Haberler

Tutuklu gazeteci Abdurrahman Gök, cezaevinden anlattı: 'Benden Kemal Kurkut fotoğraflarının intikamı alınıyor'

Tutuklu gazeteci Abdurrahman Gök, cezaevinden anlattı: 'Benden Kemal Kurkut fotoğraflarının intikamı alınıyor'

DENİZ TEKİN 

 “Kemal Kurkut fotoğraflarını yayınladıktan sonra maruz kalmadığım baskı kalmadı.”

Mezopotamya Ajansı (MA) editörü Abdurrahman Gök, “örgüt üyeliği” iddiasıyla tutuklanmasını bu sözlerle açıklıyor. 

Diyarbakır merkezli bir operasyonda, 25 Nisan’da gözaltına alınan Gök, 133 gündür Diyarbakır 1. No’lu Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumu’nda tutuluyor. 

Gök bu soruşturma kapsamında Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nde, 14 Eylül’de görülecek davada ilk kez hâkim karşısına çıkacak. Hakkında 22,5 yıla kadar hapis cezası isteniyor. 

Ancak, bu dava, Gök hakkında açılan ilk dava değil. Diyarbakır’da, 2017 yılındaki newroz kutlamasında polis kurşunuyla öldürülen 22 yaşındaki Kemal Kurkut’u fotoğrafladığı andan itibaren Gök, pek çok soruşturma ve davayla karşı karşıya kaldı. 

Hakkında üç ayrı soruşturma açıldı, üç kez evine polis baskını düzenlendi, gazetecilik faaliyetlerinden dolayı açılan davada 1 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırıldı. 

Üniversite öğrencisi olan 23 yaşındaki Kurkut, kutlama alanına girişte polisin açtığı ateş sonucu yaşamını yitirmiş, Diyarbakır Valiliği aynı gün yaptığı açıklamada, Kurkut’un “intihar saldırganı olabileceği şüphesi” taşıdığını öne sürmüştü.  Bu iddia aradan geçen 6 yılda kanıtlanmadı. Cinayetin nedeniyle hakkında “olası kastla öldürmekten” müebbet hapis istemiyle dava açılan, ancak tutuksuz yargılanan polis memuru Yakup Şenocak ise 3 ay uzaklaştırıldıktan sonra görevine iade edildi.

Gök’ün olay anında çektiği seri fotoğraflar, Kurkut cinayeti davasının en önemli delili. 

Hâkim karşısına çıkmayı bekleyen Abdurrahman Gök, kendisine ilettiğimiz soruları yanıtladı: 

- Davanın iddianamesinde ‘gazeteci’ kimliğinizden hiç bahsedilmemiş, ancak suçlamalar gazetecilik faaliyetleriniz dair. İddianameye dair neler söylemek istersiniz?

Bu iddianame gazeteciliğimi tasdik ediyor aslında. Kendi kendisini çürüten, aslında yanıt vermemi bile gerektirmeyen 14 sayfalık bir metin. Anladığım kadarıyla beni Pel Prodüksiyon çalışanı olduğum iddiasıyla tutukladılar. Ama dosyada ajans kurulduğundan beri Mezopotamya Ajansı muhabiri olduğumu gösteren belgeler var. Avrupa’da yayın yapan Kürt televizyonlarına program çekim yaptığım, gönderdiğim iddiası var. Ama dosyaya alınan haberlerimin tamamı Mezopotamya Ajansı’nda yayınlanan haberler. Yeni iddialar kendini çürütüyor. Ben mahkemenin bu iddialara nasıl yaklaşacağını merak ediyorum.

 

Daha önce mahkemede yaptığınız savunmada, “Burada yargılanan gazeteciliğimdir. Bu davanın amacı Kurkut cinayeti nedeniyle benden intikam almaktır” demiştiniz. Tutuklu yargılandığınız bu davanın da yine aynı intikam duygusunun bir sonucu olduğunu düşünüyor musunuz? 

Hâlâ aynı noktadayım. Kemal Kurkut fotoğraflarını yayınladıktan sonra maruz kalmadığım baskı kalmadı. Ürettikleri gizli tanık, Kemal Kurkut’un ‘örgüt üyesi’ olduğunu, benimse ‘örgüt talimatıyla fotoğrafları çektiğimi’ söyleyecek kadar pervasızlaştı. Ama mahkeme bu pervasızlığı mahkûm etmek yerine bana ceza verdi. Belli ki bu bile o resmi yalanı ortaya çıkaran fotoğrafların intikamı için yeterli olmamış ve şimdi aynı mahkemede yeniden yargılanıyorum. Bu kez tutuklu olarak. Yine bir tanık üretilmiş, bu sefer adına ‘açık tanık’ denilmiş. Ancak, benim hakkımda bilgisi olmadığı için dört kez alınan ifadesinde savcının ‘zorlamasıyla’ birkaç tane cümle de benim için sarf ediyor. Bir ilkokul öğrencisi bile bu birkaç kelimelik, cümlelik ifadeden, ifadeyi aşacak boyutta çelişkiler bulabilecekken, tüm bunlar savcının ya da iddianameyi kabul eden mahkemenin pek umurunda olmuyor. Durum böyle olunca geriye bir tek neden kalıyor. O da Kemal Kurkut fotoğraflarının yayınlanması.

- Tutuklanmanıza gerekçe yapılan tanık Ü.A’nın verdiği beyanları yeterli görmeyen savcı, ek ifadesini aldıktan hemen sonra hakkınızda iddianame hazırladı. Daha önce yargılandığınız davada da benzer bir durum yaşanmış, mahkemenin suç duyurusu üzerine hakkınızda ek iddianame hazırlanmıştı. Yargının bu uygulamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Aslında Ümit Akbıyık’ın hakkımda bir ifadesi yoktu. Gözaltındaki soruşturma tutanağında, savcıya bunu söylediğimde gerçekten de fotoğrafını dosyama koymalarına rağmen hakkımda herhangi bir ifadesinin olmadığını kendileri de gördü. Ancak, sonra Mayıs ayı içerisinde, iki kez Ümit Akbıyık’tan yeni ifadeler alınıyor. Yine bana dair bir ifade yok. Haziran ayında yeni savcının artık iddianameyi mahkemeye sunacağı günlerde iki kez daha bu kişiden ifade alınıyor. Belli ki yine bir şeyler söylemeyince bu kez savcı benim ismimi söyleyip bana dair ifade vermesini istiyor. Çünkü Ümit Akbıyık’ın, 12 Haziran’daki ifadesi şu cümleyle başlıyor: ‘Sormuş olduğunuz Abdurrahman GÖK…’  Birkaç cümlelik yalan beyanın ardından savcı amacına ulaşmış olacak ki, hemen bir gün sonra, 13 Haziran’da iddianamesini tamamlıyor. Bütün bu yaşananlar yargının polisin özellikle benimle uğraştığını göstermiyor mu?

- İddianameyi kabul eden ve dosyanıza bakan Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesi heyeti, daha önce aynı suçlamalarla yargılandığınız davada gazetecilik kimliği ve mesleki sorumluluklarına dair savunmanızı ‘cezadan kaçmaya yönelik’ olarak değerlendirmişti. Bununla birlikte mahkeme, ‘yeniden suç işlemeyeceğinize dair olumlu kanaat oluşmaması’ gerekçesiyle cezanızı ertelememişti. Bir kez daha aynı mahkemede yargılanacak olmak sizi kaygılandırıyor mu? 

Evet, yeniden aynı mahkemede yargılanacağım. Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesi,  gazeteciliğimi, savunmamı ‘suç’ diye isnat edilen tüm haber ve fotoğraflarıma sahip çıkmama rağmen savunmam için ‘cezadan kurtulmaya yönelik’ gibi bir matbu ifade kullanmıştı.  Bakın bu hazırlanan yeni iddianamede de aynı ibare var. Yani aslında siz daha gözaltına alınmadan hakkınızda hüküm verilmiş hissine kapılıyorsunuz. Geriye kalan her şey formaliteden ibaret. Neye ilişkin haber yaptığımızın önemi yok, eğer emniyet ve yargı sizin hakkınızda bir karara varmışsa... Daha önceki yargılamamda savaş muhabiri olarak bulunduğum Kobanê, Şengal, Rakka’daki haber fotoğrafları cezalandırma gerekçesi kılınmıştı. Şimdi de yayınevlerinden çıkan, basın savcısının onayıyla matbaadan çıkan, Kültür Bakanlığı bandrollü kitapların tanıtımını yaptığım haberler ‘suç unsuru’ diye dosyaya konuluyor. Düşünün iş öyle bir noktaya gelmiş ki savcı, Elisee Reclus’un Bir Dağın Hikâyesi kitabı ile 4 kitabını tanıtımını bile iddianameye koymuş. Sizce savcı bu haberi niye dosyaya koyar? Bunu da okura bırakıyorum. Acaba mahkemeden bu yazarın dinlenilmesini talep etsek nasıl olur? Yani durum bu kadar içler açısı.

- Sizi ziyaret eden MLSA Hukuk Birimi’ne, kaldığınız cezaevinde gazete, kitap ve dergi gibi yayınlara ulaşmakta zorluk yaşadığınız, mektuplarınıza el konulduğunu, ziyaretçi listesine eklenmesini istediğiniz isimlerin reddedildiğini söylemiştiniz. Bu uygulamalar size özgü mü? Dışarıdaki gelişmeleri nasıl takip edebiliyorsunuz?

Ülkenin bütün kurumlarına sirayet eden keyfi tutum, cezaevinde daha yoğun ve katmerli yaşanıyor. Siz dışarıda, bir şekilde, bu durumu ifşa etme olanaklarına sahipsiniz, kamuoyu yaratabiliyorsunuz. Ama cezaevlerinde bu pek mümkün olamıyor. Yasalar, kanunlar, ama’larla, fakat’larla, ‘kurum güvenliği’, ‘personel yetersizliği’ gibi gerekçelerle bir tarafa itelenebiliyor. Mektupların genel geçer kavramlarla gönderilmemesi ya da sansürlenerek gönderilmesi mevzusu sadece bana özel bir uygulama değil elbette. Ben dışarıdayken de benzer şikâyetleri çok haberleştirdiğimiz oluyordu. Şimdi bunu birebir yaşıyorum. Görüşçü olarak yazdırdığım arkadaşım reddedildi. Tabii bu çok kısa bir sürede oldu ve herhangi bir gerekçe de sunulmadı. Burada bir senedir bu tür başvurulara yanıt verilmemiş tutuklular var. Ve bu keyfi duruma dur, diyecek bir mekanizma yok. Aslında tecrit bütün cezaevlerinde bütün düşünceleri nedeniyle tutuklananlara uygulanıyor. 

Dış dünyadan ancak iktidarın izin verdiği, kendine ait ya da kendisinin belirlediği yayın çizgisinin dışına çıkamayan televizyon ve gazete demeye bin şahit gerek yayın organlarıyla haber almaya çalışıyoruz. Tabii buna haberdar olmak, denirse. Çünkü yayınlar konusunda da bir keyfiyet var. Düşünsenize Anayasa Mahkemesi, Yeni Yaşam gazetesinin tutuklulara verilmesinde sakınca olmadığını, verilmemesinin hak ihlali olduğunu belirtiyor. Ama cezaevi savcısı ya da idaresi, “Bana ne bu karardan, ben vermiyorum” diyebiliyor. Evrensel ve Birgün gazeteleri için de bu geçerli. TV kanallarında bari Halk Tv, Tele 1, KRT Tv olsun, diyorsunuz. Onlara da “yok” deniliyor. Bütün bu kuşatılmışlık ve yalıtılmışlığa rağmen haftada bir de olsa ailemin aracılığıyla bir şeyler öğrenmeye çalışıyorum.

- Kürt basınında çalışan gazetecilere yönelik gözaltı ve tutuklamalar son bir yılda yeniden arttı? Bu baskı ve yönelimin nedenleri sizce nedir? 

Bu iktidar halkının özgürlüğü için, dili için, kültürü için, varlığı için mücadele eden herkesi hedefine almış. Binlercesini, on binlercesini sürgüne göndererek, bir o kadarını da tutuklayarak amacına ulaşabileceğini düşünüyor. Bunun önündeki en büyük engellerden biri olarak Kürt basınını, özgür basını görüyor. Çünkü basın olmasaydı Cudi’deki ekolojik yıkım, Kemal Kurkut, Uğur Kaymaz, Van’daki helikopter olayı, İpek Er ve daha sayamayacağım binlerce ihlal bilinmeyecekti. İşte, bunu rahatça yapmanın yolu özgür basını susturmaktan geçiyor. İktidar kendince benim gibi gazetecileri tutuklandığında amacına daha rahat ulaşacağını hesaplıyor. Ama nafile.

- Baskıya maruz kalan, cezaevlerine konulan gazetecilerle dayanışmak neden önemli?

Elbette ki dayanışma, destek çok önemli ama kişisel olarak benim gazeteciliğim için belirleyen bir noktada değil. Tolstoy’un sözü sanırım, “Kendi acınızı hissediyorsanız canlısınız; başkasının açısını hissediyorsanız insansınız.” İnsan olmak isteyen başkalarının acısını da yüreğinde hisseder.

Davanız öncesinde basın ve meslek örgütleri ile meslektaşlarınıza bir çağrınız var mı?

14 Eylül’de Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nin duruşma salonunda görüşmek üzere...

 

Ne Olmuştu? 

Diyarbakır merkezli yürütülen soruşturma kapsamında 25 Nisan’da yapılan ev baskınlarında gazeteci Abdurrahman Gök, Mehmet Şah Oruç, Mikail Barut ve Beritan Canözer tutuklanırken, gazeteci Ahmet Kanbal, Murat Bayram ile daha sonra gözaltına alınan Hakkı Boltan ve Ferhat Çelik adli kontrol tedbiriyle serbest bırakıldı. Gazeteci Beritan Canözer ise 23 Haziran’da tahliye edildi. 

Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı tutuklu gazeteci Gök hakkında “örgüt üyesi olmak” , “örgüt propagandası yapmak” iddialarıyla iddianame hazırladı.  

İddianamede, Gök’ün Mezopotamya Ajansı’nda yayınlanan haberler ve kitap tanıtımları, kütüphanesindeki kitapları, sigortasının MA tarafından yatırıldığına dair SGK kayıtları, gazetecilerle telefon görüşmeleri, haber içerikli sosyal medya paylaşımları ve kitap tanıtımları suç delili gösterildi. 

Suç delili gösterilen haberler arasında Abdurrahman Gök imzasıyla yayınlanan, bir tutuklunun serbest bırakılması için dönemin Adalet Bakanı Abdulhamit Gül’e yazdığı mektup da yer aldı. 

Suç gösterilen kitaplar arasında gazeteci Kadri Gürsel’in yazdığı Dağdakiler: Bagok'tan Gabar'a 26 Gün isimli kitabı da yer alıyor. 

Gök’ün ‘örgüt içerisinde basın alanında faaliyet yürüttüğü’nü, hazırladığı yayın ve içeriklerle  ‘örgüte hizmet ettiği’ni ileri süren savcı, Gök’ün savunmasının ‘suçtan kurtulmaya yönelik olduğunu’ bu nedenle ‘itibar’ edilemeyeceğini iddia etti. 

Image

Medya ve Hukuk Çalışmaları Derneği (MLSA) haber alma hakkı, ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğü alanlarında faaliyet yürüten bir sivil toplum kuruluşudur. Derneğimiz başta gazeteciler olmak üzere mesleki faaliyetleri sebebiyle yargılanan kişilere hukuki destek vermektedir.