Parmaklıklar ardında 1600 gün: Ziya Ataman gazetecidir
İdris Yılmaz
2015 yılının Kasım ayıydı. Yine bilindik şekilde, iktidarın baskı politikalarını haberleştirdiğim ve eleştirdiğim için “Cumhurbaşkanına hakaret, örgüt propagandası” iddialarıyla tutuklanmıştım. Aradan geçen üç ayın ardından çıkarıldığım ilk duruşmada tahliye edildim. 21 Ocak 2016 yılının soğuk ve ayaz çatlatan akşamında çöp poşetine sıkıştırdığım eşyalarımla cezaevinin çıkış kapısına doğru yol alırken, kapının diğer tarafında beni kimlerin beklediğini az çok tahmin ediyordum. Fakat Ziya’yı ilk kez görecektim. Ziya, Beytüşşebap’ta Azadiya Welat ve Özgür Gündem gazetelerini dağıtarak başlamıştı gazeteciliğe. Maruz kaldığı tüm tehditlere rağmen “halkın doğruları okumaya hakkı var” ısrarıyla zorlu koşullara rağmen okura gazetesini ulaştırma çabasındaydı. Bu çaba elbette ölüm tehditleriyle sonlandırılmak isteniyordu. Aldığı ölüm tehditleri sonrası ilçeden çıkmak zorunda kalan Ziya, Dicle Haber Ajansı’nda henüz yeni başlamıştı gazeteciliğe.
Demir kapının açılmasıyla birlikte o korkunç gıcırtı sesini Ziya ve diğer arkadaşların alkış sesleri bozdu. Sarıldık meslektaşlar olarak birbirimize, Ziya içlerinde ilk gördüğüm arkadaştı. Yeni tanışıyor olmamıza rağmen sıcak bir sarılma ve tahliye mutluluğunun verdiği coşkulu bir havada başladı yoldaşlığımız. Kısa süreli bir tutsaklık uzun özlemler yaratmıştı bende, aynı zamanda yeni doğan bir yoldaşlığı da beraberinde getirmişti.
Ziya her sabah büroya geldiğinde gözlerini bilgisayarın monitörüne dikerek, gündemdeki haberleri dikkatle okurdu. Okuduğu bazı haberler Ziya’nın yüzünde tebessüm oluştururken, bazı haberler ise hüzünlendiriyordu onu. Çünkü Ziya acının dinmediği, akan kanın durmadığı ve zulmün kol gezdiği topraklarda büyümüştü. Yaşatılan birçok işkence ve ölümlerin tanığıydı belki. Her Kürt gibi Ziya’nın da yaşantısı talihsizliklerle doluydu. Bölgede dinmeyen acı ve gözyaşı onun da kaderiydi. Bu nedenle okuduğu savaş ve ölüm haberleri hüzünlendirirdi onu.
Etkinliklere rengarenk kıyafetleriyle katılan annelerle barış mesajı konulu röportajlar yapmak Ziya’yı çok mutlu ederdi. Aldığı kayıtlarda görüntüler farklı olsa da, verilen mesajlar ve ifadeler aynıydı. Her anne “Biz artık barış istiyoruz, akan kan dursun kardeşlik olsun istiyoruz”, ifadeleri dışında başka cümle kullanmıyorlardı. Ziya’ya “Hep aynı kaydı almışsın arkadaş, sanki annelere bu ifadeleri sen tekrarlatmışsın. Farklı bir ifade yok. Bu haber nasıl kurgulanacak” diye sorduğumuzda, sarı kaşları gerilir, kirli sakalı üstünde bir gülümseme belirirdi, Ziya,“İfadeler aynı olabilir, fakat her anne farklı bir duyguyla dileklerini dile getiriyor. Bu da haberin detayı değil mi?” diyerek soruya soruyla karşılık verirdi.
Ziya, yeni başlamasına rağmen hızlı ilerliyordu. Barışı savunan ve barışın sesi olmak için var gücüyle çaba sarf eden değerli bir meslektaşımız olacaktı. Ziya’nın yazacaklarından birileri çok korkmuş olacak ki, çoğunlukla Kürt basının maruz kaldığı bir komployu Ziya için organize ettiler. 11 Nisan 2016 tarihinde “örgüt üyesi” olduğu iddiasıyla gözaltına alındı. Sonrası malum, hukuk askıya alındı, uydurma gerekçeler sıralandı, sübjektif iddialar ile Ziya’nın gözlerinin içine bakmaya utanan iktidar ve hukuk arasına sıkışmış hâkim zorunlu olarak, “tutuklanmasına” karar verdikten sonra salondan hızla ayrıldı. Ve kelepçeler Ziya’nın kollarına takıldı. Böylece bir gazeteci daha cezaevine sürgün edildi.
Ziya Ataman bugün, 1600 gündür, sağlık durumu ağır olmasına rağmen tutsak. Pandemi sürecine rağmen, baroların ve basın örgütlerinin gazetecilerin tahliye edilmesi talebiyle Adalet Bakanlığına yaptığı başvurular cevap bulmadı. Türkiye’de hukuk sistemi iktidarın ehlileştiremediği gazeteciliği cezalandırır ve bununla birlikte yaşamı en aşağı düzeye çeker. Hukuk sistemi tecavüzcüyü, katili, uyuşturucu tacirini ödüllendirirken, adil yargılanma hakkı ellerinden alınan onlarca gazeteci Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 25. maddesine göre düşünce ve ifade özgürlüğüne sahip olmalarına rağmen, cezaevlerinde tutulmaktadır. Bu gazetecilerden bir tanesi Ziya Ataman’dır.