HAYRİ DEMİR
İsrail-Hamas savaşında şu ana kadar en az 27 gazeteci yaşamını yitirdi. Bölgedeki gazetecilere dönük şiddet artarak devam ederken, MLSA’ya konuşan IPI Direktör Yardımcısı Scott Griffen, gazetecilere yönelik kasıtlı saldırıların savaş suç olduğunu belirterek, taraflara gazetecilerin sivil statüsüne saygı duyma ve güvenliklerini koruma çağrısı yaptı.
Hamas’ın “Aksa Tugayı” adını verdiği, İsrailli sivillere yönelik saldırılarıyla başlayan, ancak daha sonra İsrail’in saldırılarıyla büyüyen savaş, tüm dünya tarafından televizyon ekranları ve sosyal medyadan dakika dakika izleniyor.
Henüz bir ayını bile geride bırakmayan savaşta, bugüne kadar binlerce kişi yaşamını yitirdi. Gazze Sağlık Bakanlığı, 27 Ekim itibariyle can kaybını 7 bin 326'ya olarak açıkladı. 16 bin 297 kişi de yaralandı. Hamas’ın saldırılarında ise 308'i asker, bin 400 İsrailli öldü.
Ölümleri, dümdüz edilen şehirleri, ortasında kaldıkları çatışmaları, tüm dünyaya duyuran gazeteciler bir savaşta daha hedefte.
Gazze, Suriye Ukrayna her savaşta gazeteciler hedefte
Uluslararası Basın Enstitüsü’ne (IPI) göre; 23 Ekim itibariyle 8’i görevi başında olmak üzere en az 21 gazeteci yaşamını yitirdi, 20’den fazla gazeteci de yaralandı. Kayıp veya gözaltına alınan gazeteci sayısı ise 8.
Gazetecileri Koruma Komitesi’nin (CPJ) 7 Ekim’den bu yana gazetecilere dönük şiddete ilişkin günlük olarak güncellediği rapora göre ise en az 27 gazeteci yaşamını yitirdi. Yaşamını yitiren gazetecilerden 22 Filistinli, 4 İsrailli ve 1 Lübnanlı.
İsrail-Hamas savaşı gibi Rusya’nın geçen yıl şubat ayında Ukrayna’ya başlattığı işgalinde de onlarca gazeteci yaşamını yitirmişti. Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’ne göre, Mayıs 2023 itibariyle Ukrayna’daki çatışmalarda en az 11 medya görevlisi hayatını kaybetti.
MLSA, gazetecilerin karşı karşıya olduğu riskleri ve hak ihlallerini Uluslararası Basın Enstitüsü Direktörü ve deneyimli savaş muhabiri Cem Tekel ile konuştu.
Griffen: Devletlerin verdiği sözlere rağmen yeterli ilerleme yok
Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI) Direktör Yardımcısı Scott Griffen, özellikle gazetecilere karşı işlenen suçlardaki cezasızlık politikaları nedeniyle gazetecilere yönelik şiddetin artığına dikkat çekti:
“Cezasızlık gazetecilere yönelik şiddetin başlıca nedenidir. Bu küresel bir olgudur. Devletlerin gazetecilere yönelik saldırıların hesap verebilirliğini sağlamadaki başarısızlığı, daha fazla saldırı ve cinayeti teşvik ediyor; failler, gazetecilere zarar vermenin hiçbir sonucu olmadığını görüyor ve bu nedenle bunu yapma olasılıkları daha yüksek. Ne yazık ki cezasızlık ne yeni ne de bölgesel bir olgu. Onlarca yıldır dünya çapında basına yönelik şiddet döngüsünün öncüsü bu. Devletlerin verdiği sözlere rağmen, cezasızlığın durdurulması ve gazetecilerin güvenliğinin korunması konusunda yeterli ilerleme kaydedilmediğini görüyoruz.”
“Cezasızlık gazetecileri susturmada devlet ve bireylere kılıf sağlıyor”
Griffen, “Bizim için büyüyen bir endişe, bu saldırıların ve bunları takip eden cezasızlığın, devletler de dâhil olmak üzere giderek daha açık bir şekilde gerçekleştirilmesidir” dedi ve ekledi: “Yakın geçmişte gazetecilere yönelik en küstah saldırılardan ikisi, Cemal Kaşıkçı'nın menfur cinayeti ve Shireen Abu Akleh'in öldürülmesi, kimin sorumlu olduğuna dair açık delillerle birlikte küresel gözler önünde gerçekleştirildi. Ancak, ne Suudi Arabistan ne de İsrail anlamlı bir sonuçla karşılaşmadı. Bu tür bir cezasızlık, her yerde gazetecileri susturmaya çalışan kötü aktörlere (devletler ve bireyler) kılıf sağlıyor.”
Özellikle savaş ve çatışma dönemlerinde gazetecilere yönelik saldırıların da sorumluluğunun olması gerektiğine vurgu yapan Griffen, “Uluslararası hukukta gazetecilerin sivil olduğu açıktır. Gazetecilere yönelik kasıtlı saldırılar savaş suçudur. Bu suçlardan devletlerin hesap vermemesi, şüphesiz gazetecileri daha büyük bir tehlikeye sokuyor ve onları, bunun sonuçlarından korkmayan devletlerin saldırılarına karşı savunmasız hale getiriyor” ifadelerini kullandı.
“Tüm taraflara gazetecilerin sivil statüsüne saygı duymalı”
IPI olarak İsrail-Hamas arasındaki savaşta tüm taraflara gazetecilerin sivil statüsüne saygı duyma ve gazetecilerin güvenliğini koruma çağrısında bulunan Griffen, BM ve diğer uluslararası kuruluşlara da taraflara uluslararası insancıl hukuk kapsamındaki yükümlülüklerine uymaları konusunda baskı yapma görevini hatırlattı.
Griffen, ayrıca İsrail'in olağanüstü hal yasasını medyanın haber yapmasını önlemek veya engellemek için kullanılabileceğinden de endişe duyduklarını da belirterek, “İsrail, yerli ve yabancı gazetecilerin işlerini yapmalarına izin vermeli, bölgenin ve dünyanın ihtiyaç duyduğu bu çatışmaya ilişkin haberlerin serbestçe akışını sağlamalıdır” diye de ekledi.
Savaş muhabiri Tekel: Gazeteciler doğrudan hedef alınıyor
Deneyimli savaş muhabiri Cem Tekel İsrail-Filistin arasındaki çatışmalar sürecinde dönem dönem bölgeye giderek, gelişmeleri yerinden takip eden gazetecilerden. Son savaşın önceki savaşlara göre daha ağır bir tabloda ilerlediğini söyleyen Tekel, tabloyu şöyle değerlendirdi:
“Geçmiş çatışma dönemlerinde İsrail ordusu daha dikkatliydi. Ancak bu kez doğrudan gazetecileri de hedef aldığı görülüyor. Çünkü savaş, her zamankinden daha ağır geçiyor. İsrail ordusu, zaman zaman kontrolünün kaybedilmesiyle de daha acımasız oluyor. Örneğin; 2006’da ya da 2008’de gazetecilerin geçişine izin veriliyordu. Biz dönemlerde oradayken, koordinatlarımızı bildirerek çalışabiliyorduk. Böylece bulunduğumuz konumlar hedef alınmıyordu. Ancak, son savaşta özellikle gazetecilerin de hedef alındığını görüyoruz. Öyle ki bazı basın yayın organlarının, gazetecilerin bulunduğu binalar hedef alınıyor.Burada bir cezalandırma operasyonu var. Dolayısıyla orda şu an görev yapan habercilerin de hiçbir güvenliği yok.”
“Gazeteciler bir krizin parçası konumundalar”
Tekel’e göre gazetecilerin karşı karşıya kaldığı şiddet, bölgedeki haber akışını da etkiliyor: “Geçmişle karşılaştırdığımızda sağlıklı haber akışının da ciddi manada etkilendiğini görüyoruz. Gazeteciler bir yandan ağır saldırı altındalar, bir yandan da can güvenliklerini korumak zorundalar. Bir yandan Gazze halkı elektrik, su ve gıda gibi temel ihtiyaçlarına ulaşamazken, bir yandan gazeteciler de aynı şekilde bunlara ulaşamıyor. Dolayısıyla hem bir insani krizin hem de bir gazeteciliğin koruma altında olmaması açısında bir krizin de parçası konumundalar. Geçmiş dönemlerde İsrail gazetecilerin nerede olduğunu bilirdi, buna uygun davranırdı. Ama bugüne kadar bu kadar çok gazetecinin ölmüş olması, artık çok da seçici davranmadıklarını gösteriyor. Görüntülerden de görüyoruz; gazetecilerin o ortamda görevlerini yerine getirebilme olasılıkları ortadan kaldırılıyor.”
CPJ tarafından açık kaynaklardan derlenerek hazırlanan güncel rapora göre, 7 Ekim’den bu yana yaşamını yitiren gazeteciler şöyle: Roşdi Sarraj (Ain Media), Muhammed Ali (Al-Shabab Radio), Halil Ebu Aathra (Al-Aqsa TV), Sameeh Al-Nady (Al-Aqsa TV), Muhammed Baloşa (Palestine Today), Issam Bhar (Al-Aqsa TV), Abdulhadi Habib (Al-Manara News Agency), Yousef Maher Dawas (WANN), Salam Mema (serbest gazeteci), Husam Mubarak (Al Aqsa Radio), Issam Abdallah (Reuters), Ahmed Shehab (Al-Asra Radio), Mohamed Fayez Abu Matar (serbest gazeteci), Saeed al-Taweel (Al-Khamsa News), Mohammed Sobh (Khabar News Agency), Hisham Alnwajha (Khabar News Agency), Assaad Shamlakh (serbest gazeteci), Shai Regev (TMI), Ayelet Arnin (Kan), Yaniv Zohar (Israel Hayom), Mohammad Al-Salhi (Fourth Authority), Mohammad Jarghoun (Smart Media) ve Ibrahim Mohammad Lafi (Ain Media), Mohammed Imad Labad (Al Resalah), Salma Mkhaimer (serbest gazeteci), Duaa Sharaf (El Aksa Radyosu)