Haberler

Dezenformasyon Yasası’nın ayak izleri: Öncülü internet sansürü, ardılı “etki ajanlığı yasa tasarısı”

Dezenformasyon Yasası’nın ayak izleri: Öncülü internet sansürü, ardılı “etki ajanlığı yasa tasarısı”

 

Fatma Yörür 

“Weaponizing the law”, Türkçe ifadesiyle “yargı sopası” iktidarın yargıyı baskı unsuru olarak araçsallaştırması anlamına geliyor ve tüm dünyanın gündeminde. Türkiye’de de iktidar elinde tuttuğu bu “sopaları” farklı vesilelerle çeşitlendiriyor. Son dönemin en çok araçsallaştırılan yasası olan “Dezenformasyon (Sansür) Yasası” muhtemel başka bir yasanın, iki defa geri çekilen ama hükümetin vazgeçmediği “Etki Ajanlığı” yasasının da öncülü.

Türk Ceza Kanunu’na (TCK) eklenmesi amacıyla “etki ajanlığı” tanımıyla yeni bir suç oluşturularak, “Noterlik Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Teklif”e eklenen 16. madde 2024 sonunda muhalefet ve sivil toplumun baskısıyla yasama gündeminden düştü. 

Bu madde, “Devletin güvenliği veya siyasal yararları aleyhine yabancı bir devlet veya organizasyon talimatıyla işlenen fiillerin suç olarak tanımlanarak yaptırıma bağlanması” ifadeleriyle TCK’ya yeni bir suç ihdas ediyordu.

2024’te bu yeni suç yaratma çabasındaki hamleler AKP açısından yarıda kaldı. İktidar, muhalefet partileriyle uzlaşma amacıyla kasım ayında TBMM Genel Kurulu gündeminde yasa teklifinden çıkarılan “etki ajanlığı suçu”ndan ise bütünüyle vazgeçmedi. 

Hukukçular ve basın meslek örgütlerinin “ifade ve basın özgürlüğünü kıskaca alma girişimlerinde son aşama” olarak tanımladıkları yasal düzenleme, 23 yıllık AKP iktidarında hangi aşamalardan geçtiğimiz konusunda bellek tazelenmesine de ihtiyaç doğuruyor. 

2002-2007 AB uyum süreci yasal düzenlemeleri 2013’ten sonra uygulanmadı

Deneyimli hukukçu Fikret İlkiz, iktidarın ilk dönemini kapsayan 2002 yılından 2007 yılına kadarki ilk döneminde, AB müzakereleri kapsamında olumlar adımlar atıldığını hatırlatarak, “57. Hükümet döneminde kabul edilen bir ulusal program var. Avrupa Birliği ile ilişkiler bakımından kabul edilmiş olan ulusal program kapsamında tasarlanan süreçte, hemen, orta vadeli ve uzun vadeli olarak üç aşamalı uyum yasaları çıkarıldı ve kanuni düzenlemelere başvuruldu. Bunların hepsi o tarihlerde olumlu gelişmeler olarak kabul edildi. Çünkü ifade özgürlüğünü iyileştirmek üzere düşünülen değişikliklerdi” diyor. 

2013-2014 yıllarında ulusal program ya da bu programın getirdiği yasal değişiklikleri artık Türkiye'nin uygulamamaya başladığını kaydeden İlkiz, 2007 yılında gelen 5651 sayılı ‘İnternet Ortamında Yapılan Yayınlar Aracılığıyla İşlenen Suçlara İlişkin Kanun’ ile başlayan süreçte de artık odakta ifade özgürlüğünün yer almadığını söylüyor.

2007: ‘İnternet Ortamında Yapılan Yayınlar Aracılığıyla İşlenen Suçlara İlişkin Kanun

İnternet teknolojisinin bilgi ve habere erişimde ana mecraya dönüşmesiyle birlikte ortaya çıkan yasal ihtiyaçları gündeme getirerek düzenleme ve kanun yapma yetkisini ortaya koyan AKP iktidarı açısından, ihtiyaçları uzun vadeli baskıcı politikalara araç yapma eğilimi de bu dönemlerde baş gösteriyordu. 

Gazeteci Bülent Mumay,  2007’de kabul edilip, çeşitli kereler değişikliğe uğrayan 5651 sayılı kanunda esas “yargı sopasının” 2014’te yapılan düzenlemeyle AKP’nin eline geçtiğini belirterek, 2011 yılında yüzlerce kişinin katılımıyla İstiklal Caddesi’nde yapılan “İnternetime Dokunma” yürüyüşünü hatırlatıyor:

“5651 sayılı İnternet Yasası düzenlemeleri yapılırken bu ülkenin gazetecileri olarak, iktidarın geleneksel medyada kontrol edip, ana akım dışındaki sosyal medyada kontrolü dışındaki alanı baskı altına almak amacıyla, ‘İnternet Ortamında Yapılan Yayınlar Aracılığıyla İşlenen Suçlara İlişkin Kanun’a genişleme getiren yasa tasarısına tepki olarak isyan edip, İstiklal Caddesi’nde sansüre karşı “internetime dokunma” yürüyüşleri yaptığımızda, dönemin AKP muktedirleri ‘Ya biz pornografi ile mücadele ediyoruz, siz neyi savunuyorsunuz?’ diye bizim internet siteleri erişim engeli yasasını protestomuzu eleştirmişlerdi. Bugün nereye geldiğini görüyoruz. En büyük kırılmalardan biri 5651 internet yasasını sayabilirim.” 

15 Temmuz sonrası hız kazanan baskı: 5651’le kararan binlerce haber, web sitesi ve sosyal medya hesabı 

EngelliWeb verilerine göre, 5651 sayılı kanunun “kişilik haklarını koruma” amacı içeren 9. maddesi kapsamında 2014-2023 döneminde 582 farklı sulh ceza hakimliği tarafından verilen 7 bin 663 farklı kararla erişime engellenmiş 43 bin 769 haber (URL adresi) ve 38 bin 145 haber (URL adresi) kaldırıldı, çıkarıldı ya da silindi.

Bu kararlar genellikle üst düzey kamu görevlilerinin ve bazı kamu kurumları ve hükümete yakın şirketlerin talepleri sonucu sulh ceza hakimleri tarafından verildi. Benzer şekilde 5651 sayılı yasanın milli güvenlik ve kamu düzenini koruma amacı taşıyan 8/A maddesinin uygulanmasına 2023 içinde de devam edildi ve özellikle il jandarma komutanlıklarının başvurularıyla Kürt ve muhalif haber siteleri erişime engelleri tespit edildi.

Anayasa Mahkemesi 14 Eylül 2023 tarihli Genel Kurul kararıyla, yasanın 8/A maddesinde “yapısal sorunlar” tespit etti ve 5651 sayılı Kanun’un 9. ve 8/A maddesinin “mevcut hâliyle kamusal makamların takdir yetkisini daraltarak keyfi davranışların önüne geçebilecek, ifade özgürlüğü ile terör örgütlerinin faaliyetlerine karşı demokratik toplumun kendisini korumaya ilişkin meşru hakkı arasında adil bir denge kurulmasını garanti edebilecek temel güvencelere sahip olmadığını” belirterek, ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiği ve ihlalin doğrudan kanundan kaynaklandığı sonucuna vardı. AYM ilgili maddelerin Anayasa’nın 26. Maddesi’nde güvence altına alınan ifade özgürlüğünü ihlal ettiğine karar verdi. 9. madde Ekim 2024 itibariyle resmen yürürlükten kaldırıldı. Ancak 8/A maddesi uygulamaya devam ediyor.

5651 sayılı yasanın Temmuz 2020’de eklenen 8. Maddesi (içerik çıkartma) de Anayasa’ya aykırı bulunup iptal edilmişti.

5651 kapsamında uygulanan engellemelerde “mahkeme kararı olmaksızın, hukuk dışı bir biçimde kamunun linkleri, haberleri sansürleyebilmesi yetkisine” dikkat çeken Mumay, “Haberi engelleyip sonradan mahkeme kararı alabiliyor olmalarına karşı ‘bi dakka hukuk dışı sansür böyle sınırlama olmaz’ dendiğinde de “Ama devletin önünü alması gereken bazı suçlar vardır. Bunlar için mahkeme kararı beklenmemelidir” diye bir kılıfa sokmaya çalıştılar. O yasanın da nereye geldiği ortada” diyor.

2014: “Sansür rejimi uygulayıcısı Sulh Ceza Hakimlikleri açıldı”

MLSA Eş Direktörü Avukat Veysel Ok’a göre, “Sansür rejimi Sulh Ceza Mahkemeleri üzerinden işliyor.” Adaletin sağlanması ve basın ifade özgürlüğünün korunması için var olan adliyelerde yer alan Sulh Ceza Mahkemeleri 2014 yılından bu yana özgürlüklere dönük ceza ve engelleme yağdırıyor.

EngelliWeb verilerine göre, 2019 yılında 690 sulh ceza hakimliği, 5651 sayılı Kanun’un 9. maddesi kapsamında 6 bin 200 erişim engelli kararı verdi. Bu rakamlar, 2024 yılında 9. Madde’nin Anayasa’ya aykırılığı gerekçesiyle iptal edilmesine kadar binlerce erişim engeliyle devam etti.

Avukat Ok, bu iptalle hukuki boşluk doğmayacağını belirterek, Ekim 2022’de, 5187 sayılı Basın Kanunu’nda yapılan değişikliği hatırlattı ve “Kişilik haklarının ihlal edildiğini iddia eden kişiler, internet haber sitelerine, cevap ve düzeltme metinleri gönderip, bu metinlerin yayınlanmasını sağlamak için de hukuki girişimde bulunabilirler” dedi. Ok, “9. maddede öngörülen ve 24 saat içinde duruşma yapılmaksızın, karşı tarafı dinlemeksizin, delil toplamaksızın, talepte bulunan tarafından hakimliklere sunulan gerekçelerle sınırlı bir inceleme sonunda erişimin engellenmesine karar vermesi” ve uygulayıcısı Sulh Ceza Hakimliklerinin yıllarca anayasal güvence altındaki ifade ve basın özgürlüğünü ihlal ettiğini söylüyor. 

MLSA’nın 2023-2024 dava izleme raporuna göre, gazeteciler ayrıca “Cumhurbaşkanı’na hakaret” (%38,1) ve “kamu görevlisine hakaret” (%37,6) suçlamalarıyla da sıklıkla karşılaştı. “Sansür yasası” olarak bilinen TCK 217/A kapsamında “halkı yanıltıcı bilgiyi yaymak” suçlaması da bu dönemde iktidarın hoşuna gitmeyen haberler yazan gazetecilere karşı kullanılan yeni bir araç haline geldi.

TCK 217/A da 2022’de Basın Kanunu’na bir düzenlemeyle eklenen bir suç olarak yer aldı. AYM, CHP’nin yasanın iptali istemiyle açtığı davayı 2024’te reddeti ve “yasanın güvenlik ve toplumsal bir ihtiyacı karşılamaya dönük” olduğunu savundu. 

RTÜK: Milyonlarca lira ceza kesen yapı uluslararası emsallerinden farklı çalışıyor

Avrupa Konseyi’ni oluşturan 47 ülkenin medya alanını düzenlemeden sorumlu ve 55 üyesi olan Avrupa Düzenleyici Otoriteler Platformu’nun (EPRA) üyesi olan RTÜK, diğer üye ülke yapılarından oldukça farklı çalışarak bir ceza ve sansür merkezine dönüştü. 

Üst kurul basın ve ifade özgürlüğünü yüzlerce kez hiçe sayarak sadece 1 Ocak 2023 - 30 Haziran 2024 arasında yayıncılara 124 milyon lira ceza kesti. 1357 kez de ekran karartma cezası uyguladı. MLSA” RTÜK: Sansürün 30. Yılı” raporuna yansıyan bu rakamlar 23 yıllık AKP iktidarında 30 yıllık RTÜK’ün nasıl bir sansür mekanizması haline geldiğini gözler önüne serdi. RTÜK önümüzdeki dönemde alanını sosyal medya yayıncılarını da kapsayacak şekilde genişletmek istiyor. 

EPRA üyesi diğer ülke kurumları ise lisans sağlayıcı ve standartları belirleyici daha teknik bir misyonda faaliyet yürütüyor.

2020’de gündeme gelen ve Resmi Gazete’de 2022'de yayınlanan "7418 Sayılı Basın Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun" ile 5651 sayılı kanunda yapılan değişikliklerle sosyal ağ sağlayıcılar için yeni yükümlülükler getirildi.

Bu karar ardından sosyal medya sağlayıcıları Türkiye’ye temsilciler atarken, aynı yıl Alman ve Amerikan kamu yayıncı kuruluşları Deutsche Welle (DW) ve Amerika'nın Sesi'nin (VOA) de yayınlarına Sulh Ceza Hakimliği tarafından erişim engeli getirildi. Buna gerekçe olarak ise ilgili yayıncıların RTÜK'e lisans başvurusu yapmamaları gösterildi. Böylece bu yayın kuruluşlarının İngilizce ve diğer dillerdeki yayınlarına Türkiye’den yapılabilen erişim, Türkçe sayfalar için sadece VPN kanalıyla sağlanabilir oldu. 

Bülent Mumay, bu aşamaları “Özellikle ana akımın dışında, konvansiyonel gazeteciliğin dışında iş yapıyorsanız hayatınızı güçleştiren, sarayın denetimi dışındaki sesleri kısmasını sağlayan ve maalesef burada başarılı olan süreçler” olarak tanımladı.

Sıradaki sopa: Genişleyen dezenformasyon düzenlemesi ve “etki ajanlığı suçu” mu?

Mumay, “2024 sonuna kadar yasal mevzuat kazanmak için “etki ajanlığı suçu” yaratma çabası bütün bu süreçleri atlatıp, yasal riskleri göze alıp haberlerinizi yapsanız, çitleri geçmeyi başarsanız bile, sizi yarın yaptığınız bir haberin ‘şu ülkenin lehine, şu ülkenin işine yarıyor’ diyerek suçlamalarla karşı karşıya getirme riski taşıyor” diyor.

Önceki yasaların büyük çoğunluğunun da çıkarıldığı dönemlerde yasaları çıkaranlar tarafından kötü niyetlerle kullanılmayacağının beyan edilmesine rağmen kullanıldığını söyleyen Mumay, “Bu muğlak sözcüklerle dolu yasa da gazeteciliği tedirgin eden, güçleştiren, önünü göremez hale getiren bir taslak. Bu düzenleme çok daha ağır hapis cezaları getiren ve yaptığımız işi artık casuslukla bir tutan bir yaklaşımdı” diye ekliyor.

Mumay, düzenlemenin hayata geçmesi durumunda etkilenecek olanın sadece haberler değil ilişkileri ve basın ağlarını da hedef alabileceğini belirterek şöyle devam ediyor:

“Gazetecilik konsorsiyumları, uluslararası bir organizasyonla çalışıp işbirliği yapsanız, örneğin Ortadoğu'yu ilgilendiren bir yolsuzluk operasyonunun araştırmasının bir parçası olursanız, bu gazetecilik faaliyetidir. Siz sadece kamu yararına bakarsınız. Ama size yarın bir gün “bu X ülkenin ya X kişinin yararına oldu” şeklinde suçlayabilirler. Gazeteciyi sadece bir devlet memuru ve ülkesinin çıkarlarını korumakla mükellef bir insan haline dönüştürmek veya gazeteciyi başka hiç bir yapı veya kurumla çalışamaz hale getirmek gibi bir risk var.”

Yabancı gazeteciler tasarı karşısında güvencesiz

Bülent Mumay, Türkiye’de yabancı basına çalışan gazeteciye karşı yaygın önyargılara ek olarak bu düzenlemenin Türkçe yayın yapan uluslararası medya kuruluşlarının çalışanları için de çok ciddi bir gözdağı niteliğinde olduğunu söylüyor:

“Burada yaşayan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları olarak bizler İletişim Başkanlığı izin versin vermesin çalışma iznimiz olduğu için gazetecilik yapmaya devam edebiliyoruz. Yabancıların Türkiye'de gazetecilik yapabilmeleri için ilk yapmaları gereken şey olan oturum iznini alabilmek için bile İletişim Başkanlığından basın akreditasyonu almaları gerekiyor. Bu insanlar da akreditasyonlarının iptal edilmemesi için çok ciddi otosansür yapıyorlar” dedi.

Gazeteciler düzenlemenin en çok araştırmacı gazetecileri tehdit altında bırakacağını düşünüyor.

Türkiye’de çalışan, basın kartının ve çalışma izninin iptal edilmesinden endişe ederek isminin açıklanmasını istemeyen bir Fransız gazeteci de MLSA’ya, “Bu düzenleme, AKP iktidarının doğasının tipik bir örneği. İfade ve basın özgürlüğünün geleceğini belirleyecek maddeleri içeren bir tasarısıdır. Ve 2017'deki anayasa reformundan bu yana yargının siyasallaştığı - hatta sağcılaştığı- ve özellikle MHP'ye yaradığı bir zeminde geliyor” değerlendirmesi yaptı.

“Yabancı basın için çalışan gazeteciler olarak, 'etki ajanı' yasası kapsamında suçlananlar listesinde ilk sırada yer almamız çok muhtemel” diyen gazeteci, “Çalışmalarımızdan, savcıların ne kadar 'gayretli' olabileceğini ve hakimlerin - özellikle ceza davalarında - terörizm konularında olduğu gibi muğlak yasal metinleri nasıl maksimalist bir şekilde yorumlayabileceklerini çok iyi biliyoruz. Bu metin kabul edilirse, yabancı basın, hükümet koalisyonunun siyasi hedeflerine boyun eğen bir yargının eline bırakılmış olacaktır” dedi.



Image

Medya ve Hukuk Çalışmaları Derneği (MLSA) haber alma hakkı, ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğü alanlarında faaliyet yürüten bir sivil toplum kuruluşudur. Derneğimiz başta gazeteciler olmak üzere mesleki faaliyetleri sebebiyle yargılanan kişilere hukuki destek vermektedir.