SEMRA PELEK
Semra Pelek, 1998’den 2004’e kadar Milliyet gazetesinde Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) muhabirliği yaptı. Daha sonra sırasıyla Deutsche Welle radyosu (Bonn), Sabah gazetesi, Tempo dergisi ve bianet’te muhabirlik ve editörlük yaptı. Son olarak Milliyet gazetesinde politika editörü olarak çalıştı. Gazeteciliğinin yanı sıra çocuk kitapları çeviriyor. Almancadan Türkçeye çevirdiği kitaplar arasında Enno ya da Asfalttaki Karahindiba, Harika Bir Başlangıç, Görünmez Uli, Bezelye Çorbası Dedektiflik Takımı kitap serisi bulunuyor.
Sinemacı ve yapımcı Çiğdem Mater çekmediği bir film nedeniyle Gezi Davası’nda yargılandı. Yöneltilen suçlamalardan tüm dosyadaki telefon dinleme ve teknik araçla izlemeler hukuka aykırı olduğu gerekçesiyle davanın diğer sanıklarıyla birlikte önce beraat etti. Fakat daha sonra diğer sanıklarla birlikte Mater’e de 18 yıl ceza verildi. Mater, 600 günden fazladır cezaevinde.
Birkaç aydır ülkede bir “anayasa krizi” yaşanıyor. Milletvekili seçilmesine rağmen yargılaması durdurulmayan ve tahliye edilmeyen TİP Hatay Milletvekili Can Atalay’ın haklarının ihlal edildiğine dair Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) verdiği iki ayrı karara Yargıtay 3. Ceza Dairesi uymadı. İlkinde Yargıtay, AYM kararına sadece uymamakla kalmadı, hukuk tarihinde bir ilke imza atarak, AYM üyeleri hakkında suç duyurusunda bulundu. İkincisindeyse Daire, AYM kararı için “hukuki değeri yok” dedi ve “Anayasa Mahkemesi’ni anayasayı ihlal etmekle” suçladı.
İki kurum arasındaki giderek derinleşen krizin, aslında hükûmet ortakları arasındaki “güç savaşının” bir sonucu olduğu yazılıyor. Fakat yargı haberciliğinin ilk kuralı, belirsizlikten kaçmaktır; perde arkasında yaşananlara dair yorumların kesinliğine güvenemeyiz. Ama bir taraftan da hukukçuların, “bu kadarı da olmaz artık” şaşkınlığını, “hukuk bitti” yorumu takip ediyor.
Bu ifadenin ima ettiği ideolojik kurgunun adaletin temelini değil, kurumlar arası krize dahi neden olan bir asimetriyi sağlamlaştırdığını ve bu asimetri sonucunda örneğin Gezi Davası sanıklarının sözlerinin dava iddianamesinin ‘müşteki’ hanesinde sıralanan isimlerden daha az duyulduğunu artık biliyoruz.
İfade özgürlüğü artık çok daha az özgür
İşte böyle bir ortamda Gezi Davası’nda müebbet hapse mahkûm edilen Osman Kavala ile 18 yıl hapse mahkûm edilen Çiğdem Mater, Tayfun Kahraman ve Mine Özerden’in dosyaları da Anayasa Mahkemesi’nde bekliyor. Osman Kavala altı yıldan, Mine Özerden, Can Atalay, Tayfun Kahraman ve Çiğdem Mater ise 600 günden fazladır cezaevinde. Daha içeride ne kadar kalacakları meçhul ve böyle bir ortamda seslerini sadece cezaevinden duyurabiliyorlar, ifade özgürlüklerini kullanma hakları kısıtlı.
Peki, sadece Gezi Davası sanıkları mı ifade özgürlüğü haklarından mahrum kaldı?
Doğrusu, Gezi Davası bir heyula gibi artık toplumun karşısında duruyor. Dava sonunda verilen ağır cezalar, Türkiye’de son on yılda muhalefete, toplanma ve gösteri hakkına, ifade ve düşünce özgürlüğüne yönelik en derin ve en aleni baskının sembolü oldu. Önce ‘teknik araçla izleme kararlarının hukuka aykırı olduğu kabul edilerek’ beraat eden, fakat sonra üst mahkemede Osman Kavala, Mücella Yapıcı, Can Atalay, Tayfun Kahraman, Çiğdem Mater, Mine Özerden, Hakan Altınay, Yiğit Aksakoğlu, Yiğit Ali Ekmekçi ve Mine Özerden yönünden bozulan dava sonunda verilen ağır cezalar, toplumda hakkını aramak için sokağa çıkan ve söz söyleyen herkes üzerinde ‘cezalandırılma’ etkisi yarattı. Bu yıkıcı etki sebebiyle en temel ifade özgürlüğü hakkını kullanmak isteyenler, artık bir dava tehdidi olmaksızın konuşamayacaklarını bilerek susuyor. İfade özgürlüğü artık çok daha az özgür.
Bu açıdan, Gezi Davası ele alındığında çekilmemiş bir film de sembolleşiyor. Yukarıdan tüm topluma sallanan parmak çekmediğiniz bir film nedeniyle dahi mahkûm edilebilirsiniz, diye bağırıyor. Çünkü Çiğdem Mater, çekmediği bir film, katılmadığı bir toplantı, davaya ilgisi olmayan bir sosyal medya paylaşımı ve bir şişe Gaviskon nedeniyle cezaevinde.
Sunulan kanıtlar arkadaşlarla telefon konuşmaları
Özetle… Gezi Davası iddianamesinde ve dava süreci boyunca Çiğdem Mater’e dört suçlama yöneltildi:
1- Çekilmemiş bir film,
2- Garaj İstanbul’da yapılan bir toplantı,
3- Ofisini revire çevirdiği iddiası,
4- Hrant Dink cinayeti davasına dair sosyal medyadan yapılacak bir duyuruya ilişkin konuşma.
Bu dört “eylemle” Mater’in, “Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti’ni ortadan kaldırma teşebbüsüne yardım ettiği” öne sürüldü.
İddia büyük! Peki, kanıtlar? Savcı sadece, Çiğdem Mater’in arkadaşlarıyla telefon görüşmelerini - örneğin telefonda Can Atalay’a hashtag işaretini nasıl yapacağını anlatmasını, hatta aldığı bezgin ve tembel yanıtları, ‘aman şimdi oraya gelemem’leri, ‘evde iki yanımda kedilerimle oturuyorum’ları - savlarına “kanıt” olarak sundu. Telefon konuşmaları dışında bir de iki kare fotoğraf var dosyada.
‘Zehirli ağacın meyvesi de zehirlidir’
Davayı yürüten İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi, 18 Şubat 2020 tarihinde Gezi davasının 16 sanığından Osman Kavala, Mücella Yapıcı, Can Atalay, Yiğit Aksakoğlu, Tayfun Kahraman, Çiğdem Mater, Mine Özerden, Yiğit Ekmekçi, Ali Hakan Altınay hakkında beraat kararı verirken, sanıkların yargılanmalarına neden olan telefon dinleme ve teknik araçla izleme kararlarının hukuka aykırı alındığını belirtti.
Mahkeme gerekçeli kararında örneğin telefon dinlemelerine ilişkin şu hukuki değerlendirmeyi yaptı:
“Dosyamızda 53 adet dinleme kararının bulunuyor. İlk dinleme kararının ‘suç örgütü kurma ve yönetme’ suçuna ilişkin olarak verildiği, ‘Hükûmete karşı suç’ suçundan verilmediği, daha sonra dinlemenin uzatılması talep ve kararlarında ayrıca TCK'nin 312. maddesinin (hükümete karşı suç) eklendiği, ancak 312. maddenin o tarihlerde CMK'nin 135/8 maddesinde sayılan ve yasal dinlemeye konu suçlardan olmadığı, bu tarihten sonra verilmiş bir dinleme kararının da bulunmadığı, bu haliyle dinleme kayıtlarının kanuna ve hukuka aykırı delil niteliğinde bulundukları, konudaki yerleşik Yargıtay içtihatları ve ‘zehirli ağacın meyvesi de zehirlidir’ ilkesi de göz önüne alındığında iddianameye konu tapelerin yasak delil mahiyetinde bulundukları kabul edilmiştir.”
Yani diğer sanıklarla birlikte Çiğdem Mater’in suçlanmasına kanıt olarak gösterilen tüm telefon konuşmaları ve çekilen fotoğraflar hukuki değildi. Yasak delildi ve zehirli ağacın meyvesi gibi zehirliydi.
Buna rağmen üst mahkeme olan İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 3. Ceza Dairesi, Osman Kavala, Mücella Yapıcı, Can Atalay, Tayfun Kahraman, Çiğdem Mater, Mine Özerden, Hakan Altınay, Yiğit Aksakoğlu, Yiğit Ali Ekmekçi ve Mine Özerden hakkındaki beraat kararları bozdu. Bu dokuz sanık yönünden dava yeniden görülmeye başlandı ve Çiğdem Mater, kanuna aykırı toplanmış delillerle kendisine yöneltilen bu dört suçlamadan yeniden yargılanmaya başlandı.
İddia Bir: Çekilmemiş film
Savcıya göre, Osman Kavala ve Çiğdem Mater bir film çekerek Gezi eylemlerinin, “uluslararası platformlarda” ve “sanat camiasında” “ilgi görmesini” ve böylece “Türkiye Cumhuriyeti 61. Hükümeti'ne yönelik uluslararası tepkilerin yoğunlaşmasını” sağlayacaklardı.
İddianamede bu sava delil olarak şunlar sunuldu:
1 - Çiğdem Mater’in, Gezi eylemleriyle ilgili bir film çekme “fikrinden” söz ettiği üç telefon konuşması. (Unutulmasın, bu telefon konuşmalarının elde ediliş biçimi kanuna aykırı ve dahası Çiğdem Mater film yapımcısı ve sinemacı.)
2- Osman Kavala ve Çiğdem Mater’in, 7-14 Temmuz 2013 tarihlerinde Erivan'da düzenlenen 10. Uluslararası Altın Kayısı Film Festivali’ne gitmesi.
3- Çiğdem Mater’in, 16-24 Ağustos 2013 tarihleri arasında düzenlenen Saraybosna Film Festivali'ne katılması.
Çiğdem Mater cezaevinden verdiği söyleşide bu iddiayla ilgili şunları söyledi: “Yani en alt kademeden en üst mahkemeye kadar, bana 18 yıl, Osman Kavala’ya ağırlaştırılmış müebbet cezası veren yargı sistemi, bizim tam da ‘hükümeti devirmeye’ çalıştığımız sırada, bir haftalığına bir film festivaline gidip, günlerce film izlememizi, sinema konuşmamızı, hayatın olağan akışına uygun, makul ve mantıklı buldu.”
Bu mantıksızlığa rağmen Çiğdem Mater, iki yıl boyunca, çekilmemiş bir filmin çekilmediğini kanıtlamaya çalıştı. Sonra nasıl olduysa bu kez Yargıtay 3. Ceza Dairesi, davaya ilişkin 28 Aralık 2022 tarihinde verdiği onamada, “Gezi başarısız olduğu için belgesel hazırlama fikrinin de yarıda kaldığına” karar verdi.
Yani film yoktu, hiç olmamıştı, Yargıtay 3. Ceza Dairesi de bunu kabul etti ama Çiğdem Mater tahliye edilmedi.
İddia İki: Katılmadığı toplantı
İddianamede de Yargıtay kararında da Çiğdem Mater’in, Garaj İstanbul’da, 27 Haziran 2013 tarihinde yapılan bir toplantıya katıldığı ve “bu toplantıların amacının hareketi genişletmek ve derinleştirmek, bu şekilde Anadolu’ya yaymak olduğu” öne sürüldü.
Yargıtay kararı da dâhil, dava dosyasında Çiğdem Mater’in de bu toplantıya katıldığının, “fiziki takip tutanaklarıyla doğrulandığı” belirtildi.
Yalnız sorun şu: Çiğdem Mater toplantının yapıldığı tarihte İzmir’de.
Avukatları, dosyaya sundukları seyahat kayıtlarıyla da bunu ispat etti.
Buna rağmen Çiğdem Mater hakkındaki bu iddia düşürülmedi.
Çiğdem Mater’in bu konudaki açıklaması şöyle:
“Garaj İstanbul toplantısı bence -Yargıtay kararında küçük görünse de - en feci kısımlarından biri. Bir toplantıya katılmak elbette suç olamaz, bunu bir kenara koyalım. Ancak iddianame, hatta polis sorgusu aşamasından itibaren karşıma çıkan bu toplantıya teknik olarak katılmış olamam, zira o gün ve saatte İzmir’de, sinemaya dair kamusal bir toplantıda konuşmacı olarak sahnedeyim! Yargıtay ilamında, bu toplantıya katıldığımın fiziki takip tutanaklarıyla doğrulandığı yazıyor! Yani Yargıtay aynı anda İzmir ve İstanbul’da olabileceğime ikna olmuş.”
İddia üç: Ofisin revire çevirilmesi
İddianame ve Yargıtay kararında Çiğdem Mater’in, “Asmalı Mescit mahallesindeki ofisini ilk yardım müdahalesinde kullandığı”, “eylemci şahıslara beyaz renkli hijyenik maske dağıttığı”, “şahıslara yardıma ihtiyaçlarının olup olmadığını sorduğu”, o gün apartman sahanlığındaki kişilere uzattığı şişe içerisinde, “beyaz renkli sıvı Gaviscon maddesinin bulunduğu” savunuldu.
Sadece aynı yerden polis tarafından çekilmiş iki fotoğraf karesi ve Çiğdem Mater’in bir arkadaşıyla yaptığı konuşmasına dayanarak savcı, Mater’in “ofisini revire çevirdiğini” öne sürdü.
Bu iddiaya delil olarak gösterilen fotoğraf kareleri ve bir arkadaşla yapılmış telefon konuşması, Yargıtay içtihatları ve hukuktaki ‘zehirli ağacın meyvesi zehirlidir’ ilkesine göre yasak delil.
Öyle olmasa bile apartman sahanlığındaki insanlara ‘içinde beyaz renkli sıvı Gaviscon maddesinin bulunduğu şişe uzatmak’, ‘yardıma ihtiyaçları olup olmadığını sormak’ hangi kanunda suç, sorusunun yanıtı yok.
İddia dört: Hrant Dink cinayeti davası duyurusu
İddianamede Çiğdem Mater ile Osman Kavala’nın, 13 Ocak 2014’te yaptıkları bir telefon konuşması da “delil” olarak gösterildi. Fakat bu dinleme de hukuka aykırı.
Ayrıca konuşmanın Agos gazetesi Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in ölüm yıldönümü olan 19 Ocak öncesi yapıldığı sabit; konuşmanın içeriğinde de açıkça “19 Ocak” tarihi geçiyor.
Mater ve avukatları bu konuşmanın, Hrant Dink cinayeti davasına dair sosyal medya hesaplarında bir duyuru yapılmasına ilişkin olduğunu dosyaya ve Yargıtay tebliğnamesine karşı sundu. Çiğdem Mater, Hrant Dink anmalarında yer alan Hrant’ın Arkadaşları’nın bir parçası, anma hakkında telefonda konuşması doğal.
Ancak, sunulan bu kanıt da ne dava süresince mahkeme tarafından ne de Yargıtay’ca dikkate alındı.
Aynı savcının iddialarını çürüttüğü halde görmezden gelinen diğer kanıtlar gibi…
Özetle Osman Kavala müebbet hapis cezası aldı ve altı yıldan fazladır, Çiğdem Mater ile davanın diğer sanıkları 18 yıl ceza aldı ve iki yıla yakındır cezaevindeler. Mahkeme kararına göre haklarındaki tek delil, zehirli meyveler.