Köşe Yazıları

Köşe kapmaca oyunu: Türkiye’de Onur Yürüyüşleri

Köşe kapmaca oyunu: Türkiye’de Onur Yürüyüşleri

 ‘Bu Onur Ayı neden herkesin bulunduğu yerden gücü yettiği, dili döndüğünce basit gerçekleri haykırması için bir vesile olmasın?’

 YILDIZ TAR

Onur Yürüyüşleri’ni yasaklama geleneğinin başladığı 2015’ten beri senede bir gün sokağa çıkmak, varoluşunu kutlamak, haklarını talep etmek adeta köşe kapmaca oyununa dönüştü. İlk yasağın geldiği 2015 İstanbul LGBTİ+ Onur Yürüyüşü’nde aniden başlayan polis saldırısıyla gözünü kaybedenler bile olmuştu.

Sonraki yıllarda İstanbul başta olmak üzere ülkenin neredeyse her şehrinde yasakları polis şiddeti takip etti. LGBTİ+ hak savunucuları da yürüyüşü yapabilmek, polis şiddetine uğramadan sokağa çıkabilmek için yaratıcı yöntemler icat etmek zorunda kaldı. “Dağılıyoruz” deyip şehrin dört bir tarafında eş zamanlı basın açıklamaları okumaktan tutun, buluşma noktalarını açıktan paylaşmayarak yürümeye çalışmaya kadar...

Bu yöntemleri biraz da Gezi direnişinin bakiyesi olarak değerlendirip, çoğu zaman ne kadar da yaratıcı olduğunu övdük. Şüphesiz bunca baskıya rağmen sokağa çıkmanın, hakkını talep etmenin alternatif yollarını bulan tüm onur yürüyüşçüleri övgülerin en büyüğünü hak ediyor.

Ancak artık alışkanlığa dönüştürülen bu yeni yollar bulma zorunluğunun kendisini tartışmanın vakti geldi de geçiyor. Bunun için de en başa dönmek gerekiyor:

Bir yürüyüş ve basın açıklaması yapmak isteyen insanlar neden kılı kırk yarmak zorunda kalıyor? Neden, dünyanın en olağan aktivitesi olabilecek Onur Yürüyüşü, kırk takla atmayı gerektiren bir atletizm yarışmasına dönüşüyor? Ve daha da önemlisi: Bu yasaklar, neyin üstünü örtüyor?

Geçtiğimiz haftalarda Söz Hakkı programında Cumartesi Anneleri/İnsanları’ndan Besna Tosun konuğumuz olmuştu. Her cumartesi, Galatasaray Meydanı’nda basın açıklaması yapmak isterken polis şiddetiyle karşılaşmalarını konuşurken, “Biz artık bu meydan kavgası bitsin istiyoruz” diye seslenmişti. Her hafta gözaltına alınıp, kendi gözaltılarını konuşmaktan esas gündemlerini konuşamaz hale geldiklerini, cezasızlığın, kayıpların üstünün bir de böyle örtüldüğünü anlatmıştı.

Aynı durum artık Onur Yürüyüşleri için geçerli. Onur Yürüyüşleri demek ya polis şiddeti ya da cin fikirleri ve eylemleri ile polisi atlatıp yürüyüş yapabilen insanların fotoğraf ve videolarına dönüştü. Öyle ki, her biri Türkiye siyasetinin pek de alışık olmadığı bir derinlikle kaleme alınmış basın açıklamalarında neler dendiği, LGBTİ+’ların taleplerinin ne olduğunu biz gazeteciler bile önemseyemez hale geldik. Çünkü alandaki ya da masa başındaki gazetecilerin yürüyüş mesaisi polis şiddetini kaydetmek, gözaltı sayılarını öğrenmek, gözaltında kötü muamele ve işkence olup olmadığını öğrenmeye çalışmak, geçen yıl olduğu gibi eğer gözaltına alınanlar arasında göçmenler varsa, geri gönderme merkezlerindeki akıbetlerini takip etmekten ibaret hale geldi.

Ancak bu, hep böyle değildi. 2015 öncesi onur yürüyüşlerine katılabilmiş, yaşı yeten, o yürüyüşleri gören herkes; o coşkuyu hatırlıyoruz hâlâ. Ve onur haftalarının temalarını, o tema etrafında kopan kavgaları da…

Tıpkı Cumartesi Anneleri’nde olduğu gibi, yasaklar elimizden o coşkuyu ve kendi taleplerimizi, gündemlerimizi, siyasetimizi aldı. Almaya da devam ediyor. LGBTİ+ mücadelesi 2911 sayılı kanun ve siyasetçilerin nefret söylemleri arasında sıkıştırıldı. Ve belli ki iktidar da, onun yereldeki bürokratları da bu tıkanıklığı sürdürme niyetinde.

Bu tıkanıklığı aşmayı ise onur yürüyüşçülerinden beklememek gerekiyor. Çünkü her geçen yıl daha da yalnız bırakılan onur yürüyüşçüleri, ellerinden geleni yapıyor. Bu sene Ankara Onur Yürüyüşü’nde olduğu gibi açık adres paylaşmadan bir araya geliyor. Eskişehir Onur Yürüyüşü’nde olduğu gibi buluşmaya çalışırken polis şiddetiyle karşılaşıyor. İstanbul Trans Onur Yürüyüşü’nde olduğu gibi küçük gruplar halinde farklı noktalarda açıklama yapıyor, bayrak asıyor.

Peki geriye kalanlar, siyasal ve toplumsal muhalefet ne yapıyor?

Destek açıklaması yapan, alanda onur yürüyüşçülerinin yanında yer alan milletvekillerini paranteze alırsak, bu sorunun cevabı şu: Polis şiddetini kanıksamak dışında pek bir şey yapmıyorlar.

Oysaki, o yolun açılabilmesi, özgürce yürüyerek kendi taleplerini haykırabilmenin yolu; yol arkadaşlığından, yalnız kalmamaktan geçiyor. Ülkede bunca yıldır engellenen bir yürüyüş varken siyasetin gündeminin en azından “Bu yürüyüş neden engelleniyor?” diye sormak olmasını beklemek çok mu büyük bir şey?

Bence değil. Aksine, böyle olmadıkça ne normalleşiriz, ne de kangren olmuş sorunlar çözülür.

Geçtiğimiz yıl 154 gazeteci ortak bir açıklama yaparak, “Daha fazla LGBTİ+’lara şiddet ve yasak haberi yazmak istemiyoruz” demiştik. Aradan bir yıl geçti. Sene boyunca şiddet; Onur ayında ise yasak haberi yazmaya devam ediyoruz. Hakikat, şiddet ve yasaktan ibaret olunca başkasını yazabilmek de pek mümkün olmuyor. Arada birkaç cılız ve utangaç çıkış dışında siyaset ve LGBTİ+’lar denildiğinde de yazabildiklerimiz iktidar ve ortaklarının nefret söylemi oluyor.

Ve çıkmazımız odadaki fil gibi tam ortada durmaya devam ediyor: İfade, örgütlenme, toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkını savunmak, böyle bir hakkın olduğunu söylemekten; ifade edilmek istenenin ne olduğuna, LGBTİ+’ların neden onur yürüyüşü yapmak istediğine sıra bir türlü gelemiyor. İşin hüzünlü tarafı, 2015 öncesinde her yerde bangır bangır taleplerini haykıran, tartıştıran bir konumda olduğumuzu bilmek.

LGBTİ+ hareketi, gördüğüm ve gözlemlediğim kadarıyla sözünü de siyasetini de kurmaya çalışıyor. Dışında, çevresinde, çeperinde olanların ise elinde artık Gordion düğümüne dönüşen bu çıkmazı, köşe kapmaca oyununu bozmak için tarihsel bir fırsat duruyor. Bu Onur Ayı neden herkesin bulunduğu yerden gücü yettiği, dili döndüğünce basit gerçekleri haykırması için bir vesile olmasın?

 

Image

Medya ve Hukuk Çalışmaları Derneği (MLSA) haber alma hakkı, ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğü alanlarında faaliyet yürüten bir sivil toplum kuruluşudur. Derneğimiz başta gazeteciler olmak üzere mesleki faaliyetleri sebebiyle yargılanan kişilere hukuki destek vermektedir.