Türkiye’de uzun bir süredir anayasa açıkça ihlal ediliyor. Belki Kobani ve Gezi davalarının yarattığı alışkanlık, belki 1995’ten bu yana sürekli olarak hak ihlalleriyle karşı karşıya kalan Cumartesi Anneleri’nin yaşadıklarının kanıksanmış olması nedeniyle bu anayasa ihlalinin üzerinde muhalefet dâhil hemen hiç kimse durmuyor.
Cumartesi Anneleri olarak bilinen, kayıp yakınlarını aramak için sivil ve barışçıl eylemlerini 1995’ten bu yana sürdüren insanlar, aylardır nayasa Mahkemesi’nin kararlarına aykırı bir biçimde ters kelepçeyle gözaltına alınıyor, tartaklanıyor, darp ediliyor.
Cumartesi Anneleri’nin eylemleriyle ilgili haftalardır birbirine benzer haberler yapılıyor. Cumartesi Anneleri, her zaman olduğu gibi cumartesi günü İstiklal Caddesi’ne, Galatasaray Lisesi’nin önüne gelmeye çalışıyor. Niyetleri burada bir basın açıklaması yapmak. Ancak, daha meydana yaklaşır yaklaşmaz tamamı polis tarafından çembere alınıyor, zor kullanılarak kelepçeleniyor. Ters kelepçeli biçimde gözaltına alınıyor. Saatlerce gözaltı aracında bekletilerek emniyete götürülenler, ifadeleri alındıktan sonra hastaneye götürülüp bırakılıyor. Bütün bunların gerekçesiyse ilgili kaymakamlığın matbu ve soyut gerekçelerle verdiği, “eylem yapılması yasaktır” kararları.
İlk karar: “Açıklama yapılmasını sağlamalısın”
Oysa Anayasa Mahkemesi, anayasaya göre kararları tüm mahkemeler ve idare açısından bağlayıcı olan Yüksek Mahkeme, tam da bu yasaklama kararı ve uygulamalar konusunda kritik iki karara imza attı.
Anayasa Mahkemesi, Cumartesi Anneleri’yle ilgili ilk kararını gözaltında kaybedilen Hasan Ocak’ın kardeşi Maside Ocak’ın başvurusu üzerine, Türkiye'nin deprem faciasıyla boğuştuğu günlerde, geçen Şubat ayında açıklandı.
Yıllardır İstiklal Caddesi'nde, Galatasaray Meydanı'nda sadece pankartlarla yakınlarının bulunmasını isteyen, akıbetini soran Cumartesi Anneleri, eski İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun her zamanki radikal söylemleriyle bir anda yasaklı, tehlikeli ilan edildi.
Soylu, başlangıçta, Cumartesi Anneleri'nin aralarına birilerinin karışabileceğini söyledi. Erdoğan'ın başbakanlığı döneminde Başbakanlık Çalışma Ofisi'ne davet edilen, devletin de adalet arayışlarına hak verdiği söylenen Cumartesi Anneleri, bir anda "istenmeyen" haline geldi. İstiklal Caddesi, Cumartesi Anneleri’ne yasaklandı. Cumartesi Anneleri'nin "700. Hafta" eyleminde bu kararlılık açıkça gösterildi. 80 yaşına gelmiş anneler yerlerde sürüklendi, insanlar darp edilerek gözaltına alındı. Ve darp edilenlerin polisleri yaraladığı iddia edildi.
Anayasa Mahkemesi'nin kritik kararı, bu "müdahale" ile ilgiliydi. Kararda, Türkiye'nin dört bir yanında basın açıklamalarının engellenmesini de yakından ilgilendiren yorumlar var. Öncelikle, "bildirimde bulunmadan toplanılması ve basın açıklaması yapılması" konusunda şu yorumu yapıyor AYM:
"Kaymakamlık 'kanunlara göre herhangi bir bildirimde bulunulmadığından milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla' yasaklama kararını verdiğini belirtmiştir. Müdahaleye dayanak olan yasaklama kararında toplantı için bildirim yapılmamasının kamu düzenini ne şekilde bozacağına veya başkalarının hak ve özgürlüklerini nasıl zedeleyeceğine dair hiçbir açıklamada bulunulmaması nedeniyle idarenin bu kanaate nasıl ulaştığı anlaşılamamıştır."
“Pozitif yükümlülük”
AYM, açık biçimde, kaymakamlıktan yasaklama kararını soyut ifadelerle değil net biçimde gerekçelendirmesini istiyor. Ancak, daha önemli yorumu şu:
"Öte yandan idare, bildirimin amacının anılan hakkın etkin bir şekilde kullanılması için yetkililere makul ve uygun tedbir alma imkânı sağlamak olduğunu da gözetmemiştir. Nitekim yapılmak istenen etkinlik, yaklaşık yirmi dört yıl boyunca belirli zaman ve yerde yapılmakta olup idarenin bu etkinliğin yapılacağına ilişkin olarak önceden bilgisi olmadığı söylenemez. Barışçıl bir eylem söz konusu olduğunda ise idarenin -somut olayın koşullarına göre toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının etkin kullanımını sağlamaya yönelik pozitif yükümlülükleri gereği- toplantının gerçekleştirilmesi için tedbir alması gerekirken otomatik olarak yasaklama yoluna gittiği görülmüştür. Nitekim idare, yasaklama kararında kamu düzeni bozulması, bozulma tehlikesi veya başkalarının haklarının korunması gerekliliği gibi zorlayıcı şartlar olduğunu ortaya koymamıştır. İzah edilen sebeplerle idarenin etkinliği yasaklama kararı için dayanak gerekçelerinin haklı ve ikna edici olduğu söylenemez."
Kararı şu başlıklarla özetlemek anlaşılmasını kolaylaştırabilir:
Basın açıklaması bildiriminde bulunulduğunda görevin yasaklamak değil, uygun koşulları yaratmak. Bildirimde bulunulmadığında bile öncelikle toplantı hakkının korunmasını sağlamak. Zorunlu ve gerçek bir neden varsa, yasaklama kararını o zaman vermek ve bunu açık biçimde aktarmak. Bu kararda imzası bulunan isimler, Recai Akyel, İrfan Fidan, Selahattin Menteş… Karşı oy kullanan tek isim daha önce İçişleri Bakanlığı Müsteşarlığı yapan Muhterem İnce.
İkinci karar
Bu karardan bir ay sonra, AYM’nin bu kez İkinci Bölümü, aynı eyleme katılan Gülseren Yoleli'nin başvurusu üzerine konuyu görüştü. Ve Birinci Bölüm gibi İkinci Bölüm de "toplantı ve gösteri hakkının ihlal edildiğine" oybirliğiyle karar verdi. Aynı tespitler yeniden vurgulandı. Bu karara da üyeler Engin Yıldırım, Rıdvan Güleç, Basri Bağcı, Kenan Yaşar imza attı.
Aynı eylemde polise bazı cisimler atıldığı, polislerin bu nedenle yaralandığı kayıt altına alındı. Her iki kararda da bu durum da değerlendirildi. Şu cümlelerle:
"Toplantıya müdahale esnasında katılımcıların gerçekleştirdiği hukuka aykırı eylemlere yönelik bazı yaptırımlar uygulanabilir ise de bu durum, toplantıya kolluk görevlilerince yapılan hukuka aykırı müdahaleyi hukuka uygun hâle getirmez. Bu doğrultuda kolluk görevlilerinin somut olayda etkinliğe müdahale etmesini gerektirecek makul sebep ortaya koymadan ve anılan hakkın kullanılabilmesine yönelik tolerans göstermeden gruba müdahale ettiği sonucuna varılmıştır."
Kararlar uygulanmadı
Ancak, her iki karar da uygulanmadı. Bu kararları gerekçe göstererek İstiklal Caddesi'nde basın açıklaması yapmak isteyen Cumartesi Anneleri, her hafta düzenli biçimde zor kullanılarak gözaltına alınıyor.
AİHM ne diyecek?
Cumartesi İnsanları, AİHM’ye (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi) de başvurdu. Hem eylem yapmalarının engellenmesini hem de kararların uygulanmamasını konu ettiler. Bununla birlikte savcılığa da kararların uygulanmaması nedeniyle başvuru yapıldı.
Ancak, Türkiye pratiği ortada. AİHM, hak ihlali kararı verse ve yargı kararının uygulanmaması nedeniyle de Türkiye’yi eleştirse dahi iktidar istemedikçe uygulama değişmeyecek. Önümüzde AİHM kararlarına rağmen tutuklu isimlerin serbest bırakılmadığı Kobani ve Gezi davası örnekleri var. Türkiye, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin kararların uygulanmaması nedeniyle yaptırım sürecini başlatmasına rağmen kararları ısrarla uygulamıyor. Bunun yerine göstermelik adımlarla kararlar uygulanmış gibi raporlama yapıyor.
Benzer dosyalarda da tazminat ödeyerek, uygulamalarına devam ediyor. Savcılığın da Anayasa Mahkemesi kararlarını uygulamayanlar için işlem yapacağını düşünmek saflık olur.
Bu durumda iş hem siyasete hem de kararlarını uygulatamayan Anayasa Mahkemesi’ne düşüyor. Ergenekon ve Balyoz davalarında, MİT tırları davasında verdiği tahliye kararları uygulanmadığında ikinci kez bu konuda karar veren ve basın açıklamalarıyla kurumları uyaran Anayasa Mahkemesi’nin Cumartesi Anneleri’ne yapılanları da artık görmesi gerekiyor. Aksi takdirde kararların uygulanmaması Türkiye için yerleşik bir uygulamaya dönüşecek.