DENİZ TEKİN
Gazetecilik faaliyetleri nedeniyle 7 aydan uzun süre tutuklu kalan gazeteci Abdurrahman Gök, mahkemelerde mesleğini ve yaptıklarını ısrarla savunan gazetecilerin yargı ve polis tarafından “uslanmaz” görüldüğünü söyledi. Gök, dayanışmanın cezaevinde umutsuzluğa sevk edilmek istenen gazetecinin umudunu ve direncini daha da artırdığını ifade etti. Gök, tutuklanma korkusunun gazetecileri oto sansüre sürüklememesi gerektiğini de vurguladı.
Mezopotamya Ajansı (MA) Editörü Abdurrahman Gök, Kemal Kurkut cinayeti fotoğrafladığı 2017’den beri polis ve yargı baskısı altında. Gök’ün evine 3 defa polis baskını yapıldı. Yazdığı haberler, savaş muhabiri olarak gittiği Suriye ve Irak’ta çektiği fotoğraflar, gizli tanık ifadeleri, okuduğu ve gazete kitaplar gerekçe gösterilerek bugüne hakkında 3 dava açıldı. Bir davadan beraat ederken, başka bir davada ise savaş muhabiri olarak çektiği fotoğraflar gerekçe gösterilerek 1 yıl 6 ay 22 gün hapis cezasına çarptırıldı ve bu cezası ertelenmedi. Yargıtay bu cezayı onaması durumunda Gök tekrar cezaevine girmekle karşı karşıya.
Diyarbakır’da 25 Nisan’da evine yapılan baskında gözaltına alınarak tutuklanan Gök, “örgüt üyesi olmak” ve “örgüt propagandası yapmak” iddialarıyla yargılandığı davada 222 gün tutuklu kaldıktan sonra 5 Aralık’ta serbest bırakıldı.
Gök, hakkındaki suçlamaları, yargının kendisine yönelik tutumunu, cezaevinde yaşadıkları, tutuklu gazetecilerle dayanışmanın önemi, gazetecilere yönelik SLAAP davalarına dair MLSA’nın sorularını yanıtladı.
Mahkemede yüzleştiğiniz itirafçı tanık Ümit Akbıyık hakkınızda somut bir beyanda bulunmadı ancak bu ifadeleri nedeniyle 8 ay tutuklu kalmanızı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Hakkımda yalan söylediği mahkemede ortaya çıktı ama bu benim yaklaşık 8 ay boyunca tutuklu yargılanmama neden oldu. 14 Eylül’de görülen davanın ilk duruşmada bu tanık dinlenmiş olsaydı yalan söylediği ortaya çıkacaktı. Ama bilinçli bir şekilde bu kişi mahkemeye getirilmeyerek bu benim tutukluğumun devamına gerekçe kılındı ve 3 ay daha cezaevinde kaldım. Beni gördüğünü iddia ettiği tarihte ben trafik kazası geçirmişim. Koltuk değnekleriyle yürümekte bile zorlanıyordum, raporlarım var. Ama gelin görün ki bu itirafçı benim sağlıklı olduğumu söyledi.
Tahliye olduktan Cezaevi önünde “Kemal Kurkutların hakikatini haykırmaya, yansıtmaya devam edeceğim” dediniz. Bu gerçekleri ısrarla yazmaktaki isteğiniz arka planında neler var?
Despot iktidarlarda, antidemokratik yönetimlerde çarpıtılmış hakikati yeniden bir doğrultuya kavuşturmak, var olanı kamuoyuna ulaştırmak gazetecinin görevidir. Bugüne kadar yaptığım gazeteciliğin tamamını aynı hakikat üzerine yapmaya çalıştım ve bunun için uğraştım. Bu ülkede faili belli olmasına rağmen faili meçhule bırakılmış, resmi açıklamalarla çarpıtılmış, özünden uzaklaştırılmış, hatta kişinin masumiyetine leke sürülmüş o kadar çok olay yaşandı ki! Ekmek almaya giderken vurulan Berkin Elvan, 12 yaşında 13 kurşunla öldürülen Uğur Kaymaz için bile uydurulan bir yalan vardı. Ceylan Önkol, Enes Ata, Şahin Öner, 16 aylık bebek olan Mehmet Uytun, Taybet (İnan) Ana, Cemile Çağırga için bu durum hakeza öyle. Bunların tamamının öldürülmesinden sonra resmi açıklamalar yapıldı ve bu açıklamalarda hep öldürülenler suçlandı. Tabi bu resmi açıklamaları yalanlayan onca belge ve bilgiye rağmen bunlar yapıldı. Kemal Kurkut için de aynısı yapıldı. Ancak Kemal Kurkut’un açık infazını gösteren o fotoğraflar, resmi açıklamanın yalan olduğunu çıplak bir şekilde gözler önüne serdi. Bu durum failin devlet görevlisi olduğu tüm cinayetlerde yapılan resmi açıklamaları sorgulatmaya başladı. Resmi açıklamaları, yalan beyanları sorgulatan bir fotoğraf olduğu için Kemal Kurkut fotoğrafını örnek gösterdim ve onun hakikatini haykırmaya devam edeceğim dedim. Bu hakikati ortaya çıkardığım için ben hedef seçildim.
Bu vicdanı yüreğinde taşıdığım sürece bu hakikati aktarmaya devam edeceğim. Beni Mahkemeye getiren askerler bile savunmamı dinledikten sonra Kemal Kurkut’u merak ediyorlardı. Telefonlarına sarılıp hemen ‘Kemal Kurkut kimdir’ diye baktıklarında ‘ya bu mu canlı bomba?’ diyorlardı. Yani düşünün sizin ellerinizi kelepçeleyerek mahkeme salonuna kadar getiren asker bile bunu görebiliyor. İşte bu nedenle o hakikati temas ettiğim herkese aktarmayı sürdüreceğimi söyledim.
Kamuoyu sizi, çektiğiniz Kemal Kurkut fotoğraflarıyla tanıyor ve bundan dolayı yargılandığınızı biliyor. Ancak 20 yılı aşkın gazetecilik mesleğinizin son 12 yılını Kobanê, Şengal ve İran’daki çatışmalı bölgelerde savaş muhabiri yaparak geçirdiniz. Bu dönemde çektiğiniz fotoğraflar ile hazırladığınız belgesel nedeniyle de yargılanıyorsunuz. Daha önce bu nedenle ceza aldınız. Çatışmalı bölgelerde çektiniz görsellerin suç delili gösterilmesini, cezalandırmanıza gerekçe yapılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Dünyanın her yerinde gazeteciler bu riskleri göze alarak savaşın yaşandığı yerlerdeki hakikati yansıtmaya çalışıyorlar. Ama savaş alanında ölümden kurtulduğunuzda başınıza farklı farklı şeyler geliyor. Türkiye'de bizim başımıza tutuklamalar gözaltılar geliyor maalesef. İran gibi bir ülkeden gözaltına alınmadan, tutuklanmadan o haberleri sağ salim bir şekilde yazıp yayınlamışken, maalesef burada rahat davranamıyorum. Bu bana böyle çok tuhaf geliyor. Kobanê, Rakka, Şengal’de çatışmaları takip ettim, burada yaptığım haberler neredeyse 10 yıl sonra suçlama konusu yapıldı. Savaş alanında bir gazetecinin kadrajına silahlar veya çatışmalar yansır başka ne yansıyacak ki? Ama savcı ya da mahkeme bu savaş sırasında yaptığınız haberler veya haber fotoğraflarını suçlama konusu yapıyor. Paylaştığım bu fotoğraf ve haberlerden dolayı daha önce yargılandım ve zincirleme şekilde örgüt propagandası yapmak suçundan ceza verdiler. Bu kez de aynı döneme denk gelen ve aynı yerde çekilmiş olan başka fotoğraflar, görüntüler bu davada suçlama konusu yapıldı. Eğer bunu yapacaksanız o zaman niye zincirleme propagandadan bana ceza veriyorsunuz? O fotoğraflar eğer Ukrayna'dan çekilmiş olsaydı acaba ben burada yargılamış olacak mıydım? Hayır. Bizim hikayemiz biraz da bu maalesef.
Mesleki faaliyetleriniz nedeniyle yargısal baskıya, SLAAP davalarına maruz kaldınız. Bütün bu yaşadıklarınıza rağmen savunmalarınızda yaptığınız gazeteciliği savundunuz. Sizi bu ısrara iten etkenler nelerdir?
Biz aslında üstü örtmek istenen hakikatin çıplak bir şekilde kamuoyuna göstermeye çalıştığımız için hedef alınıyoruz. Tutuklama korkusu bizi oto sansüre sürüklememeli, var olan hakikatin üzerine biz de bir perde çekmemeliyiz. Benim gayem, derdim, amacım bu. Sistematik hale dönüştürülen bu yargı ve emniyet baskısı gazetecilerin daha temkinli davranmasına neden olabiliyor. Gözaltına alınıp yeni bir yargısal sürece tabi tutulmanızla sizin kendinize sınırlar çizmeniz amaçlanıyor. Bu baskılar sizin üzerinizde etki göstermediğinde bu kez çevreniz hedefleniyor. Mesela benim dostlarım, arkadaşlarım, bazı meslektaşlarım bile ‘artık bundan sonra biraz daha dikkatli olman gerekiyor’ diye uyarıyor. Daha dikkatli olmaktan kasıt eğer hakikate sırtını dönmek ise ya da oto sansür ise bu tam da emniyet ve yargı baskısının amaçladığı şeydir. Bu da gerçek anlamda gazetecilik ilkelerine aykırı bir durumdur. Gerçek anlamda demokratik bir ülkede yaşıyor olsaydık bugüne kadar yaptığım hangi haber yargılama konusu yapılabilirdi? Kobanê’de izlediğim haberler mi? Çektiğim haber fotoğrafları mı?
Daha önce yargılandığım davanın bütün duruşmalara katıldım, gazeteciliğimi ve yaptığım işi savundum. Siz bunu yapmaya başladığınız an emniyet de yargıda da sizi ‘uslanmaz’ biri olarak görmeye başlıyor ve ajandalarına öyle kaydediyor. O yüzden her toplu gözaltı operasyonunda hemen sizin de isminizi o gözaltına alınacakların listesine alıyorlar. Düşünün 2022’de yargılandığım davada örgüt üyesi olmak suçundan beraat ettim, örgüt propagandası yapmak suçundan bana verilen ceza ‘yeniden suç işlemeyeceğine dair olumlu kanaat’ oluşmadığı gerekçesiyle ertelenmedi. Çünkü beni ‘uslanmaz’ olarak addediyorlar. Birkaç ay sonra yeniden aynı mahkemede başka yeni bir dosyadan yargılanıyorum. Bu sefer tutuklu olarak. Yani bu sefer ne yapıyor işte sizi yargısal tacizle, gözaltına almakla, bu yargı sürecini devam ettirmekle işinizden uzaklaştıramayacağını anladığı an sizi gazetecilikten haber kaynağınızdan, kamuoyundan, mesleğinizden, ailenizden uzaklaştırıyorlar.
Yine cezaevi önünde “Gazetecilerin gazetecilerle dayanışmasından önemli ve güçlü başka bir şey yoktur” Dediniz. Mahkeme salonlarında, cezaevlerinde dayanışmanın tutuklanan bir gazeteci olarak sizin için nasıl bir anlamı ve önemi var?
Gazeteci, yalnız olmadığını hissettiğinde mesleğine daha güçlü sarılıyor. Yalnız olmadığını, yaptığı işlerin de boşa gitmediğini, yanlış bir şey yapmadığına dair inancı artıyor. Dayanışma, cezaevindeki o dar alanda o umutsuzluğa sevk edilmek istenen gazetecinin umudunu daha da attırıyor. Dışarıda birilerinin kendisi için mücadele ettiğini, hiçbir şey olmasa bile kendisi için bir tweet bile atıldığını duyduğunda mutlu oluyor. Bu dayanışma, normal sıradan bir insana bile gazeteciliğin ne kadar önemli bir meslek olduğunu hissettirmeye ve kamuoyunu da onunla dayanışma sevk ediyor. Bu anlamda da dayanışma çok önemli. Yani sadece burada mevzubahis olan bir gazeteciye yönelik bir dayanışma değildir. Bir bütün olarak bir hakikatle dayanışmadır. Ben de bu dayanışmayı kendim gördüm ve bundan güç alıyordum. Bundan sadece ben güç almıyorum. Aynı zamanda o yargılamayı yapan hakimlere siz bir mesaj veriyorsunuz. Bunun bu kişinin mesleğini ve yaptığı haberleri savunmuş oluyorsunuz. Kimliğine, aidiyetine, fikrine bakılmaksızın gazetecilik faaliyetleri nedeniyle tutuklanan baskıya uğrayan gazetecilerin yanında durmak ve bunu göstermek çok önemli.
Kürt basınında ya da alternatif, eleştirel medyada çalışan gazeteciler mesleki faaliyetlerinin Terörle Mücadele Yasası (TMK) ilişkilendirilerek dava açılmasının ne tür sonuçları oluyor?
Kürt ya da muhalif eleştirel medyada çalışanları, faaliyetleri terörizmle ilişkilendirilerek daha fazla yalnızlaştırmak istiyorlar. Buradaki amaç gazeteciyi herhangi bir örgütle ilişkilendirip onunla mesafeli olan gazetecinin mesafesini daha da arttırmak. Bu yaklaşımla o gazeteciye yaklaşıldığında tam da emniyetin yargının kurmak istediği oyunun figüranı oluyor ve o gazeteciyi daha fazla yalnızlaştırmış oluyorsunuz. Tutuklanınca şu örgütün üyesidir, bu örgütün propagandasını yapmıştır denilse bile işin özünde o iddianamelerin tamamına konulanlar haberciliğimizdir, gazeteciliğimizdir. Ürettikleri kadrolu itirafçılar ifadelerinde dahi gazeteciliğimizi ikrar ediyorlar. Ama o ikrar edilen gazetecilik üzerinden de seni yargılamayı sürdürüyor, cezalandırmaya çalışılıyorlar.
Cezaevinde olup haber yazamamak, sesini duyurmamak bir gazeteci için nasıl bir duygu. Cezaevinde olduğunuz dönemde dışarıda olsaydım şunu yapardım diye düşündüğünüz hayal ettiğiniz bir şey oldu mu?
Siz çoğu zaman yazdığınız mektubu bile sağlıklı bir şekilde dışarıya gönderemiyorsunuz. Yani düşünün siz tutuklanıyorsunuz ama ne için tutuklandığınızı bile anlatmanıza müsaade edilmiyor öyle bir yer. Bunu anlatmak için yazdığım mektuba el konuldu. Sizin mektup yazmanıza dahi izin verilmiyorken sizin bir haber yazıp dışarıya göndermenize hiç izin verilmiyor. Şunu söyleyebilirim, bir gazeteci için her yer gazetecilik faaliyeti alanıdır. Pratik olarak gazetecilikten uzak kalıyorsunuz ama teorik olarak gazetecilikten uzak kalmıyorsunuz. Çünkü insanlar siz gazeteci olduğunuz için hikayelerini anlatmak istiyorlar size ve o hikayeleri dinledikçe insanların bu ülkede nasıl büyük haksızlıklara uğradıklarını birinci kaynaktan öğrenmiş oluyorsunuz.
Cezaevindeyken fotoğraf makinemi gerçekten çok özledim. Hiç olmazsa fotoğraf çekemiyorum ama resim çizebilirim düşüncesiyle karakalem resim çizmeye yöneldim. Bu beni rahatlatıyordu. Fotoğraf makinesini ise fotoğraflarımızı çekmeye gelen görevlilerin elinde görüyordum. Gazeteci olduğumu bildikleri için ara sıra daha iyi bir fotoğraf çekmek için neler yapılabileceği üzerine birkaç kelam edebiliyorduk. Bu sayede bir iki defa fotoğraf makinesine dokunma şansım oldu.
Tutuklandıktan sonra haber kaynaklarıyla olan iletişiminiz devam etti mi? Nasıl bir dayanışma ve destek gördünüz?
Cezaevinde ciddi bir dayanışma vardı. Depremzede ailelerinden mektuplar aldım. Benimle tekrar görüşmek isteyen kimi depremzedelere ulaşamayınca internetten arayıp benim tutuklu olduğumu görünce bir şekilde aileme ulaşıp selamlarını ilettiler. Haber kaynaklarının size bu kadar sahip çıkması gazeteciliğinize bu kadar değer vermiş olması sizin mesleğinizi daha büyük şevkle yapmanızı sağlıyor.
Maraş depreminde bütün ailesini kaybeden 13 yaşında Mehmet vardı. Yakınları ondan hiçbir şekilde haber alamıyordu. Ben çocuğun ailesine ulaştım, haberini yaptım ve irtibat halindeydim. Ben cezaevindeyken çocuğun cenazesi numaralandırılmış isimsiz bir mezarda bulunmuş. Aile, bunu haber vermek için beni arıyor ama ulaşamıyor. Sonra benim tutuklu olduğumu öğreniyor. Aileme ulaşarak, bana ‘çocuğumuzu bulduk, annesinin yanına, babasının ve ablalarının yanına defnettik’ diye bir mesaj göndermişlerdi. Bu beni çok etkiledi. Yani içeride bile olsanız haber kaynaklarınızın sizi unutmamış olması ve hala dertlerini, sevinçlerini, tasalarını size ulaştırıyor olabilmeleri sizi de sormaları güç veriyor.
Cezaevinde kaldığınız süre boyunca iktidara yakın medyanın haber kanalları ve gazetelerine ulaşmanıza izin verildiğini söylemiştiniz. Türkiye’deki haberleri sadece iktidara yakın medyadan almak nasıl bir duygu?
Ben daha önce bu kadar çok televizyon izleyen birisi değildim. Ama cezaevinde bazen televizyon programları görünce bunun farkına vardım. Konu ne olursa olsun konuklar değişmiyor. Maalesef gazetecilik maskesi takmış birçok trolün gazeteci sıfatlarıyla veya uzman sıfatlarıyla televizyonların başköşesinde yer aldığını ve toplumu manipüle etmeye başladıklarına tanıklık ediyorsunuz. İkincisi Haber kanallarında haber adına hiç bir şeyi göremediğinizi fark ediyorsunuz. Şunu düşünmeye başlıyorsunuz, eğer herkes bu yayınları izliyorsa o zaman belli bir süre sonra bu yalan bombardımanına maruz kalan insanın manipüle olması çok kolay oluyor. İnsanların manipüle olmaması için gerçek bilgiye ulaşmaları lazım. Gerçek bilgiyi ulaştıranlar da ya tutukludur ya sürgündeler ya da baskılarla devre dışı bırakılmış, mesleğinden uzaklaştırılmış. Bu kanalları belli bir süre izleyenler trollükle gazetecilik arasındaki o kalın çizginin yavaş yavaş flulaşmaya başladığını görüyor. Bu nedenle de gazetecilik itibarı ayaklar altına alınmış oluyor. Bu gazetecilik için çok büyük bir tehlike. Ve belki de bilinçli bir şekilde gazeteci maskesi takmış trollerle bu mesleğin itibarsızlaştırılması amaçlanıyor.