünden alıkoyan tüm yargı mensupları hakkında soruşturma açılması, gerekirse el çektirilmesi gerekiyor. Türkiye’de hukuk sisteminin eğer devam etmesini istiyorsak, sistemin böyle bir ciddi adıma ihtiyacı var.
Anayasa Mahkemesi (AYM), Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin kararını, “Türk hukukunda bulunmayan bir karar” olarak niteledi ve Can Atalay’ın derhal serbest bırakılması gerektiğini belirtti. Bu karar, Can Atalay ve Türkiye’deki anayasa hukuku açısından çok önemli bir karar olsa da, diğer yandan da Türkiye yargısı ve hukuk devleti açısından utanç verici bir karar.
Buraya nasıl geldik?
Herkesin yüreği ağzında beklediği bu karara götüren süreç, arka arkaya gerçekleşen birçok hukuksuzluğun bir sonucu. Gezi Davası’nda tutuklu yargılanan Can Atalay’ın milletvekili seçilmesinden sonra Yargıtay 3. Ceza Mahkemesi’nin Atalay’ı tahliye etmeyi reddetmesi üzerine, Atalay’ın avukatları Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu. Anayasa Mahkemesi, Atalay’ın tutukluluğu hakkındaki bireysel başvuru dosyasında karar vermeden birkaç hafta önce, Yargıtay 3. Ceza Dairesi Atalay’ın hükmünü onadı ve Atalay’ı hükümlü hale getirdi.
Anayasa Mahkemesi ise, başvuru üzerine verdiği ilk hak ihlali kararında, Atalay’ın seçme ve seçilme hakkı ile kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine hükmetti ve derhal salıverilmesi için dosyayı, ilk derece mahkemesi olan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderdi. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi ise, beklenmedik bir kararla dosyayı Yargıtay’a gönderdi. Yargıtay 3. Ceza Dairesi ise beklenmedik bir karar vererek, Anayasa Mahkemesi kararına uyulmamasına ve ihlal yönünde oy kullanan AYM üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunulmasına karar verdi.
Kimsenin beklemediği bu karar üzerine Atalay’ın avukatları, Anayasa Mahkemesi kararının uygulanmaması sebebiyle ikinci defa bireysel başvuruda bulundu. Anayasa Mahkemesi geçen hafta yayınladığı kısa kararında, Can Atalay’ın derhal tahliye edilmesi gerektiğini belirtti ve dosyayı İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderdi. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi ise gerekçeli kararı bekleyeceğini açıkladı. 26 Aralık’ı 27’sine bağlayan gece ise, Anayasa Mahkemesi’nin gerekçeli kararı Resmi Gazete’de yayımlandı.
Mahkeme özetle; Anayasa Mahkemesi kararlarının herkes gibi mahkemeler için de bağlayıcı olduğunu, AYM’nin kararının uygulanmamasının hem hukuk sistemi açısından hem bireysel haklar açısından hem de toplumun hukuk sistemine güveni açısından ciddi sorunlar yaratacağını vurguladı ve dosyayı Can Atalay’ı derhal serbest bırakması istemiyle İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderdi.
Kararın muhatabı Yargıtay değil, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi
Anayasa Mahkemesi’nin gerekçeli kararında sıkça vurgulanan hususların başında, dosyanın Yargıtay’a gönderilmesi geliyor. Şöyle ki Anayasa Mahkemesi ilk başvuruda, dosyayı Atalay’ın serbest bırakılması için İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderdi. Ancak, mahkeme başkanı kanunda yeri olmayan bir şekilde, sadece kendi imzasını taşıyan bir metinle dosyayı Yargıtay’a gönderdi. Böyle bir işlem ne Anayasa Mahkemesi Usul Kanunu’nda ne de Ceza Muhakemesi Kanunu’nda yer alıyor.
Anayasa Mahkemesi, bu işlemlerle ilgili olarak, bunların 6216 sayılı Kanun’a aykırı olduğunu, Yargıtay’ın 6216 sayılı Kanun kapsamında yeniden yargılama yetki ve görevi bulunmadığını vurguladı. AYM, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne yönelik olarak da yeniden yargılama görevini yerine getirmediğini, bu nedenle Anayasa’nın 67. ve 83. maddelerinde korunan haklarının ihlal edildiğini ifade ediyor.
Yargıtay'ın kararı, kanunlarda bulunmayan bir karar türüdür
AYM, gerekçeli kararda Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin, “Anayasa Mahkemesi kararına uyulmamasına” yönelik kararı, kanunlarda yer almayan bir karar olarak nitelendiriliyor. Yine buradan devamla şunu söyledi: “Hukukun üstünlüğünün geçerli olduğu bir devlette, bireylerin hukuk sistemine olan güvenini ve saygısını koruma adına vazgeçilemez bir görev ifa eden yargı kararlarının zamanında yerine getirilmeyerek sonuçsuz bırakılması kabul edilemez. Aksinin kabulü hukuk devletinin varlığından söz edilmesini imkânsız kılar.”
Yargıtay kararı, hukuk düzenine bir karşı koyma anlamına geliyor
Anayasa Mahkemesi kararının 68. paragrafında, Yargıtay’ın kararına ilişkin yapılan değerlendirmede, Yargıtay kararı anayasal hukuk düzenine bir karşı koyma olarak nitelendiriliyor: “(...) Türlü bahaneler ve hukuk tanımaz tutum ve davranışlarla Anayasa’yı koruma ve anayasal kurallara sadakat gösterme yükümlülüğü bulunan mahkemelerin ve kamu gücünü kullanan diğer oranların bireylerin temel hak ve özgürlüklerinin ihlal edilmesine ve mevcut ihlallerin sürdürülmesine neden olacak şekilde Anayasa’nın öngördüğü hukuk düzenine karşı koyma anlamına gelen keyfi kararlara hiçbir hukuk sisteminde müsaade edilemez.”
Karara muhalefet eden üyeler dahi, 'AYM kararları uygulanmalıdır' dedi
Atalay’ın seçme ve seçilme hakkının ihlal edildiğine dair karar oyçokluğuyla alınırken, AYM kararının uygulanmaması nedeniyle, bireysel başvuru hakkının ihlal edildiğine yönelik karar ise oybirliği ile alındı. Muhalefet eden üç üye Muammer Topal, İrfan Fidan ve Muhterem İnce yazdıkları karşı oy yazısında, “(…) başvurucunun Anayasa’nın 148. maddesinde güvence altına alınan bireysel başvuru hakkının ihlal edildiği (…) kanaatine vardığımızdan” diyerek, Atalay’ın bireysel başvuru hakkının ihlal edildiğini vurguladılar.
Anayasa Mahkemesi'nin kararı tarihi ancak utanç verici bir karar
Anayasa Mahkemesi, 26 Aralık gecesi Resmi Gazete’de tarihi bir karar yayınladı. Bu, hem Can Atalay hem de Türkiye’de anayasa hukuku açısından çok önemli bir karar. Kararda, Anayasa Mahkemesi, kararlarının neden bağlayıcı olduğunu, bunun bir devletin devam edebilmesi ve meşruiyetini sağlayabilmesi için elzem olduğunu anlatan bir ders niteliğinde.
Ancak bu, bir yandan da Türkiye yargısı ve Türkiye devleti açısından utanç verici bir karar. Ağır Ceza mahkemesi başkanı olmak veya Yargıtay üyesi olmak için hâkimlik mesleğinde en az on yıl kıdem gerekiyor. Gelin görün ki Anayasa Mahkemesi, bunca sene kıdemi olan hâkimlere normlar hiyerarşisini ve Anayasa’nın en üstün hukuk normunu anlatmak zorunda kalıyor. Öyle ki Anayasa Mahkemesi, mahkeme kararlarının bağlayıcı olduğunu ve uygulanması gerektiğini, bu hâkimlere anlatmak zorunda kalıyor. Hiç şüphesiz ki yaşadığımız bu süreç yüz elli yıllık Yargıtay tarihinde kara bir leke olarak yer alacak.
Anayasa Mahkemesi, ne kadar tartışmalı olursa olsun, Yüksek Mahkeme’nin kararına uymamak, yetmezmiş gibi bir de AYM üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunmak, yargı içerisindeki hiyerarşiyi bozmuştur. Asıl hakkında soruşturma açılması gereken, Anayasa Mahkemesi’nin ilk verdiği hak ihlali ve tahliye kararına ve Anayasa hükmüne rağmen Can Atalay’ı tahliye etmeyip, görevini kötüye kullanan, Can Atalay’a karşı hürriyeti tahdit suçunu işleyen hakimlerdir.
Yaşadığımız hukuk garabeti, yargı sisteminde son vaka olmayabilir, benzer krizlerle siyasallaşmış yargı mensuplarının hukuka dönüş kararlarına karşı itirazlarını ve hukuku çiğneyen adımlarını daha sık görebiliriz. Bütün bunlara karşı, siyasetin ve sivil toplumun Anayasa Mahkemesi kararlarının arkasında durması gerekiyor.
Siyasal saldırı, hukuki saldırıdan bağımsız değil
Ancak iktidar, Anayasa Mahkemesi Başkanı’na, “İpin kimin elinde?” diye saldırırken, bu saldırının hukuki saldırıdan bağımsız olduğunu düşünmemek gerektiğini düşünüyorum. Önümüzdeki dönemde, Anayasa Mahkemesi üzerindeki baskılar daha da ağırlaşacak, biz hukuktan yana olanların, sivil toplumun, basının Türkiye’nin bir nebze de olsa hukuk devleti olabilmesi için Anayasa Mahkemesi’nin kararına sahip çıkması ve bu kararın mutlaka uygulanmasının sağlaması gerekiyor.
Can Atalay’ın bir dakika dahi beklemeden tahliye edilmesi gerekiyor. Ancak, bu süreç yalnızca Atalay’ın tahliyesi ile sona eremez. Anayasa Mahkemesi’nin ilk kararından beri Can’ı özgürlüğünden alıkoyan tüm yargı mensupları hakkında soruşturma açılması, gerekirse el çektirilmesi gerekiyor. Türkiye’de hukuk sisteminin eğer devam etmesini istiyorsak, sistemin böyle bir ciddi adıma ihtiyacı var. Aksi halde Anayasa Mahkemesi kararında belirtildiği gibi “bireylerin ve toplumun hukuk devletine olan inancını zedeler ve temel anayasal düzene zarar verir.”
Ben bu yazıyı kaleme aldıktan birkaç saat sonra İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin, Anayasa Mahkemesi’nin açık seçik bir şekilde “kararın muhatabı sensin” demesine rağmen, kendisini muhatap olmaktan çıkartıp dosyayı yeniden Yargıtay 3. Ceza Dairesi’ne gönderdi.
İlk derece mahkemesi, Anayasa Mahkemesinin kararında açıkça belirtilmesine rağmen, tahliye kararı vermeyi reddederek Türkiye’nin anayasal hukuk devleti olmasının sonu olacak bu oyunda el arttırdı. Can Atalay’ı tahliye etmeyerek her gün suç işleyen bu hakimler arasındaki çekişme, Anayasa Mahkemesi lehine sona ermezse, Türkiye’de anayasal bir hukuk devleti olmadığı tescillenmiş olacak. Türkiye’de anayasal kriz çözülmeden hiçbir sorun sona ermeyecek.