SEMRA PELEK
Mine Özerden açısından Gezi Davası bir ihbarla başladı. Ancak, ihbarcı bulunamadı. İddiaları vergi başmüfettişlerince araştırıldı ve hazırlanan raporda, “bu iddialarla ilgili bir tespit yapılamadığı” belirtildi. Gezi Davası’na bakan mahkeme, suçlamalara delil gösterilen telefon dinlemelerinin yasal olmadığına karar verdi. Ancak, Özerden de 18 yıla mahkûm edildi, iki yıla yakın süredir cezaevinde….
“Bunu defalarca söyledim, tekrar söyleyeceğim: Neden burada olduğumu hâlâ anlayamıyorum, bunu bana mantıklı anlatabilecek bir Allah’ın kulu da çıkmadı hâlâ.”
Mine Özerden, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen Gezi Davası’nın, 8 Ekim 2021 tarihli celsesinde yaptığı savunmasına bu cümleyle başladı. Davanın, 17 Ocak 2022 tarihli celsesindeki savunmasında da Özerden aynı soruyu sordu. Aslında Özerden, Gezi Davası’nda, ilk kez hâkim karşısına çıktıkları 25 Haziran 2019 tarihli ilk celseden itibaren, her duruşmada aynı soruyu sordu. Fakat aradan geçen yıllarda, tüm dava süreci boyunca bir yanıt alamadı.
Sonunda Mine Özerden’in avukatı bu konuda mahkeme kanalıyla savcılıktan açıklama talep etti. Ancak, mahkeme talebi reddetti: “Sanık Mine Özerden müdafinin, müvekkili yönünden hangi fiillerin, hangi suçun isnat edildiğine ilişkin Cumhuriyet Savcısı tarafından açıklama yapılması talebinin reddine...”
Kısacık ret cümlesinde mahkeme gerekçesini açıklamadı. Oysa Ceza Muhakemesi Kanunu’na göre her sanığın savunmasını etkin şekilde yapabilmesi için “meramını anlatabilme hakkı” var. Bu hakkın kesinlikle vazgeçilemez olan üç temel unsurundan ilki ise sanığın “bilgilendirilme hakkı.” Yani savcılar ve mahkemeler, adil bir yargılama yapabilmek için sanığa hangi suçlamaların yöneltildiğini açıklamak zorunda. Yasalar çok açık ama bu hak Mine Özerden’e tüm yargılama boyunca verilmedi, yargı mantıklı tek bir açıklama yapmadı.
“Birisi Mine Özerden’e iftira atmış olmalıydı, çünkü bir sabah tutukladılar onu”
Elbette şu soru sorulabilir burada: Savcının, üstelik “Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ni ortadan kaldırmaya teşebbüs” ve “bu teşebbüse yardım” gibi ciddi suçlamalarla hazırladığı, sonunda öne sürülen savlarla Osman Kavala’nın müebbet; Mine Özerden, Çiğdem Mater, Tayfun Kahraman ve Can Atalay’ın 18 yıl gibi çok ağır cezalara mahkûm edilmesine neden olan 657 sayfalık Gezi Davası iddianamesinde, yıllarca süren yargılamanın binlerce sayfayı bulan klasörlerinde veya üst mahkeme olan Yargıtay’ın kararlarında bu sorunun yanıtı yok mu?
Hayır, yok!
Günlerinizi Gezi Davası dosyasını inceleyerek geçirdiğinizde elinizde sadece tek bir soruyla kalıyorsunuz: Mine Özerden neden cezaevinde?
Ve bu sorunun yanıtını bulamıyorsunuz.
Dosyayı satır satır inceledikten sonra insanın aklına sadece Kafka’nın Dava isimli romanı geliyor. O kadar ki kitabın ilk cümlesinde romanın kahramanı Josef K. yerine Mine Özerden’in ismini bile yazabilirsiniz: “Birisi Mine Özerden’e iftira atmış olmalıydı, çünkü fena bir şey yapmamış olmasına rağmen bir sabah tutukladılar onu.”
İşte, bugün sadece sanıkların değil, tüm toplumun ifade ve toplanma özgürlüğü karşısında bir heyula gibi duran dava, Mine Özerden açısından tam olarak böyle başladı.
Özerden hakkında tek iddianın kaynağı soyut bir “ihbar”
En başa dönelim: İstanbul Muhabere Elektronik Şube Müdürlüğü’ne, 26 Eylül 2013 tarihinde, elektronik postayla bir “ihbar” yapıldı. İddianameye göre, “11167 numaralı ihbarda” adını vermeyen kişi, “Gezi eylemleriyle ilgili önemli bir bilgi paylaşmak istediğini” söyledi ve “Taksim’de eylemler başlamadan önce Mine Özerden’in, Açık Toplum Vakfı’ndan Osman Kavala’nın yönlendirmesiyle birkaç kişi üzerine banka hesabı açtırdığını“ öne sürdü. İhbarcının iddiasına göre bu hesaplarda toplanan parayla “gaz maskesi, sargı bezi, deniz gözlüğü alınacak” ve “eylemcilere dağıtılacaktı.”
Binlerce sayfalık Gezi Davası dosyasında Mine Özerden’le ilgili tek iddia bu.
Bu iddianın peşine düşmek, bundan sonrasında sadece gerçeği aramak gerekiyor. Çünkü Kafka’nın romanın tersine Özerden’ın yaşadıkları bir alegori değil, gerçek; Özerden, iki yıla yakın süredir bu soyut iddia nedeniyle Bakırköy Kadın Cezaevi’nde tutuluyor.
Gerçek bir: İhbarcı bulunamadı, iddiası kanıtlanamadı
Tekrar iddianameye dönelim. Savcı, ihbarcının iddiasını tırnak içerisinde ve kalın siyah harflerle yazdıktan hemen sonraki cümlede, “ihbarcıyı bulamadıklarını” itiraf etti: “İhbarcı şahsın konuya ilişkin ayrıntılı ifadesinin alınabilmesi için Cumhuriyet Başsavcılığımızın talimatı ile IP adresi araştırılmış, ancak herhangi bir tespit yapılamamıştır.”
Yani, ihbarcı bulunamamıştı. Peki, ihbarcının iddia ettiği banka hesapları açılmış mıydı?
Hayır!
Bunu da yine iddianameden, ihbarcının bulunamadığı itirafı sonrasında gelen cümleden öğreniyoruz. İddianamede, İstanbul Vakıflar 1. Bölge Müdürlüğü’nün Açık Toplum Vakfı’nın hesaplarını araştırdığı, sonunda bu incelmeye ilişkin bir rapor hazırlandığı, ancak raporda “bu iddialarla ilgili bir tespit yapılamadığının belirtildiği” apaçık yazılı.
Yani, bulunamayan bir ihbarcının, iddiası da kanıtlanamadı.
Mine Özerden’in avukatı, Anadolu Kültür’de yapılan denetim sonucunda ihbarcının iddiasının doğru olmadığını kanıtlayan Vergi Başmüfettişliği’nin raporunu, 22 Nisan 2022 tarihinde tekrar dosyaya sundu.
Oysa en başından beri bu rapor dosyada vardı. Fakat mahkeme, bunu yine dikkate almadı.
Gerçek iki: Banka hesabı açılmadı; gaz maskesi, sargı bezi, deniz gözlüğü hiç alınmadı
Normalde (yani her hukuk devletinde) bulunamayan bir ihbarcının, tespit edilemeyen bir iddiası söz konusu olduğunda dosya takipsizlik kararıyla kapatılır.
Ayrıca Yargıtay'ın yerleşik içtihadına göre soyut bir ihbarın tek başına değerlendirilmesi de hukuka aykırı. Yani, bu içtihat da dosyanın bu aşamada kapatılmasını gerektiriyordu. Çünkü hukuk açık: Olmayan bir suçla, kanıtlanamayan soyut bir iddiayla kimseyi yargılayamazsınız.
Ama dosyayı burada kapatmak yerine savcı, Gezi soruşturmasıyla hiç ilgisi olmayan başka bir soruşturma dosyasını açtı. Bu soruşturma kapsamında Mine Özerden tamamen tesadüfen dinlenmişti. Özerden’in bu soruşturmada tesadüfen dinlendiği, çok sonra, Gezi Davası iddianamesi hazırlandığında ortaya çıktı. Avukatı resmi kanallardan sorgulatınca Özerden’in tesadüfen dinlendiği bu soruşturmanın hiçbir zaman şüphelisi olmadığı ortaya çıktı. Üstelik şüphelisi olmadığı bu soruşturmada hakkında alınmış bir dinleme kararı da yoktu. Çünkü avukatı, dinleme kararlarını mahkemeden talep etti, ancak bu kararlar ne polis ne iddia makamınca dosyaya sunuldu.
İşte Gezi soruşturmasıyla ilgisi olmadığı halde Gezi Davası iddianamesine alınan bu tesadüfi dinlemelerden birinde, 30 Mayıs 2013’te, Osman Kavala ile Mine Özerden konuşmuştu. Bu konuşmada Mine Özerden, Osman Kavala’ya “kendisine bazı teklifler geldiğini” söylüyor. Birileri “gaz maskesi alalım, gençlere dağıtalım” demiş. Konuşmanın devamı bunun nasıl yapılacağı, “acaba bir banka hesabının mı açılması gerektiği” şeklinde. Sohbet, “gönüllülerden biri açabilir her halde” diyerek devam eden bir fikir alışverişinden öteye gitmiyor.
Bulunamayan ihbarcının da iddiası işte bu konuşmaya dayanıyordu. Yani Özerden, şüphelisi olmadığı bir soruşturmada tesadüfen dinlenmiş, bu dinleme de bir ihbara dönüşmüştü. Özerden’in avukatı, Gezi Davası soruşturmasıyla ilgisi olmayan ve yasal bir karar alınmadan yapılan bu tesadüfi dinlemenin tam çözümünün dosyaya sunulmasını istedi. Fakat, dinleme kararı gibi dinleme kayıtlarının tam çözümleri de savcılık tarafından bulunamadı ve hiçbir zaman dosyaya sunulamadı.
Diğer taraftan söz konusu konuşmanın içeriğinin gerçekleştiği soruşturma aşamasında ve yargılama sürecinde kanıtlanmadı.
Açılmış bir banka hesabı bulunmadı. Olmayan bir şey zaten bulunamazdı.
Dosyada gaz maskesi, sargı bezi, deniz gözlüğü alındığına dair tek bir bulgu elde edilemedi. Dosyada buna dair tek bir fatura yok. Herhangi bir yerde gaz maskesi, sargı bezi veya deniz gözlüğü bulunduğuna dair bir tespit de yok.
Peki, diyelim örneğin bir banka hesabı açılsaydı, bir deniz gözlüğü faturası veya herhangi bir yerde bir sargı bezi bulunsaydı ne olurdu?
Hiçbir şey!
Çünkü banka hesabı açmak, gaz maskesi, sargı bezi veya deniz gözlüğü almak hiçbir yasada suç değil. Bu nedenle Özerden’in avukatı duruşmaya deniz gözlüğü, gaz maskesi ve sargı bezi götürerek, heyete “Bunlar mı suç?” diye sordu.
Gerçek üç: Suç veya suça teşvik sayılacak basın açıklaması ve toplantı tespit edilmedi
Hakkında hiçbir somut delil olmamasına rağmen iddianamede Mine Özerden’e, “Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti’ni ortadan kaldırma teşebbüsüne yardım etmek” suçlaması yöneltildi.
Savcı, bu kadar ağır bir ithamı güçlendirmek için bu kez Özerden’in gönüllü olarak Taksim Platformu’nun koordinasyonunu yapmasını ve yıllar önce çalıştığı Anadolu Kültür’de yönetim kurulu üyeliğinin devam etmesini gösterdi.
Taksim Platformu, barışçıl bir diyalog platformu olarak kuruldu, haftalık fikir alışverişi toplantıları yaptı ve sanat etkinlikleri düzenledi. Faaliyetleri toplanma ve ifade özgürlüğü kapsamında olan Taksim Platformu, iddianamede kriminalize edilse de, platformla ilişkili bir suç bulunamadı.
Platform tarafından yapılan tek bir basın açıklamasına iddianamede yer verilmedi. Platformun hangi tarihte, hangi basın açıklamasının veya toplantısının, hangi yasaya göre suç teşkil ettiğine dair bir tane bile delil sunulmadı. Taksim Platformu’nun suç teşkil edebilecek, şiddet veya şiddete çağrı niteliğinde olabilecek bir tane paylaşımı da iddianameye veya dosyaya girmedi. Taksim Platformu’nun neden kurulduğuna dair bir metin ve düzenli basın açıklamaları, halen taksimplatformu.com sitesinde duruyor. Yani, suçla ilişkili en ufak bir bulgu olsaydı, iddianameye de girmiş olurdu.
Anadolu Kültür yönetim kurulu olması üzerinden Özerden’e yöneltilen savları da zaten bizzat Vergi Başmüfettişliği raporu açıkça yalanlamıştı.
Gerçek dört: Özerden, Gezi eylemleri sırasında İstanbul’da değildi
Bundan sonrası daha da tuhaflaşıyor. Çünkü iddianamede Özerden, Gezi eylemleri sırasında İstanbul’da Taksim Platformu’nun toplantılarını organize etmek, platformun toplantılarına katılmak ve Gezi Parkı’nda üstelik şiddet içeren eylemlerde bulunmakla suçlanıyor.
Yalnız burada da sorun şu: Mine Özerden, Gezi eylemlerinin sürdüğü dönemde İstanbul’da değildi.
Gezi eylemleri 31 Mayıs 2013 günü başladı. Özerden ise 2013 yılının 1 Haziran’ından 31 Temmuz tarihine kadar Fethiye’de bir dil okulunda çalışıyordu.
Dahası Özerden’in o dönemde İstanbul’da olduğunu kanıtlayan, emniyet tarafından kaydedilmiş tek bir video, fotoğraf veya teknik takip de dosyaya girmedi.
Ama Özerden’in o dönemde Fethiye’de olduğuna dair resmi SGK kayıtları dosyaya sunuldu. Fakat ne soruşturma sürecinde savcı ne yargılama aşamasında İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi ne de 18 yıl ağır hapis cezasını onayan Yargıtay 3'üncü Ceza Dairesi bunu dikkate aldı.
Tersi olsaydı, diyelim ki Mine Özerden o dönemde İstanbul’da bulunsaydı bu yine hiçbir şeyi kanıtlamazdı. Çünkü, Gezi eylemleri sırasında İstanbul’da olmak, toplantı düzenlemek veya bir toplantıya katılmak suç değil. Aksine toplanma ve ifade özgürlüğü Anayasa’da korunuyor.
Gerçek beş: Telefon dinlemeleri hukuka aykırı
Peki, tek bir suç delilinin olmadığı tüm dosyada Mine Özerden’le ilgili sayfalarca ne yazıldı?
Cevap: İddianamede sayfalarca sadece Özerden’in arkadaşlarıyla telefon konuşmalarına yer verildi!
Bu konuşmalar özel hayatla ilgili, örneğin hayatın ne kadar yorucu olduğunu konuşuyorlar; hiçbir şey düşünmeden herkesten uzaklaşmanın ne kadar güzel olabileceği de bir sohbet konusu. Sohbetlerden birinde Mine Özerden bir arkadaşına dünyaca ünlü filozoflar Slavoj Žižek ve Alain Badiou’nun konuşmacı olduğu, İstanbul’daki bir konferansa gitmesini tavsiye ediyor örneğin. Konferans Bakırköy Belediyesi ve MonoKL yayınları tarafından düzenlenmiş, başlığı ‘Küreselleşme ve Yeni Sol.’ Bu tavsiye, iddianameye sanki bu bir suçmuş gibi dahil edilmiş.
Veya “iki, üç gün de daha çok iyiymiş hava, bugünkü gibiymiş” diyen arkadaşına Mine Özerden’nin “güzel tadını çıkar, ne güzel” yanıtı vermesi, tüm bu havadan sudan konuşmalar da iddianamede.
Telefon tapelerinin hiçbirinin içeriğinde Gezi’ye dair tek bir satır yok, sadece dosyayı kalabalık gösteriyorlar. Ama daha önemlisi bu dinlemeler hukuka aykırı!
Dinlemelerin hukuka aykırı olduğu tespitini, bizzat davayı yürüten İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi yaptı. Mahkeme Gezi davasının 16 sanığından Osman Kavala, Mücella Yapıcı, Can Atalay, Yiğit Aksakoğlu, Tayfun Kahraman, Çiğdem Mater, Mine Özerden, Yiğit Ekmekçi, Ali Hakan Altınay hakkında beraat verdiği, 18 Şubat 2020 tarihli kararında, şu hukuki değerlendirmeyi yaptı:
“Dosyamızda 53 adet dinleme kararının bulunuyor. İlk dinleme kararının ‘suç örgütü kurma ve yönetme’ suçuna ilişkin olarak verildiği, ‘Hükûmete karşı suç’ suçundan verilmediği, daha sonra dinlemenin uzatılması talep ve kararlarında ayrıca TCK'nin 312. maddesinin (hükümete karşı suç) eklendiği, ancak 312. maddenin o tarihlerde CMK'nin 135/8 maddesinde sayılan ve yasal dinlemeye konu suçlardan olmadığı, bu tarihten sonra verilmiş bir dinleme kararının da bulunmadığı, bu haliyle dinleme kayıtlarının kanuna ve hukuka aykırı delil niteliğinde bulundukları, konudaki yerleşik Yargıtay içtihatları ve ‘zehirli ağacın meyvesi de zehirlidir’ ilkesi de göz önüne alındığında iddianameye konu tapelerin yasak delil mahiyetinde bulundukları kabul edilmiştir.”
Yani diğer sanıklarla birlikte Mine Özerden’in suçlanmasına kanıt olarak gösterilen tüm telefon konuşmaları zehirli ağacın zehirli meyvesiydi.
Özetle asıl suç, telefonların dinlenmesiydi.
Ama yetmiyormuş gibi telefon dinlemelerinin iddianameye girmesi için ‘yeniden kıymetlendirme’ diye bir tanım icat edildi. İddianamede, “soruşturmaya konu tüm delillerin ve özellikle de tapelerin tamamının yeniden kıymetlendirilmesinin yaptırıldığı” ifadesi yer aldı. Oysa Ceza Muhakemesi Kanunu’nda ‘yeniden kıymetlendirme’ diye bir usul yok.
Mine Özerden haklı olarak soruyor: “Alenen ’kıymet’ kelimesine hakaret değil mi bu?”
Zehirli ağacın zehirli meyvesiyle mahkûm edildiler
Sonuçta beraat kararları bozuldu. Bu karardan sonra dosyaya iddiaları kanıtlayabilecek tek bir ek delil sunulmamış olmasına rağmen İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin, 25 Nisan 2022'de verdiği mahkûmiyet kararları Osman Kavala, Can Atalay, Çiğdem Mater, Mine Özerden, Tayfun Kahraman yönünden Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nce onandı.
"Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya teşebbüs" iddiasıyla hakkında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilen Osman Kavala altı yıldan fazladır cezaevinde. “Bu teşebbüse yardım etmek” iddiasıyla haklarında 18'er yıl ağır hapis cezası verilen Can Atalay, Çiğdem Mater, Mine Özerden, Tayfun Kahraman ise 700 gündür özgürlüklerinden mahrum.
Cezaevinden sorularımızı yanıtlayan Mine Özerden tüm bu dava süreciyle ilgili şu yorumu yaptı:
“Nüfusuna kayıtlı olduğum ülkenin kurumları ve karar alıcıları haklarımızı korumak şöyle dursun, temel taklarımızı, Anayasal haklarımızı, hukuki haklarımızı her geçen gün daha fazla çiğniyorlar. İki yıla yakın bir süredir nedensiz, kanıtsız, yalanlarla fiziksel özgürlüğümüzden mahrum bırakılıyoruz…
Akıl ve mantıktan yoksun bir kayıkçı kavgasının istem dışı öznesi halindeyim. Farklı farklı aidiyetleri olan kesimler tarafından sürekli araçsallaştırıyoruz. Dileğim her kesimden insanın bu haksızlıklara dur diyeceği, temel insanlık haklarını talep eden kolektif iradenin oluşabilmesi.”
Mine Özerden hâlâ neden yargılandığına, neden cezalandırıldığına ve neden yıllardır Bakırköy Kadın Cezaevi’nde tutulduğuna dair mantıklı bir açıklama bekliyor.
Yargı bir açıklama yapmak yerine ona sadece zehirli bir ağacın, zehirli bir meyvesini uzatıyor.